TV evinizin kalbi olmasın!
Geçtiğimiz hafta Türkiye'nin yeni orta sınıfı başlığıyla bir araştırma geçti elime...
ABONE OLGeçtiğimiz hafta Türkiye'nin yeni orta sınıfı başlığıyla bir araştırma geçti elime. Araştırma, orta sınıfın beklenti ve ihtiyaçlarına cevap veren banyo ve hizmetler tasarlayan VitrA için Trend Group ve Innoworks'ün ortak ürünü Trend Base tarafından hazırlanmış. Daha çok seçerek, araştırarak, ödeyeceği parayı hak edecek şeyi arayarak, uzun vadede tasarruf etmeyi sağlayacak ürünlere yönelen orta sınıf pek çok konuda çok belirleyici bir role sahip. Bir toplumun bel kemiği olarak kabul edilen orta sınıfın yaşam tarzı, aile anlayışı, çalışan kadın ve ev kadınının yaşadığı güçlükler, orta sınıfın şehirle ilişkisi, alışveriş alışkanlıkları gibi başlıklar altında sunulan araştırmanın bir bölümü de orta sınıfın ev ve dekorasyon alışkanlıklarını içeriyor. Araştırma uzun, ben sizinle kısaca dekorasyonla ilgili bölümde dikkatimi çeken bazı ayrıntıları paylaşmak istiyorum...
ORTA YERDE KOCA BİR KARA DELİ K!
"Evinde bir televizyonu olanlar yüzde 42, iki televizyonu olanlar yüzde 43 ve ikiden fazla televizyonu olanlar yüzde 15'tir. Salondaki en güzel ve geniş duvar plazma TV'ye ayrılır. Ev nerede ve nasıl olursa olsun, plazma TV şarttır ve kral köşesindedir" deniliyor araştırmada. Doğru! Ama işin kötü tarafı bu, yalnızca orta sınıfa özgü bir hareket değil ülkemizde. Hatta çoğu zaman maddi durumu çok iyi ailelerin evlerinde daha da sık rastlanan bir durum. Tamamen eğitim ve kültür seviyesiyle ilgili. Büyük bir kitaplık yaptırmak yerine en geniş duvara televizyon yerleştiriliyor! Salonda hayatın TV etrafında dönmek zorunda olması, başka herhangi bir ilgi alanını külliyen reddetmek anlamına geliyor bence. Televizyona karşı değilim elbet ama kapalıyken nasıl çirkin bir kara delik gibi salonun ortasında durduğunu göremiyor olmak çok tuhaf! Televizyonun başrolde olduğu bir salon düzeninde televizyon izlenmediği sırada salondaki mobilyaların halini fark ettiniz mi hiç? Sanki güneş gibi bir enerji kaynağıymışçasına her şey, tüm koltuklar, kanepeler, sehpalar ona yönelmiş durumda oluyor! Oysa o yalnızca düğmesine bastığımızda hayatımıza giren bir eşya. Dikkatimi çeken bir diğer ayrıntı da bazı eşyaların gereksiz yere alınması. Araştırmada yeni evlenmiş çiftlerden söz ediliyor. "Büyük masa ve büyük eve biraz pişman olurlar. Hatta misafir odası ve yemek masası az kullanılıyorsa 'Keşke evliliğimizin ilk yıllarında büyük bir ev ve yemek masası için şartlarımızı bu kadar zorlamasaydık; onun yerine gezip eğlenseydik' pişmanlığını az da olsa yaşarlar" diye anlatılıyor. İnsanımızın düştüğü yanlışlardan biri de bu gerçekten! Yatılı misafir için salonda şişme yatak gibi çözümler varken misafir odası da neyin nesi? Ya da salondaki kanepe... En güzel misafir yatağı işte! Ne demişler misafir umduğunu değil bulduğunu yer. Çoğu zaman kendi ihtiyaçlarından vazgeçip etraflarının rahatını ve mutluğunu önemseyen yurdum insanının hali ortada!
Yemek masası şart mı?
Pek çok eşya gereksiz yere alınıyor, bu çok net! Aileler alıyor diye 'yatak odası takımını kız evi alır, salonu erkek evi' gibi kalıplaşmış anlayışlar yüzünden gençler de bir adım öteye gidemiyor. Her şey takım halinde alınıyor. Bir eşya almadan önce, ne kadar gerekli olduğunu düşünmek lazım. Eşyaların hayatımızdaki yerini de sorgulamak gerekiyor. Bu tür ihtiyaçlar tamamen kişisel çünkü. Yemek masası bile böyle. "Yemek masası olmayan ev olur mu?" dediğinizi duyar gibiyim. Olur tabii, niye olmasın? Bazen yüksekçe bir sehpa, en güzel yemek masasından daha kullanışlı olabilir. Bu, ne kadar yemek pişirdiğinizle, ne kadar misafir ağırladığınızla, evde ne sıklıkla yemek yediğinizle, evde yaşlı veya çocuk olup olmadığıyla ilgili. Diyorum ya, tamamen kişisel. Belki onsuz olmaz zannettiğiniz bir eşya olmadan her şey çok daha sade ve sorunsuz olacak.