Bilim ve dinde sıfırı yakalamak
Diğer yandan, daha iki saat kadar önce üniversitede bir doktora tez savunması esnasında gündeme gelen konuyla ilgili somut bir örneğe tanıklık… Tesadüf mü, tevafuk mu, ne derseniz deyin, ama teorik söylemle hayattaki gerçekliğin örtüşmesine tanıklıktı bu.
Bütün bunlara sebep olan, Christian Johannes Henrich'in Siegen Üniversitesi'nde yapılan doktora tez sınavı idi. Prof. Jürgen Bellers ile beraber Doktora danışmanlığını yürüttüğümüz Henrich'in tez konusu, 2002-2012 döneminde Türk Dış Politikası'nın Türkiye-Ermenistan İlişkileri örneğinde incelenmesine yönelikti. Doğal olarak da, Ermeni Soykırımı iddiaları ve buna yönelik çözümleme, çalışmanın ana eksenini oluşturuyordu. Teze göre, esas sorun, konunun tarihî ve nesnel bir sorgulamaya tâbi tutulmaması, siyasî ve konjonktürel çıkarlar açısından gündeme getirilmesi idi.
Almanya'da Doktora tez sınavı, iki kademede yapılıyor. Önce, danışmanların yönetimi ve yönlendirmesi sonucunda yazılan tezin raporla ve sözlü sınavla değerlendirilip kabulü veya reddi gerekiyor. Kabul edilmesi durumunda, hangi derece (not) ile kabul edildiği belirleniyor.
Tezin kabul edilmesinden sonra, aday, esas tez konusunun dışında, daha önce yazılı olarak özetini sunduğu bir alanda bu kez sözlü bir tez savunması yapmak zorunda. Burada, Henrich, Almanya'da göç politikası ve siyasal sistemler konularında sundu sözlü tezini.
İşte bizim de yazının başlangıcında dile getirmeye çalıştığımız anılar ve tanıklık; bu esnadaki sorular, yanıtlar ve akademik tartışmalar ile ilgilidir. Toplantıda üretken ve yararlı görüşler ortaya çıktı. Bazı kanaatler, gerekçeli açıklamalar sonucunda, yeniden sorgulanılır hale gelebildi.
Din mi, gelenek mi?
Örneğin, jüri üyelerinden Prof. Rainer Geissler'in Almanya'daki Türklerde gözlemlediği kadın-erkek eşitsizliği konusundaki kanaatini genelleştirerek, bunun, Henrich'in tezinin aksine, kültürden değil İslam dininden kaynaklanmış olabileceğini ifade etmesi, konunun daha derin ve geniş boyutta tartışılmasına zemin hazırladı. Bu arada, işin gereğine uygun olarak, sosyolojik gözlemle birey/toplum davranışının ana yönlendiricilerinin ne zaman din, ne zaman gelenek ve yerel kültür olabileceği genel anlamda dile getirilip Türkiye örneğinde somut verilerden söz edilebildi.
İslam'ın kadın ve erkeği birbirinin eşiti ve dengi kabul ettiği gerçeği, Diyanet İşleri Başkanlığı (Almanya'da DİTİB olarak tanınıyor) ve İlahiyatçıların açıklamaları kaynak gösterilerek, tez savunucusu tarafından dile getirildi.
Sonuçta, Türklerde görülen töre ve namus cinayetleri ya da kadın-erkek eşitsizliği gibi uygulamaların, öncelikle ve yaygın olarak, gelenek ve kültürden kaynaklanabileceği konusunda ortak bir kanaat oluşmuştur.
Öte yandan, Prof. Geissler'in, İranlıların Türklerden daha kolay Alman eğitim sistemine uyum sağladığı hakkındaki tespiti, Henrich tarafından isabetli bir bilgiyle temellendirilmiş oluyordu. O da şuydu: Almanya'da ikamet eden İranlılar, genellikle, eğitim düzeyi yüksek kesimdendir; muhtelif meslek mensupları, siyasî muhalifler gibi. Oysa Türkler, ilk gidiş amaçları itibariyle, çoğunluğu kırsal kesimden, eğitim düzeyi düşük insanların oluşturduğu maişet derdindeki bir topluluktu.
Bu tespit ve konuşmalardan sonra geldiğimiz Köln Havaalanında çöpleri toplayan, etrafı temizleyen Türk işçilerini görünce, yukarıda belirtilen amaçla bu ülkeye gelen insanların, aradan yarım asır geçmiş olmasına rağmen, hâlâ aynı zor koşullarda hayatlarını sürdürdüklerine tanık oluyorduk. Ama bu insanlar, alın teriyle kazanıyorlardı ekmek paralarını. Belki kendilerini, yaşadıkları ülkenin kültürüne uyduramamışlardı, dilini tam konuşamıyor, söylenileni tam anlayamıyorlardı… Bunu da din farklılığıyla açıklamayı tercih ediyordu belki Almanlar.
Oysa din (İslam), başka kültürleri tanımayı, onların dilini öğrenip tanışmayı tavsiye ediyordu. Öyleyse, din değildi kültürel yabancılaşmanın sebebi. Aksine, kişinin kendini geliştirmesini, iki gününü birbirine eşit tutmayıp kendini aşmasını öneriyordu din.
Din ve bilim
Gerçekler böyleydi. Bu durumun, İslam'a karşı önyargıların hâkim olduğu Batı dünyasında bir doktora tezi savunulurken dile getirilmesi, aslında, tam da bilimin amacına uygun bir iş sayılır. Çünkü bilim, önyargılar yerine, toplumdaki gerçekliği veri olarak alıp sorunları tespit ederek, onlara çözüm önerileri sunabildiği ölçüde, asıl işlevini yapmış olur. Bilimsel kariyerde de Doktora önemlidir.
Bilimsel çalışmalarda dine atıf olup olmayacağı konusunu tartışmaya bile gerek görmüyoruz. Pozitivist anlayışa göre, bilim dini tanımaz. Tanımadı da ne oldu? Aynı şekilde, Marksizm'de görüyoruz din tanımazlığı. Gel gör ki, her ikisini de dünyanın, toplumun gerçekliği sildi attı bir kenara. Eşyanın doğası reddetti bu iki temelsiz görüşü. Onlar insanın doğasını, gereksinimlerini tanıyıp isabetli çözüm yolları getirmekten uzaktı çünkü.
Meseleye bu açıdan bakınca, görürüz ki, bilim kendi işine yarayacak her türlü veriyi kullanabilir; din ve dinin temel kaynakları bu anlamda toplumun sorunlarına yönelik bilimsel araştırmada vazgeçilmez bir veri olabilir. Bu zaten yapılıyor. Kimileri, geri kalmışlığı ya da modern topluma uyumsuzluğu dine bağlıyor; kimileri de yine dine atıfta bulunarak, buna karşı tezler geliştirmeye çalışıyor. Herkes, bir bakıma, farkında olarak ya da olmayarak, dine göndermede bulunuyor.
O zaman şunu görüyoruz: Bilim ve din arasında bir ilişki, her halükârda, mevcuttur. Bu ilişkiyi kavgayla sürdürmek de mümkün, barış içerisinde (örneğin, Laszlo'ya göre, “holistik ittifak” ile) hayatı anlamlı kılarak da.
Sözün başında dile getirdiğimiz, öğrencilik yılları anıları işte bu konuları da içeriyordu. O zamanlarda da, gerek ders ve seminerlerde, gerekse Alman öğrencilerle ikili tartışmalarda, yeri geliyor, dinin ana öğreti kaynağı Kur'an (ayetleri), taraflardan birinin tezinde olumlu veya olumsuz bir veri olarak devreye giriyordu. Bu, çok doğal bir şeydi. Kendini dindar kabul etmeyen bir Türk/Müslüman bile bu bağlamda bir kimlik algılamasıyla, dininden olumlu referans noktaları bulmaya özen gösteriyordu.
Christian Johannes Henrich'in Doktora sınavında asıl konu, Türk-Ermeni ilişkileri ve Almanya'daki Türklerin topluma uyum sorunu olduğu halde, din faktörü de, yukarıda açıkladığımız anlamda, soru ve açıklamalarda ağırlığını hissettirdi. Hem de bilimsel veri unsuru olarak.
Sonuçta, Henrich'in Doktora tezi, dört jüri üyesi tarafından başarılı bulunarak, summa cum laude (pekiyi'nin üzerinde bir not) ile derecelendirildi. Kıdemli Prof. Geissler, meslek hayatında verdiği çok nadir summa cum laude notunu bu teze vermekten büyük memnuniyet duyduğunu ifade etti.
Sıfır bir'den büyüktür
Summa cum laude, sıfır demektir. Alman not sisteminde küçükten büyüğe doğru derecelendirme söz konusudur: 1 pekiyi, 2 iyi… gibi. Doktorada, tezin niteliğine bağlı olarak sıfır (0) da verilebiliyor; bu, pekiyi'den daha üstün bir not anlamındadır.
Almanların tüm sayılar/rakamlar için Ziffer (sıfır) kavramını kullandığını düşünürsek, sıfıra ne derecede önem atfetmiş olduklarını anlamış oluruz. Sıfırın Arapça (Müslümanların kullandığı) bir kavram olduğu dikkate alınırsa, bu bile bizi tekrar din ve kültür tartışmasına/araştırmasına yönlendirir.
Bilim ve dinde sıfırı yakalasak nasıl olur?
icanbol@hotmail.com
-
kenan elli 13 yıl önce Şikayet Etyaşam ve birikimin bir sonucu . kültürel ve inanç iklimi ile farklı süreçlere tanıklıktan, uluslararası bir platformda bilimsel bir çalışmayı değerlendirerek yön vermede etkinliğin değeri-lezzeti..Beğen Toplam 3 beğeni
-
çubuktan 13 yıl önce Şikayet Etamin. inşALLAH bahsettiğiniz şekilde bilimde dinde gelişenlerden oluruz..Beğen Toplam 4 beğeni
-
İsmetlim 13 yıl önce Şikayet Etöğrencilik-kariyer-jüri üyeliği. öğrenciliğini ikmal ettiği bir yabancı ülkede ,bu sefer de bir doktora tez değerlendirilmesinde jüri üyesi olarak bulunmak, o duyguyu yaşayan için elbette ayrıcalıklı bir durumdur.zira böylesi durumlara fazlaca şahit olamıyoruz.tez konusu da türkiye-ermenistan ilişkileri olunca; danışmanlık ve jüri üyeliğinin önemi,-konunun daha sağlıklı ve doğru temellerde tartışma zemini bulmasına katkı açısından bir kat daha artmıştır- bu gün sektörel bazda özellikle almanya'datürk müteşebbislerin varlığı artmaktadır.işçi olarak gidip işveren olanların sayısı az değildir.fakat bilimsel sahada araştırma ve kariyer yapma girişimleri fazlaca görülmediğinden bizim için bir eksi olarak değerlendirilmektedir.yazıda örneğini gördüğümüz öğrencilik-kariyer serüveni sayısal olarak arttıkça arzu edilen noktaya yaklaşırız inş.Beğen Toplam 5 beğeni
-
Mehmet Ciranoğlu 13 yıl önce Şikayet Etamenna ve saddakna!. ilimsiz din kör, dinsiz ilim topaldır.. vesselam..Beğen Toplam 4 beğeni
-
İbrahim Dursun 13 yıl önce Şikayet Etbilim..din...ve avrupalılar..sıfırı bulan kimdir? müslümanlar sıfırı bulmasaydı ne olurdu?!-1. sıfırı bulan, cebire ad, logaritmaya adını veren bilgin.. türk bilim adamı: harzemi ..ebu abdullah muhammed bin musa el harezmi. harizm 780 - bağdat 850...matematikçi ve astronom.. hive bölgesinde bir türk şehri olan harizm'den bağdat'a gelerek zamanın alimlerinden ders aldı ve kendini yetiştirdi. harizmi, zamanın abbasi halifesi me mun dan yardım ve destek gördü. bağdat taki saray kütüphanesi'nin idaresi kendisine verildi. matematik ve astronomide araştırmalar yaptı. eserlerinde avrupa'nın bilmediği -sıfır-ı kullanıp, cebir işlemlerini geometrik düşüncelerle temellendirdi. harizmi, -kitab ül muhtasar fi hesab il cebri mukabele- adlı eserinde, -cebir- kelimesini matematiğe kazandırdı. cebir konuları metodik ve sistematik olarak ilk defa ortaya koydu. zamanın matematiğine yeni bir yön vermiştir.Beğen Toplam 4 beğeni