Prof. İbrahim S. Canbolat
Prof. İbrahim S. Canbolat
HABER7 YAZARI
TÜM YAZILARI

Protestodan siyaset yapıcılığına mı?

GİRİŞ 03.05.2012 GÜNCELLEME 03.05.2012 YAZARLAR

O’na göre, Mısır ve diğer İslam coğrafyasında emperyalistler ve Siyonistler bölgedeki insan unsurunun temel kuvvetini kırmaya yönelik planlar yapıp uyguluyordu. Bu tespitin ne kadar isabetli olduğunu ondan sonraki gelişmeler göstermiştir.

Böyle düşünen yazar, rejimden af dilemesi durumunda idam edilmeyeceğinin kendisine bildirilmesi karşısında hiddetlenerek, “eğer Allah kanunu ile mahkûm edildiysem, Hakkın hükmüne razıyım; yok eğer batıl kanunlarla mahkûm edilmişsem, ben ondan daha yüksek bir düşünceye sahip olduğum için batıldan asla merhamet dilemem”, diyerek, inanç ve kararlılığını ortaya koymuştur. Çünkü rejimden af dilemesi, o zamana değin savunduklarının reddi anlamına gelecekti.

İki hedefli siyaset

Ortadoğu’da insan unsurunu etkisizleştirmeyi amaçlayan siyasetin iki hedefi olmuştur. Osmanlı’nın zayıflama döneminden itibaren varlığını belirginleştiren bu Batılı siyaset bir yandan Türkler ve Araplar arasında ayrıştırıcı faaliyette bulunurken, bir yandan da bölge insanını kendi inanç ve kültür değerlerinden koparmaya ve biçimsel bir dindarlıkla avutmaya zemin hazırlıyordu. Buna karşı çıkanlar, Seyyid Kutup’unki gibi bir akıbeti bekleyebilirdi.

Birinci ve İkinci Dünya Savaşı sonrasında Ortadoğu insanı, Batılı güçlerin kurduğu sistemin köprübaşları konumundaki siyasî otoriteleri (devlet temsilcileri) ve ülkelerine yönelik Siyonist-emperyalist müdahaleler yüzünden esas dönüştürücü gücünü harekete geçirememiştir. Ara dönemin siyasî ve toplumsal kültürü, tarihin zenginleştirici dokusundan yararlanmaya mani olmuştur.

Soğuk Savaş döneminde ise bir yandan iki kutuplu sistemin zorunlu kıldığı vekâleten davranıştan dolayı Türkiye ile bazı Ortadoğu ülkeleri (Suriye ve bir ara Mısır) arasında gerginlik yaşanırken, diğer yandan İsrail ile Arap ülkeleri arasında yapısal bir kriz varlığını korumuştur.

Yeni düşman ve müttefik tanımı

Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte, daha 1990ların başlarında, bu yeni dönemin olası düşman ve müttefik tanımı yapılırken, siyasal İslam büyük bir tehdit olarak gösterilmiştir. Bir bakıma böyle bir tehdit kurgulanmıştır.

Samuel Huntington’un Medeniyetler Çatışması tezinde İslam ile Batılı değerlerin çatışacağının vurgulanması, Francis Fukuyama’nın Tarihin Sonu (mu?) söyleminde dinin (İslam’ın) bozguncu unsur olarak değerlendirilmesi de burada anılmalıdır. İleriki yıllarda Müslüman muhaliflerin sergilediği protesto ve eylemler, yeni dönemin tehdit kurgulayıcıları tarafından öngörülerine (!) birer kanıt gibi değerlendirilmiştir.

Öte yandan, 1990’ların başlarında Oslo süreci olarak adlandırılan ve “ Ortadoğu barışı” söylemiyle gündeme getirilen sözde yenilik kavramdan öteye geçmemiş, üstelik söz ve eylem çelişkisiyle kamuoyunda güvensizliğe yol açmıştır. Gerçeğin yerine imajın ikame edilmesine yönelik Makyavelist siyaset hiç kimseyi memnun etmemiştir. 11 Eylül terör hadisesi, Irak’ta ve dünyanın başka bölgelerinde gerçekleştirilen tepkisel saldırılar, intihar eylemcilerinin irrasyonel yıkıcı girişimleri sonucunda suçsuz insanların öldürülmesi kimseye fayda sağlamamıştır.

Amerika Irak’tan çekilmekte, Afganistan’dan çıkmanın yollarını aramaktadır. Dünyada nüfuz alanı oluşturmanın daha az maliyetli ve etkin başka bir yolu olabilir mi? Büyük güçler için belki de en temel soru budur.

Bütün bunlar ve geçmişte Ortadoğu halklarının memnuniyetsizliğinden kaynaklanan tepkisellik dikkate alındığında, bölgedeki köprübaşlarının sarsılıp devrilmesine sebep olan iki faktörden söz edilebilir. Bunlardan biri yerel/bölgesel talep oluşturucu nitelikte, diğeri küresel siyasete hükmeden konumdadır. Somut olarak ifade edecek olursak, Ortadoğu halkları ve Batılı büyük güçler farklı aktörler olarak bu süreçte yer almaktadır.

Siyaset, neticede, mutlak kazanç işi değil; bir anlamda alma ve verme ile ilgili bir etkinliktir. Bu alışveriş taraflar için dengeli ve birbirini tamamlayıcı olduğu müddetçe, sorun yoktur. Sürekli tek taraflı kazanç peşinde olanların akıbeti ortadadır.

Bugün Arap Baharı olarak ifade edilen değişim sürecinde acaba nasıl bir kazanç ya da kayıp söz konusudur? Bunlar ileriki dönemlerde daha net biçimde görülebilir. Ama şu kadarını söyleyebiliriz ki, şimdilerde eski diktatörlerin (köprübaşları) devrildiği ülkelerde gerçekleşen seçimlerde halk emperyalizme hizmet eden siyasetçiler yerine kendi değerlerine sahip çıkanları tercih ediyor. En azından böyle bir eğilim görülüyor. Mısır ve Tunus’da önceki dönemlerde rejimin zulmüne uğramış muhalifler şimdi meşru siyasî partilerin üyeleri olarak hükümeti kurmaya talip oluyorlar. Bunlar arasında İslamî partiler çoğunlukta.

Yeni bir gelişme

Bu, yeni bir gelişmenin de işaretini veriyor. Eskiden demokrasiye inanmayan, onu Batının çıkar siyasetinin bir aracı gibi görüp reddeden bazı İslamî gruplar (örneğin Müslüman Kardeşler, Selefiler) şimdi seçimlere katılarak, rejimi demokrasinin temel ilkeleri çerçevesinde halkın desteğiyle şekillendirmeyi hedefliyor. Bunlar İslam’ı referans alan yeni siyasî partilerdir. Selefiler, doğrudan ana kaynağı takip etme tercihindeki İslamî partilerin doğuşunda etkili olmaktadır. Bunlar arasında görüş farklılıkları tabii ki vardır. Ama daha önce gerek yerel düzeyde gerekse Batı nezdinde terörist olarak kabul edilen bu katı görüşlü grupların şimdi kendilerini bir bakıma zamanın koşullarında özeleştiriye tabi tutarak, göreceleştirmiş olmaları da bir kazanç sayılır. Bunlar İslamî hassasiyetlerinden ödün vermeksizin, ülkelerindeki yeni siyasî yapılanmada rol alma olanağına sahip oluyorlar. Bu, ilgili ülkelerde istikrar ve barış için iyi bir gelişme olabilir.

Diğer yandan, Seyyid Kutup gibi düşünenlerin bugün Mısır’ın anayasal düzeni oluşturulurken meşru zeminlerde söz hakkına sahip olması anlamına gelir bu. İnsanın zihin ve düşünce gücünün heba edilmemesi, aksine ondan yararlanılması anlamına gelir. İslamî muhalefetin, ötekine tepki yerine, kendi gerçekliğine dönüşü için yeni kapılar açılması anlamına gelebilir bu gelişme.

“Ortadoğu barışı” belki ancak bundan sonra mümkün olabilir. Kötüye kullanılan, Batılılar tarafından farklı anlamda algılanıp terörist eylem gibi gösterilen cihat da gerçek yerini bundan sonra bulabilir. İslam Peygamberi’nin (sav) bir savaştan dönüşte söylediği, “küçük cihattan büyük cihada” uyarısına uygun bir nefis terbiyesi ve buna dayalı yaşam biçimi ile mücadele tarzı da belki ancak bundan sonra yerleşebilir bu bölgede.

Prof.Dr. İbrahim S. Canbolat - Haber 7

icanbol@hotmail.com

YORUMLAR 6 TÜMÜ
  • mehmet nacar 13 yıl önce Şikayet Et
    AKLIN YOLU BİR. Her zaman rahmetle andığımız ve eserlerinden istifade ettiğimiz Seyyid Kutup gibi inandığı gibi yaşayan ve zalimlerin karşısında boyun eğmeyen alimlere müslümanların ihtiyaçları var.Bu gün mısırda ve diğer komşu ülkelerde zulme ve zalime karşı direniş varsa bunda onun gibi alimlerin büyük payı var. Aklın yolu birdir denilir.Müslümanlar bu gün içinde yaşadıkları zamanın şartlarını çok iyi analiz etmeli ve cihadın da siyasetin de nasıl yapılması gerektiğini iyi kavramalıdır.Yazıda da çok iyi bir şekilde ifade edildiği gibi büyük cihadı başararak küçük cihadı yerine getirmek gerekir.Şer güçler müslümanların demokrasiye geçerek güçlenmelerini asla istemezler.Onlar istemese de Allah nurunu tamamlayacaktır.
    Cevapla
  • kenan elli 13 yıl önce Şikayet Et
    batı, sorumlu ama görevini yapıyor, Ya Bölge İnsanı ?. Ortadoğuda insanı etkisizleştirme siyasetinin kurgusu batı olabilir. Bunun yanısıra, buna çanak tutan yine bölgenin adı islam olmasına rağmen, cahil kalmış, "islam" ın hakka teslim olma manasının ötesinde, vekaleten düşünme teslimiyeti ile acziyet sergileyen bölge toplumlarının eksikliğide ortada. Cahiliyye döneminde bile, sağlam bir iman ile hakka teslim olmanın o topluluğa kazanımlarından bihaber oluş durumu izleniyor bölgede. Hem hakka teslimden kaçınma, hem de dik duruştan uzaklaşarak, kurgu sahiplerine bir tesllimiyet. Evet, gerçeğin yerine süslü-püslü imaj ikamesi ile donatılı siyaset, gerçek tatmin ve mutluluğu sağlamıyor. Aslolan hakka teslim, nefis terbiyesi ve buna uygun bir yaşam..
    Cevapla
  • ertan korkmaz 13 yıl önce Şikayet Et
    bizede lağzım. Bahsedilen bölgede ne kadar demokrasi karşıtlığı uygulamalar yapıldı da insanlar son noktada isyana ve sisteme başkaldırdı ise artık adına arap baharı denen şeylede değişen şeylerin olmadığı gözükmüştür.onlarda 3F(futfol,festival,fado)ile yada makarna kömürle yola gelecek disipline olacaklardır.Hakkın hükmüne bizde razıyız ama batıl da zulmetmesin yeter.
    Cevapla
  • İsmetlim 13 yıl önce Şikayet Et
    Bir süreç ve reçete. Arap baharı denilen süreç acaba;Türkiye'nin bu bölgede tesis etmeye çalıştığı,kısmen de başarılı olduğu olumlu münasebetleri ve iyi gidişatı sabote ederek,hem Türkiye'nin bu bölgede düzenleyici ve birliği sağlayıcı girişimlerini akamete uğratmak,hem de o bölgelerde karışıklıklar çıkartarak telafisi zor yaralar açmaya matuf bir süreç midir.Bence evet.Bir gizli el sanki Türkiye'nin bu bölgede kurmaya çalıştığı ahengi bozmuştur.Türkiye bu olayları yaşarken daha sonraki adımlarda ve her zaman içte ve dışta çok kuvvetli bir istihbarat ağını kurmalıdır.Tarihimize baktığımızda bu çalışma hep olmuştur.Hatta beylikten başlayıp imparatorluk sürecinin tamamında.Bu bir anekdot.Yazının son cümlesinde meselenin özü hülasa ediliyor.Bireysel manada ve toplumsal manada maksat üzüm yemekse adeta reçete sunuluyor
    Cevapla
  • çubuktan 13 yıl önce Şikayet Et
    DEMOKRASİ DEMEK YETMEDİ.. Bahsedilen bölgede yıllarca halkın inanç, fikir ve yaşantısına uymayan, tam tersi bir yönetim ortaya konuldu.Artık yeter. Demokrasi diyorsanız. Halkın fikri deniliyorsa, bırakın halk kendini kendi istediği şekil ve yöntemle yöneltsin.Birilerinin dayatması ve yönlendirmesi olmadan.
    Cevapla
Daha fazla yorum görüntüle