'Gülen'le görüştükten sonra başımıza gelmeyen kalmadı'

Mustafa İslamoğlu'ndan çok konuşulacak sözler: Fethullah Gülen'le görüştükten sonra başımıza gelen pişmiş tavuğun başına gelmedi.

ABONE OL
GİRİŞ 03.03.2014 11:38 GÜNCELLEME 03.03.2014 13:14 RÖPORTAJ
'Gülen'le görüştükten sonra başımıza gelmeyen kalmadı'

Hüseyin Kulaoğlu'nun röportajı

Paralel yapının, 17 Aralık komplosunun ardından ortaya çıkan sözde Selam Terör Örgütü adı altında 3 yıldır binlerce kişiyi dinlemesi, gündeme bomba gibi düştü. Dinlenenler arasında yer alan Akabe Vakfı'ndan Mustafa İslamoğlu ile de 17 Aralık komplosunu, Gülen Grubu'nun komplonun neresinde durduğunu ve dinleme skandalını Yeni Akit'e anlattı.

17 Aralık operasyonunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

- Bu operasyonu değerlendirirken, 7 Şubat MİT krizine de değinmek gerekiyor. 7 Şubat bir kırılma noktası, 17 Aralık ise kopma noktasıdır. 17 Aralık'ta olan aslında bir tür örtülü darbedir. Millet iradesiyle gelmiş bir hükümeti yıkmaya ve onun yerine geçmeye yönelik bir teşebbüstür. Geçmişte askerlerin yaptığı darbeler ne kadar meşru ise, 17 Aralık da o kadar meşrudur.

17 Aralık ulusal mı, yoksa uluslararası bir operasyon mu?

- Bugün baktığımızda 17 Aralık'ın sadece yerli aktörlerle kotarılan bir kalkışma olmadığı, senaryonun küresel güçler tarafından yazıldığı kanaatindeyim. Eğer bu operasyon yerli olsaydı, iş buralara kadar gelmezdi. Yani devletin hiçbir kanadı bir diğer kanadına karşı böylesine yok edici, gözükara, pervasızca saldıramazdı.

Peki, Fethullah Gülen grubu bu operasyonun neresinde yer alıyor?

- Gülen grubunu şu anda bu operasyonun dışında görmeyi çok isterdim. Bunu söylemeyi çok arzu ederdim ama söyleyemiyorum. Çünkü başından beri operasyonu üstlendiler ve bir parçası olmaktan imtina etmediler. Ellerinde bulundurdukları televizyonlar, gazeteler ve diğer basın-yayın imkânlarıyla operasyonu örtülü ya da açık savunuyorlar. Gülen grubu bu operasyonu üstlenmiş görünüyor.

Siz medya ayağından bahsettiniz. Bir de bunun emniyet ve yargı ayağı var. Neler söylemek istersiniz?

- Meselenin emniyet ve yargı ayağından ziyade dinî ayağının çok daha önemli olduğunu düşünüyorum. Bir kere karşımızda, yola çıkış itibariyle dinî bir yapı var. Bu yapı, eğitimi kendisine alan olarak seçmiş ve bu alanda yürümüş. 1967'lerde yola çıkmış olan hareket; bugün okulları, dershaneleri, basın-yayın organları, ulusal ve uluslararası kurum ve kuruluşlarıyla adeta devlet haline gelmiştir. Dostça bir eleştiri yapmak isterim. Problem, Gülen cemaatinin güce ve nüfuza talip olmasıdır. Kur'an'daki Tekasür Sûresi'nde ifade edildiği gibi ben bunu "Tekasür Krizi" olarak adlandırıyorum. Yani çoğaltma tutkusu krizi.

Gülen grubunun bugüne kadar İslâmî cemaatlerle ilişkisi nasıldı?

- Bu konuyu genel üzerinden değil de şahsi ilişkilerim üzerinden cevaplandırmak istiyorum. Gülen grubuna mensup insanları 30 yıldan beri tanırım ve görüşürüm. Hocaefendi ile tanışmam ise 10 yıl önceye dayanıyor. Hocaefendi hakkında bir karalama kampanyası yapılmıştı ve o dönem Akit gazetesindeki köşemde yapılanın yanlışlığına dair bir yazı yazmıştım. Bu yazı üzerine mektuplaştık ve 2009 yılında bir program nedeniyle gittiğim Amerika'da bir görüşmemiz de oldu.

Bu görüşmede neler konuştunuz?

- Problem olarak gördüğüm bazı meseleleri ilettim ve daha sonra bir mektupla da bu eleştirilerimi teyit ettim. Özetle Cemaatin, Müslüman cemaatler içerisinde abilik konumuna oturduğunu ama obez bir abi olduğunu, elindeki rızkı; küçük kardeşlerine paylaştıracağına, küçük kardeşlerinin önündekini de almaya çalıştığını söyledim.

İkincisi; ümmetin çıkarı ile cemaatin çıkarı ne zaman çatışsa, bugüne kadar hep ümmetin çıkarını değil, kendi çıkarını öncelediğini ifade ettim.

Üçüncüsü; Cemaatin bir menfaat grubu görüntüsü verdiğini belirttim.

Dördüncüsü; zengin sever bir görüntü verdiğini, yoksul, muhtaç, mağdur ve mazlum kesimlere sahip çıkması gereken bu yapının güç ve nüfuza sahip çıktığını münasip bir lisanla ilettim. Bu eleştirileri hem hocaefendiye, hem de cemaatin buradaki temsilcilerine ilettim.

Paralel yapının son olarak sözde Selam örgütü adına binlerce telefon dinlemesi gerçekleştirdiği ortaya çıktı. Dinlenenler arasında siz de varsınız. Bu olayı nasıl görüyorsunuz?

- Dinleme olayı bir kere insan onuruna saldırıdır. Dolayısıyla ayıptır ve ahlâksızlıktır. Zira siz karşınızdakinin hanesine saldırıyorsunuz. Hanesine tecavüz ediyorsunuz. Mahremiyetini yok ediyorsunuz. Beni, kızımı, oğlumu, ailemi dinlemişler. Sadece cep telefonumu değil, ev telefonumu da dinlemişler. Bu dinleme çok ilginçtir, gece gündüz yapılıyor. Düşünün, üç sene dinleyeceksiniz, üç sene dinlediğiniz insandan o kadar çok kelime alırsınız ki, bu kelimelerle yazmayacağınız şey yok, yapmayacağınız montaj yok. Ona konuşturmayacağınız söz yok.

İkincisi; bu suçtur. Hâkimin, savcının, emniyetin, istihbaratın yardım ve yataklık ettiği bir suçla karşı karşıyayız. Benim adil bir ortamda yaşamam için var olan bir yargı müessesesi benim aleyhime çalışan bir kuruma dönüştürülüyor.

Üçüncüsü; haram. Keşke beni dinleyeceklerine Allah'ı dinleselerdi. Allah'ı dinleselerdi Hucurat Sûresi'nin 12. ayetini görmüş olurlardı. "Tecessüs etmeyin." Yani mahremiyete göz uzatmayın, kulak uzatmayın. Dolayısıyla Allah'ı dinlememişler de beni dinlemişler veya birçok insanı dinlemişler. Bir de bu dinleme olayında algı operasyonu yapıldı.

Nedir bu algı operasyonu?

- Birincisi; İstanbul Adliyesi'nin önünde sorumlular hakkında suç duyurusunda bulunduktan sonra benim söylemediğim, "Ben dinlenmiyorum ama etrafım dinleniyor" sözü ortaya atılarak, algı operasyonu yapıldı.

İkinci algı operasyonu ise koruma konusu oldu. Koruma meselesi üzerinden magazin ürettiler. Biz orada bir mağduriyeti dile getirirken, algı operasyonuyla asıl söylemek istediklerimizi gündeme getirmek istemediler.

Sizin korumanızın Paralel Yapı'nın adamı olduğu iddia edilen Zekeriya Öz'ün eski koruması olmasını nasıl görüyorsunuz?

- O koruma sadece o günlük benim yanımdaydı. O gün özellikle o korumanın yanımda olması hususunu ben de merak ediyorum. Bu anlamda Emniyet'in de bana bir açıklama borcu var.

Gülen grubunun sizin deyiminizle paralel bir din olduğu ortaya çıktıktan sonra grup içerisinde dağılma söz konusu olur mu?

- Cemaatin içerisinde üç kesim olduğunu görüyorum. Birinci kesim; Gerçekten samimi, candan, mü'min insanlar. İkinci kesim de; cemaatten nemalanan ve cemaati bir menfaat organizasyonu gibi gören insanlar. Üçüncü kesim ise çok elit, çok az. Bu kişiler beyin takımını oluşturan ama beyni kendilerine bırakılmamış, yani merkezden "Biz yaparız" diyen bir takım.

Bu üç kesimden birinci kesimin ciddi manada şu anda bir kısmının koptuğunu görüyorum. Bu kişiler, "Biz bunun için yapmadık, bunun için yardım etmedik, bunun için para vermedik" diyor. Birinci kesimin ikinci kısmıysa şu anda tereddüt ve ciddi bocalama yaşıyor. Evini buz üzerine yapan, güneşin doğmasını istemez. Birinci kesimin üçüncü kısmı ise sırasını bekliyor. Önümüzdeki dönemde mesele iyice açıklığa kavuşunca o samimi kesim de kararını verecektir.

Eklemek istediğiniz bir şey var mı?

- Ankara'dan çok yetkili bir makamdan haber aldım. 17 Aralık ve 25 Aralık operasyonlarının ardından üçüncü bir operasyon yapılacakmış ve bizim de içinde olduğumuz bir grup insana yönelik olacakmış. Bu operasyon kapsamında tutuklamalar planlanıyormuş. Son sözüm, Allah'ın kelamı olsun: Akıbet muttakilerindir.

GÜLEN'LE GÖRÜŞTÜKTEN SONRA BAŞIMIZA GELMEYEN KALMADI

Gülen, baş başa görüşmenizde size ne cevap verdi?

- Hocaefendi gayet nazikâne davrandı; fakat oradan çıktıktan sonra başımıza gelen pişmiş tavuğun başına gelmedi.

Başınıza neler geldi?

- Şahsi olarak başıma gelenleri anlatarak olayı kişiselleştirmek istemiyorum. Ancak Akabe camiası olarak size birkaç örnek verebilirim...

Akabe kardeş kuruluşlarımızdan bir arkadaşımızın uzak vilayetlerden birinde bir BAĞ-KUR davası var. BAĞ-KUR memuru, primleri alıyor ve yolsuzluk yapıyor. Bizim arkadaşımız mağdur ve bu dava da 15 senedir sürüyor. Mağdur olan arkadaşımızı davaya götürmek için bileğine kelepçe takıp hapse attılar. Yalvar yakar, rica minnet ancak kelepçeli şekilde uçakla davaya gönderme izni alabildik. Bu olayın arkasını araştırdığımızda ise karşımıza Cemaat çıktı.

İkinci olay ise yine Akabe kardeş kuruluşlarımızdan bir yardım kuruluşumuzun kamu yararına vakıf statüsü alabilmesi için müracaat ettik. Yeterlilik teftişi yapan müfettiş geldi ve açıkça kuruluşumuzun başkanına, "Ben size yeterlilik raporu vermeyeceğim. Çünkü siz cemaati eleştiriyormuşsunuz" dedi. Bu hâkim ve müfettiş cemaatin değil, devletin memurudur. Cemaatten değil, milletten maaş almaktadır. Sadece size iki olay anlattım. Dolayısıyla bu manada bugüne kadar birçok olay yaşadık.

PROBLEM, BEDDUANIN ÖTESİNE GEÇMİŞ

Gülen'in bedduasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

- Bazı cemaat evlerinde toplu beddualar olduğu kulağıma geliyor. Gerçekten de çok garip bir durumla karşı karşıyayız. Bâtıni karakter burada ortaya çıkıyor. Yani insanlar merkezden gelen emir ile dua edip, merkezden gelen emir ile beddua ediyorlarsa, burada problem bedduanın ötesine geçmiş demektir.
Çok temelde bu insanlar akıldan, düşünmeden, iradeden muaf tutuluyorlar. Yani bu insanların kitle halinde akıllarına, düşüncelerine ve iradelerine yönelik bir tehdit var. Ben bunu bin tane bedduadan daha ağır bir tehdit olarak görüyorum.

‘GÜLEN GRUBU KULLANILIYOR MU?'

Gülen'in; Koç ve Sabancı gibi Türkiye'deki en üst işadamlarıyla Uganda'daki petrol rafinerisinden, Çin'deki büyük işe kadar bu türlü ilişkilerin içerisine girmesi doğru mu?

- Şahsen benim için sürpriz olmadı.

Gülen grubu kullanılıyor mu, piyon mu?

- Bu herkesin merak ettiği bir soru. Bu noktada zan ile konuşmaktan Allah'a sığınırım; ancak ben de kamuoyu gibi merak ediyorum. Bunu aydınlatacak olan bu ülkenin yargısıdır. Ben bu ülkenin yargısından, sıradan bir vatandaş olarak talepte bulunuyorum. Bu iddiaların gerçeği ne ise aydınlatsın, araştırsın, önümüze koysun ki vatandaşlarını gıybet, dedikodu, su-i zan ile karşı karşıya bırakmasın. İyi bir devlet bunu yapar.

MİLLİ İRADE VE HAKİKAT KAZANACAK

AK Parti ile Cemaat arasında yaşanan çatışmanın gidişatı ne olur?

- Parçada şer gibi görünüyor ama bütünde hayır olacak. Eğer bu olay bugün yaşanmasa da daha sonra yaşansaydı, daha büyük zarar verebilirdi. Daha büyük zayiat verebilirdi. Türkiye, tecrübesinin üzerine yepyeni bir tecrübe daha kattı. Aslında bizim tecrübemizden İslâm dünyası, hatta bütün dünya istifade edebilir. Bu tecrübe bize hiçbir kutsal değer ve dinî değer adına, hiçbir grubun, yapının, cemaatin, camianın siyasi güç ve nüfuz peşinde olmamasını öğretti. Siyasi gücü millet temsil eder. Millet bu gücü kullanmak için kendi eliyle, iradesiyle seçer ve seçtikleri aracılığıyla sadece bu gücü kullanır. Seçtiklerini de millet, istediğinde indirir. Milletin iradesinin geçerli olmadığı alanlarda güç ve nüfuz kullanımı ve kayıtdışı siyasetin zehirli olduğunu bir kez daha tecrübe ettik.

Bu durumda böyle bir mücadeleden hiç kimse hasar almadan çıkamaz. Şu anda kırılma döneminden geçiyoruz. Nöbet değişim anlarından geçiyoruz. Bu süreçte yapılacak bir hata, belki yüz yıla damgasını vuracak, yüz yıla damgasını vuran da bin yıla damgasını vuracak. Önümüzdeki süreç çok zayiatlı, mücadeleli geçecek; fakat nihayetinde Allah'ın izniyle bu millet ve bu milletin iradesi kazanacak. Yani hakikat yerini bulacak, hakikat kazanacak.