Biden'ın skandal röportajında ilk kez ortaya çıkan 'Nükleer' detayı
Demokrat Parti’nin 2020 başkan adayı Joe Biden'ın Türkiye hakkındaki yorumları, başkan seçilmesi durumunda Türk-Amerikan ilişkilerinde bizi güneşli bir havanın beklemediğini gösteriyor. Biden'ın Türkiye ve Erdoğan hakkındaki sözlerinin yankıları sürerken, skandal röportajla ilgili ilginç detaylar ortaya çıkmaya devam ediyor.
ABONE OLSon iki aydır, Joe Biden artık fiilen Demokrat Parti’nin 2020 başkan adayı olduğundan beri, yaklaşan Kasım seçimleri yeni tip koronavirüs (Kovid-19) krizinin gölgesinde kaldı.
Yüz bini aşkın ABD vatandaşının virüse kurban gitmesiyle aktif kampanya sürecinin pandemiye boyun eğmesine rağmen, ABD Başkanı Donald Trump günlük basın brifinglerinden bir kampanya platformu olarak yararlanmaya devam ediyor. Bu arada Biden, Trump’ın medya megafonuna karşı çaresizce kendi evinin bodrumunda çektiği videoları yayınlıyor. Bu durum, ihtiyatlı bir şekilde eyaletler bazında normal günlük hayata dönmeye başlayan ABD’de en az bir ay daha devam edecek gibi görünüyor.
Yaşanacak bir Biden zaferi, Demokrat Parti’nin ılımlı merkezinin, özellikle de Clintonlarla bağlantılı şahsiyetlerin, partinin ideolojik platformuna hâkim olacağı uzun bir dönemi de garantileyecektir. Bu durum Türk-Amerikan ilişkileri açısından hayra alamet değil.
Seçmenler nezdinde itibar kazanma konusunda büyük ölçüde eski başkanla olan ilişkisine güvenen, başkanlık için yarışan eski bir başkan yardımcısı Biden’ın adaylığı, akla birtakım tarihi mukayeseleri getiriyor. Biden kazanırsa, 1980’lerde Ronald Reagan’ın başkan yardımcılığı görevinden sonra 1988 yılında seçilen Cumhuriyetçi George H. W. Bush ile karşılaştırılabilir. Kaybederse, bu sefer de benzerlik kurulacak kişi, sekiz yıl Bill Clinton’ın başkan yardımcılığını yaptıktan sonra 2000 senesinde yarışı George W. Bush’a kaybeden Demokrat Al Gore olacaktır.
Eski bir Merkezi Haberalma Teşkilatı (CIA) başkanı olan George H. W. Bush, dönemin Türkiye Başbakanı (ve 1989-1993 arası Cumhurbaşkanı) Turgut Özal’la olan arkadaşça ilişkisiyle de tanınıyordu. Özal’ın Bush’la ilişkisi, Birinci Körfez Savaşı ve beraberinde gelen mülteci krizi boyunca önemli bir rol oynadı. Benzer şekilde, Biden’ın dış politika konusundaki güçlü deneyimi, Barack Obama’nın onu yarış arkadaşı olarak seçmesinin temel gerekçesi oldu.
OBAMA BIDEN'A HAVALE ETTİ
Neticede, pandemi kaynaklı mevcut duraklama, Biden’ın ABD Yüksek Mahkemesi Hâkimi George Sutherland’ın “bu geniş dış alem” olarak nitelediği şeye ilişkin yorumlarına ve özellikle Türkiye’ye karşı tutumlarına daha yakından bakmak için elverişli bir zaman. Nisan ayındaki bir yazımda izah ettiğim gibi, Biden’ın Senato’da Türkiye’ye ilişkin kullandığı oylar, neredeyse tamamıyla menfi bir seri teşkil ediyor. Buna rağmen Başkan Obama Türkiye-ABD etkileşimlerini, siyasi tecrübesi nedeniyle büyük ölçüde Biden’a havale etti. Böylece ikinci Obama yönetiminde iki taraf arasındaki ilişkilerde çok belirgin bir gerileme yaşandı ve Biden’ın tüm bu sürece büyük etkisi oldu.
'TÜRK-AMERİKAN İLİŞKİLERİ İÇİN HAYRA ALAMET DEĞİL'
Bu nedenle, Biden’ın başkan olmasının, “Türk hükümetiyle etkileşimleri devam edecektir”in ötesinde bir anlamı olacaktır. En önemlisi, Obama yönetimiyle iltisaklı dış politika topluluğu, karar alma mekanizmasına bir kez daha erişim sağlamış olacaktır. Yaşanacak bir Biden zaferi, Demokrat Parti’nin ılımlı merkezinin, özellikle de Clintonlarla bağlantılı şahsiyetlerin, partinin ideolojik platformuna hâkim olacağı uzun bir dönemi de garantileyecektir. Bu ihtimallerin hiçbiri Türk-Amerikan ilişkileri açısından hayra alamet değil.
Aralık 2019 NYT röportajı
Aralık 2019’da, o sıralarda sık bir koruluk kadar kalabalık olan 2020 Demokrat Parti aday adaylarıyla yapılan röportaj dizisi dahilinde, Biden da bir grup New York Times (NYT) editörüyle bir araya geldi. Mülakat metni bir ay sonra, Ocak 2020’de yayımlandı.
Biden New York Times'a verdiği röportajda, ABD’nin Türkiye’nin iç politikasına karışması ve bu çaba dahilinde belirli bir tarafı desteklemesi gerektiğini ve geçmişte bu tür faaliyetlerde bulunduğunu açıkça belirtti.
RÖPORTAJDA İLGİNÇ TÜRKİYE DETAYI
Bu mülakatta Biden’a yöneltilen ilk dış politika sorusu özellikle Türkiye’yle ilgiliydi.
ABD’nin şaha kalkan bir Çin ve haydut devlet Rusya’ya dair yaşadığı korkuların, Avrupa Birliği’nin (AB) gözle görülür dağılma sürecinin ve Afrika Boynuzu, İran, Keşmir, Libya, Kuzey Kore, Suudi Arabistan, Suriye, Ukrayna Venezuela ve Yemen gibi diğer bölgelerde yaşanan uluslararası krizlerin hâkim olduğu bir dönemde, NYT editörlerinin tutup da ilk olarak Türkiye’ye değinmeyi tercih etmiş olmaları had safhada ilginçlik arz ediyor.
'NYT'NİN TÜRKİYE'YE YÖNELİK PATOLOJİK TAKINTISI...'
Muhtemelen bu, Türkiye’nin Barış Pınarı harekâtına bağlanabilir; fakat Türkiye’nin Fırat Nehri’nin doğusundaki PYD/PKK’ya yönelik hamlesi Ekim 2019’un ilk günlerinde başlamıştı. Aralık ayının ortalarına gelindiğinde, yani iki aydan fazla bir süre sonra ise ABD medyasında konuyla ilgili yaşanan taşkınlık hali büyük ölçüde sönmüştü. Biden’a yöneltilen soru büyük ihtimalle sadece NYT’nin Türkiye’ye yönelik süregiden patolojik takıntısını gösteriyor.
'HAYRETE DÜŞÜREN NÜKLEER SORUSU'
Başmakale sayfası editör yardımcısı Kathleen Kingsbury tarafından sorulan soru ise bizatihi hayrete düşürücüydü: “Erdoğan’ın davranışları göz önüne alınacak olursa, ABD’nin hâlâ Türkiye’de nükleer silahlar bulunduruyor olması konusunda içiniz rahat mı?” Sorunun belirli bir yanıt devşirmeye matuf olduğu gerçeğinin ötesinde, Kingsbury, yaklaşık 70 yıldır NATO’ya üye olmasına rağmen Türkiye’nin siyasi liderliğinin İncirlik Hava Üssü’nün kontrolünü ele geçirmeyi ve geniş bir kesim tarafından orada var olduğu bilinen Amerikan nükleer silahlarına el koymayı ciddi ciddi düşünebileceğini ima ediyordu. Bu fikrin saçmalığına ve gülünçlüğüne rağmen, o “kayıt düşme gazetesi”nin bir editör yardımcısı bu soruyu eski bir ABD başkan yardımcısına ve başkan adayına gerçekten sorabildi.
Biden kendi adına Kingsbury’ye sorusunun elle tutulur bir tarafı olmadığını kibarca hatırlatmalı ve bir sonraki soruyu rica etmeliydi. Maalesef Biden’ın yaptığı şey bu olmadı. Bunun yerine, Türkiye’nin siyasi gerçekleri konusundaki bilgi zafiyetini ifşa eden ve yer yer tehditler içeren geniş ama çorba gibi ve dolambaçlı bir cevap verdi.
Biden sözlerine Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan “otokrat” şeklinde bahsederek başladı ve bu da onun Türkiye’nin siyasi sistemine dair en temel gerçekleri bile bilmediğini gösteriyor. Kendine dair verdiği bu izlenim, “parlamentolarındaki sürece katılmak isteyen Kürt nüfus”a yaptığı biraz kafası karışık göndermeyle iyice teyit edilmiş oluyor. Görünüşe göre Biden Halkların Demokratik Partisi (HDP) dahil, yüzde on seçim barajını geçen tüm siyasi partilerin Türk parlamentosuna katılabileceğinin ve yasalara uyan herhangi bir siyasi partinin Türkiye’nin iç siyasi diyaloğuna ve demokratik rekabete dahil olabileceğinin farkında değil.
Daha da endişe verici olan, Biden’ın ABD’yi doğrudan Türkiye’nin içişlerine karıştıracağını ima etmesiydi. Şöyle bir açıklamada bulundu mesela: “Yapmamız gerektiğini düşündüğüm şey şu ki şu an ona [Cumhurbaşkanı Erdoğan] çok farklı bir yaklaşım benimseyerek muhalefet liderliğini desteklediğimizi açıkça ortaya koymak... Onlarla, benim daha evvel yaptığım gibi, daha doğrudan bir etkileşimde bulunursak, Türk liderliğinin hâlâ mevcut olan unsurlarını destekleyebileceğimiz ve onlardan daha fazla yararlanabileceğimiz ve Erdoğan’a kafa tutmak ve onu alt etmek için onları cesaretlendirebileceğimiz görüşündeyim hâlâ. Bir darbeyle değil, bir darbeyle değil; seçim süreciyle.” Biden’ın “hâlâ mevcut olan unsurlar” ile ne kastettiği açık değil. Fakat ABD’nin Türkiye’nin iç politikasına karışması ve bu çaba dahilinde belirli bir tarafı desteklemesi gerektiğini ve geçmişte bu tür faaliyetlerde bulunduğunu açıkça belirtiyor.
ABD’nin başka bir devletin iç siyasetine doğrudan müdahalesini teşvik etmek uluslararası diplomatik normların ihlalidir; ne var ki Biden daha da ileri gidiyor. Biden ABD’nin, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı bir şekilde tehdit etmeye çalışması gerektiğine olan inancını hem de iki kez dile getiriyor. Yorumlarının başında, Cumhurbaşkanı Erdoğan “bir bedel ödemek zorundadır” iddiasını serdediyor. Biden akabinde ayrıntılara girerek, aşağılayıcı bir üslupla, “onlarla bizim, şimdiye kadar yaptığımız gibi oynamaya devam etmeyeceğimizi anlamalılar” diyor.
Daha sonra Doğu Akdeniz konusuna giren Biden, “bölgedeki müttefiklerimizle bir araya gelmek ve onun [Cumhurbaşkanı Erdoğan] bölgedeki, özellikle Doğu Akdeniz’deki petrol ve diğer petrol ürünleriyle ilgili faaliyetlerini nasıl izole edeceğimiz konusunu görüşmek” gerektiğini ifade ediyor. İnsan, bu sözlerden Biden’ın bir NATO ortağından değil, bir düşmandan bahsettiği izlenimini ediniyor.
Biden’ın Türkiye hakkındaki yorumları, başkan seçilmesi durumunda Türk-Amerikan ilişkilerinde bizi güneşli bir havanın beklemediğini gösteriyor. Dahası, Türkiye’nin demokratik yollardan seçilmiş liderliğine yönelik böyle aşikâre düşmanca yorumlar, Biden’ın bilgi seviyesi ve en önemli konularda akıllıca hükümler verme kapasitesi hakkında da şüpheler doğuruyor. Genel olarak Biden’ın beyanatları, ABD iç kamuoyunda Türkiye’ye dair cereyan eden tartışmaların, şu an itibariyle en az on senedir, normal, rasyonel düşünme süreçlerinden nasıl da tamamen kopuk olduğunun sadece bir diğer örneğini teşkil ediyor.
Biden’ın kampanya sitesindeki dış politikayla ilgili açıklamaları
NYT’nin bu röportajı yayınlamasından bu yana geçen aylarda, Biden seçim kampanyasının internet sitesindeki dış politika sayfasını yeniledi. [3] Bu sayfanın içeriği, Biden’ın (ABD Dış İlişkiler Konseyi’nin ana yayın organı olan) Foreign Affairs’in Mart 2020 sayısı için kaleme aldığı bir makalede ve New York’taki City Üniversitesi’nin (CUNY) Mezunlar Merkezi’nde Temmuz 2019’da yaptığı bir konuşmada izleyeceği politikalara dair ifade ettiği görüşlerinin geniş bir özeti mahiyetinde.
Biden dış politika sayfasında verdiği bilgilerde Türkiye’den bahsetmiyor. Sayfada Biden’ın NYT’ye Türkiye hakkında yaptığı şaşkınca, esip gürleyen açıklamalardan hiçbir iz yok. Biden’ın dış politika reçetelerinin kamuya açıklanması maksadıyla yazılmış Foreign Affairs makalesi de Türkiye’ye hiçbir atıf yapmıyor. Ancak Biden’ın görüş yazısının “otoriter liderler”e dokunduğu yerde Foreign Affairs’in verdiği linkten gidilen, Türkiye hakkında hatalarla dolu ve birtakım bilgilerin stratejik bir şekilde verilmediği, iç karartıcı derecede tipik makale, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı nitelemek için kullandığı bağnazca basmakalıp ifadeyle meseleye tüy dikiyor: “İslamcı şekil değiştirici” (Islamic shapeshifter). Yazar bunları söylerken belki de kafasında dindar bir “Keyser Söze” canlandırıyordu, kim bilir? Her hâlükârda Biden, dış politikaya dair beyanlarında Türkiye’yi doğrudan zikretmekten kaçınmayı ve mesaj verme işini başkalarına bırakmayı tercih etti.
Biden’ın dış politika sayfasında Türkiye’den doğrudan bahsettiği tek yer CUNY konuşması. Konuşmasına “2019 yılında benim görüşüme göre dış politika iç politika, iç politika da dış politikadır. Bunlar birbirleriyle derinden bağlantılıdır” diyerek başlayan Biden, sözlerinin devamında ABD’nin güvenliğinin “birbirleriyle çalışan, olabilecek en güçlü ortaklar ve ittifaklar ağına” sahip olmaya doğrudan bağlı olduğunu ifade ediyor. Fakat otuz saniye içinde Biden, durup dururken Türkiye’yi “otoriterlik” ve “liberal olmayan eğilimler” ile ilişkilendiriyor.
Muhtemel bir Biden başkanlığı Türk-Amerikan ilişkileri için neler getirebilir?
Yukarıdaki bilgilerin çok açık bir şekilde gösterdiği gibi, Biden’ın uzun zamandır uzmanı addedildiği bir ülke olan Türkiye’ye yönelik tutumları ne bir umut ne de beklentiye vesile olabilir. Tam tersi: Biden başkanlığı iki NATO ortağı arasındaki ilişkiyi daha karanlık derinliklere veya felaketlere sürükleyebilir. Biden’ın Türkiye hakkında kamuoyuna yaptığı en son yorumlar da Türkiye hakkında şu anda ABD medyasında “genelgeçer hikmet” olarak revaç gören kötü niyetli ve çarpıtılmış yanlış bilgilerin ötesinde pek bir şey yansıtmıyor.
Ancak Biden’ın Türkiye hakkındaki son açıklamalarının en rahatsız edici yanı, Türk vatandaşlarının tam da bu tür davranışlar nedeniyle ABD’ye duydukları muazzam öfkeye rağmen, ABD’yi Türkiye’nin iç siyasetine doğrudan (daha fazla) karıştırmaya istekli olmasıdır. Biden’ın başkan olarak Ankara ile ilişkisi, böyle bir yaklaşımda ısrar etmesi durumunda ölü doğmuş olacaktır.
Foreign Affairs’deki makalesine Biden Amerika’nın küresel “güvenilirliği ve nüfuzunun” Obama yönetiminin sona ermesinden bu yana azaldığını iddia ederek başlıyor. Bunun doğruluğu aşikâr, ancak bu doğru, Obama yönetiminin “geniş dış alemde” sadece olumlu sonuçlara sebep olduğu veya Amerikan küresel liderlik yeteneklerindeki uzun vadeli düşüşe kendi katkısını sunmadığı anlamına gelmiyor. Obama yönetiminin ikinci dönemi özellikle kendi sebep olduğu felaketlerle hatırlanıyor.
Dean Acheson’dan bu yazının başında yapılan alıntı, ABD dış politikasının, bir zamanlar kendisini yönlendiren diplomatik ideallerden ne kadar uzaklaştığını gösteriyor. Acheson genellikle ABD tarihinin en muhteşem dışişleri bakanlarından biri olarak kabul edilir ve 1949-1953’teki görevinden bu yana bu makama oturmuş herkesten kesinlikle daha büyük bir saygınlık ve itibarla anılmaktadır. Power and Diplomacy kitabında Acheson, liderlik mefhumunu tartışırken Tukididis’ten alıntı yapıyor. Bu büyük tarihçiye göre, Sparta’nın Atinalılara karşı müttefiki olan Korintliler, Spartalılara “Bir liderin yapması gereken budur: herkesin yaptığı gibi kendi çıkarlarının çaresine bakmak, ama aynı zamanda başkalarından gördüğü izzet karşılığında, genel çıkarlara de özel bir önem vermektir,” diyerek onları sorumlu bir şekilde davranmaya davet etmişlerdi.
Acheson’ın vurguladığı husus ortada: Etkili liderler sadece kendi çıkarlarını gözetmez; onlar müttefiklerinin çıkarlarına da gerçek bir ilgi göstermeli, gerçekten önem vermelidirler. Kasım ayındaki seçimlerden hangi aday muzaffer çıkarsa çıksın, ABD sadece Türkiye ile değil, diğer müttefikleriyle olan ilişkilerinde de “genel çıkarlara nasıl özel bir önem verileceğini” yeniden öğrenmezse uluslararası itibarı aşınmaya devam edecektir. Bu arada müttefiklerinin endişelerine beklenen dikkati gerçekten gösteren diğer liderler ortaya çıkacaktır.
[1999 yılından bu yana İstanbul’da yaşayan Adam McConnel, tarih alanındaki yüksek lisans ve doktora derecelerini de almış olduğu Sabancı Üniversitesi’nde Türk tarihi dersleri vermektedir; 20. yüzyıl Türk tarihi, Türk-Amerikan ilişkileri ve 19.,20. yüzyıl dünya tarihi özel olarak odaklandığı araştırma alanlarıdır]