Kulağını çek... Tükür... Üç kere vur!
Bizler, poposunu kaşıyıp, duvara 3 kez vurup, kulağını çekerken öpücüğe benzer ses çıkaran zihniyetin evlatlarıyız. Nazar deymesin diye ‘Tü tü tü’ tükürüp duranlardanız.
Her hapşırığa bir ‘Çok yaşa’ düşer bu memlekette. Nişanlısının ya da eşinin çok yaşa dememesiyle suratı asılan hanımların ne kavgaları, ne de sevdaları bitmez mesela...
Senin lafınla, senin arzunla mı çok yaşayacağım ben!... Hapşuuu sesinin hemen ardından gelen bu adet halini almış sözün gerçek manası nedir?
Çok yaşayacağım da ne olacak? Sürünerek mi, gün yüzü görerek mi yaşayacağım? ‘Çok yaşa’ derken aslında ‘İyi yaşa’ demeyi mi kasettettik bunca yıl?
Doğum yapmış kadını ve bebeğini, evde yalnız bırakmadık. Evden de dışarı çıkartmadık inler cinler kapmasın diye. Kırkını çıkaracak evvela. Sanki sertifika verecekler önceki yaşantısında dönebilmesi için! Yoksa, yok...
Sakarlığımızı göze, nazara bağladık. Kırılan bardağın ardından ohh çektik, aynanın ise eyvahhh ...
Teller elinizde, dualar dilinizde o koskoca yokuşu, bir çırpıda çıkıverdi kimileriniz... Münasip bir koca için! Türkiye’min dört bir yanından gelen gelene Telli Baba’ya...
Tamam peki... Bunlar alışkanlıklarımız ve malesef vazgeçemiyoruz. Ama lütfen, dinimiz böyle buyurmuş gibilerinden yapmayalım...
Bilenle bilmeyen bir olur mu? Olmaz...
Biz de bilelim ve bilmeyenlerle bir olmayalım istedim.
‘Din’ ile uzaktan yakından alakası olmayan, bu saçma sapan davranışların aslını astarını, ‘Aptal’ değil ‘Abdal’ olmak adına, Değerli Hocam; Gaziozmanpaşa Müftüsü İsa Gürler’e sordum.
1-Lausa kadını belirli bir süre yalnız bırakmamanın, yeni doğan bebeğin tırnaklarını kesmemenin ve ‘Kırkını çıkartmak’ adı altında yapılan daha birçok davranışın, islamiyette yeri var mıdır?
Doğum yapmış annelere ne gibi tavsiyeleriniz olur?
Loğusa olan kadını belli bir süre yalnız bırakmamanın, yeni doğan bebeğin tırnaklarını kesmemenin, “Kırkını çıkarmak” adı altında, loğusa kadının kırkından sonra çocuğunu alıp komşu ve akrabalara götürerek kırk uçurtması gerektiğine inanmanın, loğusa kadını ve çocuğunu kırk günde kırk tane çakıl taşıyla yıkamanın, loğusa kadının korkmaması için başına süpürge, bıçak vs. koymanın, loğusa kadının banyo suyuna kırk adet taş kaymanın, loğusa kadın ve çocuğunu kırkı çıkmadan dışarı çıkartıldığı takdirde, üzerine ağırlık inebileceğine inanmanın, loğusa kadının loğusalığı süresince evden çıkmaması gerektiğine inanmanın dinimizle hiçbir ilgisi yoktur. Bunlar dinimize uymayan batıl inançlar ve hurafelerdir.
Bunları uygulamanın da hiçbir faydası yoktur. Loğusa kadını çakıl taşlarıyla yıkamanın hiçbir faydası yoktur. Loğusa kadının misafir uğurlamasının, eline makas ve sabun almasının da hiçbir zararı yoktur.
Kur’an ve Sünnet’e göre loğusa halindeki kadın doğumdan sonra temizleninceye kadar;
a- Namaz kılamaz, oruç tutamaz.
b- Kabeyi tavaf edemez.
c- Kur’an-ı Kerim okuyamaz, Kur’an-ı Kerğm’e el süremez. Dua mahiyetindeki ayetleri ‘Fatiha, Felak ve Nas sureleri gibi) okuyabilir. Elhamdülillah, Sübhanellah, Allahüekber, Lailahe İllallah gibi Allah’ı anma ifadelerini söyleyebilir.
d- Cinsel ilişkide bulunamaz.
Loğusa olan kadın, bunların dışında kalan dini, sosyal ve ailevi her türlü görevini yapabilir. Loğusa durumundaki kadın Kur’an-ı Kerim’in ifadesiyle eziyet ve sıkıntı olarak nitelendirilen bu durum esnasında biraz önce belirttiğimiz bazı ibadetler ve cinsel ilişki dışında her türlü sosyal etkinliğini sürdürebilir. Bunun aksini söylemek, kadını bazı özel haklarından mahrum etmek olur.
2-Nikah esnasında gelin ve damadın birbirlerinin ayaklarına basması ve iki bayram arası nikah yapmamak, halkımız arasında epey yaygın bir inanç olmakla beraber, dinimiz böyle buyurmuş diyenlerin sayısı da oldukça yüksek. Bu konuda bizi ve yeni evlenecek çiftleri, ne yapmaları ve yapmamaları konusunda bilgilendirir misiniz?
Nikah, sağlam bir aile yuvasının, huzurlu bir hayatın ve düzenli bir neslim temel taşıdır. Nikah kıymanın ve düğün yapmanın belirli ve sınırlı bir zamanı olmadığı halde, “İki bayram arası nikâh kıymayı uygunsuz saymak” gerçeği saptırmaktır. Uydurma, asılsız bir sözdür. Nikâhın sıhhat şartları arasında “İki bayram arasında olmaması” gibi bir kayıt bulmak mümkün değildir. Nereden çıktığı bilinmeyen bu asılsız sözün, toplumun bazı fertleri arasında zaman zaman ortaya atılması gerçekten üzücüdür.
“İki bayram arası nikah kıyılmaz” uydurması, delilsiz bir söz olmanın ötesinde, Hz.Peygamber’in Hz.Aişe Validemizle evlenmesi Ramazan ayını takip eden Şevval ayın içinde gerçekleşmiştir. Yani Hz.Peygamber iki bayram arasında evlenmiştir. Diğer taraftan iki bayram arası olmayan gün bulmak mümkün değildir. Zira Ramazan Bayramıyla Kurban Bayramı arasında iki ay on günlük bir zaman varsa, Kurban Bayramıyla gelecek yılın Ramazan Bayramı arasında yaklaşık dokuz ay on gün vardır. Biri iki ay on gün olduğu için “iki bayram arası “ kabul edilirken, diğeri dokuz ay on gün olduğu için iki bayram arası kabul edilmemesinin anlaşılması gerçekten mümkün değildir. O halde “iki bayram arası nikâh kıyılmaz” sözü gibi asılsız söylentiler önemsenmemelidir. Nikâhın ne zaman kıyıldığına değil, kurulan yeni yuvanın sağlam temeller üzerine kurulup kurulmadığına bakılmalı. Allah’ın emri, Hz.Peygamber’in sünneti sözleriyle başlatılan evlilik hayatının, Allah’ın emri ve Hz. Peygamber’in sünneti üzerine başlayıp mutlu bir şekilde devamının sağlanmasına çalışılmalı.
Nikâh esnasında gelin ve damadın birbirlerinin ayağına basması halinde, önce basanın sözünün geçeceğine inanmak gibi inanışlar da batıl inançtır, hurafedir. Dinimizle hiçbir ilgisi yoktur. Nikâh esnasında gelin ve damadın birbirlerinin ayağına basmaya çalışmaları, sadece gülüşmelere sebep olmaktadır. Gerçek hayatta bunun hiçbir etkisi yoktur.
Evlenen çiftler birbirlerinin hak ve hukukuna riayet etmeli, birbirlerine sevgi-saygı, hoşgörü içinde davranmalı. Birbirleriyle çekişmeden, kötü söz söylemeden, hatır yıkıp gönül incitmeden birbirlerinin fikir ve görüşlerini paylaşmalı.
3-Cam ve porselen bir eşyanın kırılması sonucunda ‘oh nazar’ gitti deyip, rahat nefes alanlar, almaya devam etsin mi?
Nazar için ne yapmalıyız? Nazar diye birşey var mıdır?
Nazar, bakış veya bakmak anlamında bir kelimedir. “Göz değmesi” anlamında kullanılmaktadır. Nazar kelimesi Türkçe’de nazara gelme, nazara uğrama şeklinde de anlaşılır. Genellikle sebebi bilinmeyen bir sıkıntı olduğunda, halk arasında “nazar değdi” , “nazara geldi” gibi ifadeler kullanılmakta, “kem göz” deyimi de bunun için söylenmektedir.
Kur’an-ı Kerimde dolaylı olarak nazardan söz edilmektedir.Kalem Suresinin 51.ayetinde Hz.Peygamber’e hitaben şöyle buyurulmaktadır: “ Gerçekte o inkarcılar, Kur’an-ı işitlikleri zaman, neredeyse gözleriyle seni devirivereceklerdi.”
Hz.Peygamber de; “Nazardan Allah’a sığınınız.Çünkü göz değmesi haktır.” Buyurarak nazarın olabileceğini belirtmiş, yanına gelen bir sahabeye de; “Nazardan ve kişilerin kötülüğünden Allah seni korusun.” şeklinde dua etmiştir.
Bunlardan anlaşılıyor ki nazar gerçektir. Gerçek olduğuna göre ondan korunmanın yollarını öğrenmek gerekir. Bu konuda da bizlere en güzel örnek Hz.Peygamber’dir. Hz.Peygamber nazar, göz değmesine karşı Ayetü’l-Kürsi, İhlas, Felak ve Nas Sulerenin okunmasını tavsiye etmiştir. Hz. Peygamber her sabah, her evden çıkışta Allah’ın anarak, yalnız O’na güvendiğini, her şeyi gören ve işitenin Allah olduğunu ifade ederek kötülüklerden Allah’a sığınırdı. Buna göre insan Hz.Peygamber’in yaptığını uygulamalı, Allah’tan başka hiçbir varlığın, hergangi bir zararı gideremeyeceğine inanmalı, yalnız Allah’a güvenmeli, herhangi bir kötülükten korunmak için yalnız Allah’a sığınmalı, Ayetü’l Kürsi, İhlas, Felak ve Nas Surelerini okumalıdır. Kötülüklerden, nazardan korunmak için başka nesnelere sığınmanın, nazar boncuğu vs. gibi şeyleri takmanın dinimizle bağdaşmadığını unutmamalıdır.
Nazar daha çok kıskançlık (haset) duygusu ile gelişir. Kıskançlık duygusunda düşmanlık, kin ve intikam duygusu da gizli olarak vardır. Toplumda nazarı engellemenin en belirgin yolunun, dinimizde çok kötü bir huy olarak belirlenen kıskançlık duygusundan kurtulmak olduğunu da belirtmek isterim.
4-Türbelere adakta bulunmak, türbe ziyaretlerinden şifa beklemek, medet ummak ve dilek dileyip kabul olması için ağaçlara bez-çaput bağmalak bunlar dinimizde var mıdır?
Türbe ziyaretlerini nasıl bir hal içersinde yapmalıyız?
İslam dinine göre türbe ve yatırlara adak adanmaz, kurban kesilmez, bez-çaput bağlanmaz, türbe ve yatırlardan medet ve şifa umulmaz, el-yüz sürülmez. Bu ve benzeri bid’at ve hurafeler dinimizce kesinlikle yasaklanmıştır.
Adak, Allah’ın rızasını kazanmak ve yalnız O’na ta’zimde bulunmak için yapılması zorunlu olmayan, namaz,oruç, kurban gibi farz veya vacip olan ibadet cinsinden bir şeyi yapmaya Allah için söz vermek ve böylece o ibadeti kişinin kendi üzerine vacip kılarak zorunlu hale getirmesidir.
Adak bir manada ibadettir. İbadet ise sadece Allah’a yapılır. Bu itibarla türbeye adakta bulunulması caiz değildir. Ölülere adak adanmaz.
İslam Dinine göre dilek yalnız Allah’a karşı yapılmalıdır. Çünkü dilekleri, istekleri yerine getirebilecek tek kudret sahibi Yüce Allah’tır. Kur’an-ı Kerimde Al-i İmran Suresinin 26. Ayetinde şöyle buyrulmaktadır: “ De ki; mülkün sahibi Allah’ım! Sen mülkü dilediğine verir ve dilediğinden geri alırsın. Dilediğini yüceltir, dilediğini alçaltırsın. Her türlü iyilik senin elindedir. Gerçekten senin her şeye gücün yeter.”
Dilek veya başka bir deyişle dua, insan için bir ihtiyaçtır. Dilek ve duadan sonra insanın gönlünde bir ümit, bir ferahlık hissedilir. Dilek ve dua psikolojik bunalımlara karşı koruyucu bir tedbirdir. Aynı zamanda dilek ve dua gönülden samimiyetle yapılmalı, yardım yalnız Allah’tan istenmelidir. Çünkü her şey O’nun kudretindedir. O’nun izni ve haberi olmadan hiçbir şey olmaz. Yüce Allah kendisine yapılan duaları mutlaka kabul eder. Nitekim Bakara Suresinin 186. Ayetinde şöyle buyurulur: “ Kullarım, beni senden sorarlarsa, bilsinler ki, gerçekten ben onlara çok yakınım. Bana dua edince, dua edenin duasına cevap veririm.”
Türbe ziyaretini, kabir ziyaretini Peygamberimiz tavsiye etmiş, “Kabirleri ziyaret ediniz. Çünkü kabirleri ziyaret, size ahreti hatırlatır.” Buyurmuştur. Kendisi de Uhud şehitlerini, Medine’deki Cennet’ül Baki Kabristanını zaman zaman ziyaret etmiştir. Kabirleri ziyaret ederek geçmişlerimize dua etmemiz , hem geçmişlerimiz için hem de hayatta olanların ölümü hatırlayarak kendilerine çeki düzen vermeleri için yararlıdır. Ziyaretçinin Kur’an okuması Fatiha ve İhlas Surelerini de okuması sevaptır. Bu sevabı ölülere bağışlamasından onlar yararlanır. Kendisine de Allah ecir ve mükâfat verir. Türbeleri ziyaret tarihi bağlarımızı da kuvvetlendirir. Ancak bid’at ve hurafelerden, dinimizin tasvip etmediği davranışlardan ziyaret esnasında sakınılmalıdır.
Türbeden şifa istenmez. Şifa da yalnız Allah’tan istenmelidir. İnsan hastalıktan şifa bulmak için tedavi yollarını aramakla ve tedavi olmakla emrolunmuş, Hz.Peygamber “Ey Allah’ın kulları tedavi olunuz.” Buyurmuştur. Şifa bulmak için her türlü tıbbi tedavi yolu seçilip uygulanmalı, bununla birlikte Yüce Allah’a dua edilmelidir.
5-Cenazenin 7., 40., 52. gecesi ile ölüm yıldönümünde hatim ve mevlit okutmak dinimizce buyurulmuş mudur?
Ölmüşlerimiz için, asıl olan, yapmamız gerekenler nelerdir?
Cenazenin 7., 40., 52. Gecelerini özel bir gece kabul etmek doğru değildir. Bu gecelerde ve ölüm yıl dönümünde hatim ve mevlit okutmak, bu günlerde özel bir merasim tertip etmek dinimizin bir emri değildir. Literatürde ve güvenilir dini kaynaklarımızda bu günlerle ilgili hiçbir ciddi kayıt yoktur. Bu günlerle ilgili ileri sürülen görüşlerin tamamı hem dini hem de bilimsel yönden dayanıksız ve gereksizdir. Kur’an okumak, Kur’an-ı hatmetmek elbette güzel bir davranıştır ve sevaptır. Cenaze için dua etmek, bir fakire sadaka vermek her zaman iyidir. Şu veya bu geceye tahsis edilmez. Okuduğumuz Kur’anın sevabını geçmişlerimize bağışlayabiliriz. Onlar bundan istifade ederler. Mevlit okutmak da dinimizin bir emri değildir. Ancak halkımız arasında gelenek haline gelmiş güzel bir adettir. Vefat eden kimseler için dua etmenin onların bağışlanması için Allah’a yalvarmanın onlar için Fatiha ve İhlas okumanın özel bir gün ve geceye tahsis edilmesi söz konusu değildir. Her zaman yapılabilir. Burada en güzel olan kişinin kendi geçmişleri için bilebildiği kadar Kur’an okuması ve ruhlarına sevabını bağışlaması ve onlar için dua etmesidir. Şu da unutulmamalıdır ki, Kur’an sadece mezarlıkta veya ölü arkasından okunmak için indirilmemiştir, emirlerine uyup yasaklarından sakınılmalı ve böylece dünya ve ahret mutluluğuna ulaşılmaya çalışılmalıdır.
Anne babamız öldükten sonra da yapmamız gereken bazı vazifeler vardır. Bunlar;
Onları rahmetle anmak, onlar için dua etmek, onlar için hayır yapmak, vasiyetleri varsa yerine getirmek, dostlarına iyilik etmek ve onlara kötü söz söylenmesine sebep olacak davranışlardan sakınmaktır.
Peygamberimize bir adam gelerek “Anne ve babamın ölümlerinden sonra onlara yapacağım bir iyilik var mı ? diye sormuş, Peygamberimiz cevaben şöyle buyurmuş: “ Evet onlar için Allah’tan af dilemek, vasiyetlerini yerine getirmek, onlar vasıtasıyla olan akrabaları ziyaret etmek ve onların dostlarına ikramda bulunmaktır.”
6- Hapşuran kişiye ne demeliyiz?
Peygamberimiz hapşıran bir kardeşimize karşı iyi dilekte bulunmanın, müslümanın müslümana karşı bir sorumluluğu olduğunu belirtmiş ve şöyle buyurmuş: “Müslümanın müslümana karşı 6 temel sorumluluğu vardır. Kim bunlardan birini yerine getirmezse kardeşine karşı bir görevini yapmamış olur. Bunlar; Davet ettiğinde icabet etmek, karşılaştığında selam vermek, hapşırdığında iyi dilekte bulunmak, hastalandığında ziyaret etmek, vefat ettiğinde cenazesine katılmak ve nasihat istediğinde öğütte bulunmaktır.”
Hz.Peygamber hapşıran kişinin Elhamdülillah (Allah’a hamdolsun) demesini, onu duyan kişinin de hapşıran kişiye Yerhamükellah (Allah sana merhamet etsin) demesini, daha sonra da hapşıran kişinin Yehdîna ve Yehdikümüllah (Allah bizi ve sizi hidayete ulaştırsın) şeklinde dua etmesini tavsiye etmiştir.
Not: İsa Hocam, çok teşekkürler ediyorum bu güzel anlatımınız için... Hayırlı bir işe vesile olmuşuzdur inşallah.
Serdem Coşkun / Haber 7
serdemcoskun@gmail.com
-
fanofnur 13 yıl önce Şikayet EtYazara bir önerim olacak.. sayın serdem hanım,bunu size daha önce söyleyecektim ama nasip şimdiyeymiş. O fotoğrafınızı değiştirirseniz gayet iyi olur. Çünkü pek ciddi durmuyor.Beğen
-
faran 13 yıl önce Şikayet Etsayın karakuş... haberi sizden aldım,sizi güvenilir olmayan bri yerine koymadım sadece metin kritiği yapıp anlamı ile o metni barıştırmaya meyettim;hadis için yaptığınız açıklamaya,şerhe katılıyorum,mana itibari ile doğru hatta bunu doğrulayıcı pek çok ayet ve hadisle sizi destekleyebilirim,ben anlama karşı değilim sadece o metinden bu kadar geniş anlam çıkmaz,metni gözden geçirin demiştim..vahye,sünnete teslimiyetimiz var şükür,sizi de kardeş biliriz,sorun yok,..Beğen
-
MURAT KARAKUŞ 13 yıl önce Şikayet EtFaran.... Kimseye kelimelerin sözlük anlamlarını ve yorumlamalarını öğretme gayretinde değilim.Lakin ben yazdığım üzere yazılarımı destekleyerek belgeler ile yazıyorum.Tek kaynaktan değil bir çok farklı kaynaktan yararlanarak klavyemi tuşluyorum.Farazi konuşmalarla ne klavyemi ne de ekranımı meşgul ediyorum.Söz konusu hadisle ilgili olarak araştırmanızı yapınız ve nihayetinde söylediklerimin şahsıma munhasır yorumlar olmadıklarını görecek ve en nihayetinde tavsiye ile fetvanın birleştiği noktayı göreceksiniz.Lütfen bir haber aldığınızda öncelikle araştırınız ve doğrulunu birçok kaynaktan tasdik ediniz ve nihayetinde görüş belirtiniz.Beğen Toplam 1 beğeni
-
faran 13 yıl önce Şikayet Etsayın karakuş muhterem turgut1. bir kere,o hadisin ya kelime eksiği var ya da cümle yapı bozumuna,yol kazasına uğrayarak size,bize gelmiş! hadis mantığı vahyin anlam kapalılığına izin vermeyen uslubuyla birebir! öyle ki çok yerde hz peygamber;.. ha bakın şu anlamamda anlamayın sakın yollu şerhleri ikazları olur'.sayın karakuşun şerhi tamam ama o hadis o anlama gelmez o haliyle lütfen kontrol ediniz! turgut bey üstadım;ben şefaati reddetmedim,şefaat benim sizden çok işime gelkir zira sizin kadar takva ehli değilimdir.ancak ben sadece şefaate dair ayetlerin anlaşılması hususunda farklıyız diyorum bu da biraz sosyolojiye,islam epistemolojisine,felsefesine...bakışımızın farklılığıyla alakalı! daha net sorarsanız daha net şerhederim,çapımca,kabımca...dareyn saadet ile..Beğen
-
MURAT KARAKUŞ 13 yıl önce Şikayet EtFaran.... Bir dini konuyla alakalı olarak insanlara fetva vermek o insanın yapacağı amelin vebalini almaktır ki bu da kul hakkına girer.Zira Rabbimiz ''kul hakkıyla karşıma gelmeyin'' buyurmuştur.Bunu bir kenara bırakalım.Hadise gelince,önce araştırmanızı yapınız.Ben Serdem Hanım'ın yazısını okuduktan sonra güvenmedim yazdıklarına ve araştırdım ve bir çok kaynaktan hadisin aslına ulaştım.Serdem Hanım hariç bütün kaynaklar hadisi benim yazdığım şekilde ifade etmişler.Hadisin kaynağı Ebû Dâvûd Sünen’inde Ebü’d-Derdâ r.a.'dır.Ben efendimiz sünnetine uyarak aldığım haberi araştırdım ve gerçeği yazdım.Ayrıca "Kim, bilmeden fetva verirse, fetva verdiği kimsenin günahını yüklenir. Kim, müslüman kardeşine, bildiğinin aksini tavsiye ederse, ona hainlik etmiş olur."(Ebû Hureyre radıyallahu anh,Ebû Dâvud)hadisi fetva'nın Efendimiz zamanında varolduğunun kanıtıdır.Selametle...Beğen