Hayata dair - 22
Galiba sanatla politikanın mekanizmaları birbirinin tam zıddı. Politika disiplini, insanın gerçek düşüncesini saklamasını, duygularını, heyecanlarını kontrol etmesini ve çıkarı neyi emrediyorsa o yönde davranmasını zorunlu kılıyor.
Sanatçı doğası ise tam tersine, yüreğinin derinliklerine gömülmüş en ufak bir duygu kırıntısını bile bulup açığa çıkarmak ve dışa vurmak üzere kurulu.
Sanatın büyük boyutu ancak “hasta duyarlılık” diyebileceğimiz, büyük bir hassasiyetle yakalanabiliyor.
Politikacı duygularını saklarken, sanatçılar içlerindeki her kımıltıyı, projektör altına alıp büyütüyor ve sunuyorlar.
İçten olmak bir sanatçının en önemli avantajı ama bir politikacının da büyük zaafı.
Bu yüzden halk kitleleri sanatçılara güveniyor ve onlara politik misyonlar yüklüyor ama siyasi mahfillerin karanlık ilişkileri, içtenliğini öne çıkaran ve duygularına dışa vurma mesleğine sahip olan sanatçıları reddediyor.
***
İngiltere’de Westminster’e gitmiş olanlar bilir: Gelmiş geçmiş önemli devlet adamlarının, politikacıların heykelleri dikilmiştir. Biraz yaklaşıp da kim olduklarını anlamak isterseniz ilginç yazılarla karşılaşırsınız: Kimi başı kesilerek idam edilmiştir bu devlet adamlarının; kimi sürgünde ölmüştür, kimi de zindanda. En itibarlı döneminde eceliyle ölenler de vardır kuşkusuz... Ama burada ilginç olan, bir dönemde vatana ya da krala, kraliçeye ihanetle suçlanarak başı kesilmiş kişilerin bile İngiltere tarihinin kopmaz bir parçası sayılması ve heykellerinin dikilmiş olmasıdır.
Aynı durumu birçok uygar ülkede görürsünüz. Bu gibi toplumlar geçmişin suçlama ve aklamalarını, tarihin sayfaları arasında bırakırlar. Çünkü suçlama ve yüceltme o dönemin şartlarına özgüdür. Ve orada kalması gerekir.
Ancak totaliter ülkeler geçmişleriyle uğraşır ve bambaşka şartlarda oluşmuş değer yargılarını bugünkü siyasi mücadelelerine dayanak yaparlar.
Sovyetler Birliği’nde ansiklopediler her dönemde değişirdi. Bir dönemin ansiklopedisinde Stalin’e otuz sayfa ayrılır, bir sonraki dönemde S harfinde böyle bir maddeye rastlanmazdı. Trajikomik bir ansiklopedi anlayışıydı bu.
***
Ne yazık ki Türkiye de geçmişin hayaletiyle boğuşan ülkelerden biri. 21. Yüzyılda Türk toplumu hâlâ, Ulu Hakan Abdülhamit Han diyenlerle, Kızıl Sultan diyenler olarak ikiye ayrılıyor.
Ve bir grup diğerinin gırtlağına sarılıyor.
Bir an ön yargılardan kurtularak düşünsek, durumun komikliğini anlayacağız. İngiltere’de V. Henry’cilerle, ona karşı olanların Trafalgar meydanında boğazlaştığını duydunuz mu hiç?
16. Yüzyılda yaşamış olan şair Pir Sultan Abdal bazı çevrelerde hâlâ tepki yaratır.
Oysa Almanya ikiye bölündüğünde Doğu Almanya’yı seçen Bertolt Brecht, Batı Alman okul kitaplarından hiç çıkarılmamıştır. Yıllar sonra iki Almanya’nın tekrar birleşmesini sağlayan kültür bütünlüğü, zaferini bu anlayışa borçludur.
Zülfü Livaneli - Vatan
zlivaneli@gazetevatan.com
-
Dogan Akbaba 16 yıl önce Şikayet EtFark Var.... Fark var, neden oldugunu söyleyeyim, KÜLTÜR SAVASI..Bu saydigin devletlerde,insanina uymayan bir kültür bir din asilanmaya calisilmiyor.Normalde Evelosyan ile olacak bir kültür degisimi bizim ülkemizde devrimlerle yapilmistir.Insanlar asilanmaya calisilan yabanci kültürü kabullenememis ve ikiye bölünmüstür.Aslinda Kültür savasi. Bazilarinda asi tutmus, bazilarinda tutmamistir.Insanlar eninde sonunda kendi kimligini ararlar....Beğen