Kahraman: Laikçiler yüzünden gül bitmedi
Türkiye'yi dönüştüren ekibin fikri ve aksiyon ağabey'i olarak bilinen Eski Bakan Kahraman Türk siyasetine dair önemli tespitlerde bulundu.
ABONE OLRefah-Yol Hükümetinin Kültür Bakanı ve Milli Türk Talebe Birliği (MTTB) Eski Başkanı İsmail Kahraman İŞKUR'un İstihdam'da3i dergisine çok özel bir röportaj verdi.
Genelde siyasetçi kimliğinizle tanımlanıyorsunuz, oysa Milli Türk Talebe Birliği Başkanlığı, Birlik Vakfı gibi Türkiye'nin kültür, siyaset ve cemiyet hayatına pek derin tesirler etmiş sivil toplum teşkilatlarının kurucu ve öncüsü konumunuz daha "dominant" olmasına mukabil "siyasetçi kimliğiniz" neden daha çok öne çıkmaktadır?
Türkiye dinamik bir ülke… İçinden yaşadığımız son iki asır, pek çok siyasi ve içtimai meşakkatlerin yaşandığı bir dönem oldu. Zorlu meseleler, ülke selameti için siyaseti mecburi kıldı. Hayatın kendisi, bizzat siyaset oldu. Hayata adaletle, güzellikle, irfanla, erdemle tutunmanın zarif sanatıdır siyaset. Siyaset başka, politika başkadır. Politika, poli(tika) çok yüzlülüktür. Günü birlik çıkarlar için değersiz,ilke açgözlülüğü ifade eder. Oysa siyaset başka bir hadisedir. Siyaset günü birlik çıkarlar için yapılmaz. Siyaset, insanın dünyayı müspet yönde değiştirmesi için en ulvi meziyetlerini, erdemlerini katarak faaliyette bulunduğu, mücadele ettiği bir alandır. Açınız lügatleri bakın siyasete politika yazar, politikaya bakın siyaset yazar. Hâlbuki bu yanlıştır. Siyaset idaredir, idare etmektir. Zaten hayatın tamamında da dediğim gibi bir siyaset hadisesi vardır. Siyasetsiz bir insanın olması ya da siyasetsiz düşünen bir insan olması mümkün değil. O yüzden siyaset cemiyet faaliyetlerinin en önemli hususiyetidir. Bir insan için cemiyet faaliyetleri mevzidir;orda fikriyatı cihetinde kendini tahkim eder. Oysa siyasette bulunanların devamlı toplumla, milyonlarca kalabalıklarla karşı karşıya, yüz yüze olması vardır. Yüzü teşkilatlardan daha fazla tanınır. O yüzdendir ki, siyasette olanlar daha çok bilinirler. Tanınır olmak bağlamında siyasetin sunduğu cömertliği, cemiyet ortamındaki faaliyetler aynı cömertlikte sağlayamamaktadır.
1961 Darbesiyle başlayan süreçte Türkiye'de çok şeyler değişti. Siz de o dönemi bütün cihetleriyle yaşayan bir ağabey şahsiyet olarak bugün neler söylemek istersiniz?
1961 Darbesi gibi her darbe, fikir hareketlerini güçlendirir.Baskı yapar. Birçok şeyi kırar; birçok şeyi devirir. Birini getirir;birini götürür. O arada ezilenler çıkar; üzüntü çekenler olur.Bu süreç içinde fikir hayatı canlanır; yayın hayatı canlanır. Darbeciler, bize baskı yapmak istedikçe, haksızlığa uğramanın psikolojisi ile mücadele için biz iyice bilendik. Böylelikle bizim üniversiteye girdiğimiz senedeki bu darbe hadisesi, bizim derinlemesine bu meselelerin içine girmemize vesile teşkil etti. Üniversiteye girdiğimde bizim hareketimizin önderleri,liderleri vardı, ağabeyleri vardı. Onlarda böyle üzüntü sıkıntı içindeydiler Ve bunların hepsi eğitimle şuurlanmış insanlar değildi. Aileden gelen köklü bir hissiyatla milli bir fikre sahiptiler.
Sayımız belki azdı ama, büyük bir inançla bir araya gelirdik. Yani burada şu mu daha çok emek verdi, bu mudaha çok önderdi diyemeyiz. Topyekûn bir hareketti bu. Az olmakla beraber hepsinin elbirliği yaptığı, güçlü bir hareketti bu. Yazanı da vardı, konuşanı da. Tirajları yüksek değildi belki ama tesir kabiliyeti çok kuvvetli idi. Çok tesirli bir fikri hava oluşmuştu böylelikle...
Bize bir lakap taktılar kuyruk. Niye kuyruğuz?
Bizim başımız Yassıada’da. Bir istiklal mahkemesidir Yassıada. Bir felakettir. Adalet yoktur orada. İsmi yüksek adalet divanı olsa da, adaletle hiç alakası yoktur. 6-7 kez davaları takip etmek için adaya gittim. Bizzat şahit oldum, orası tam felaket idi. Zaten Salim Başol diyor ki; "sizi buraya tıkan kuvvet, böyle istiyor diyordu." Böyle Adalet olmaz. O güne kadar görmediğimiz, bizi şaşkına çeviren bir hadise. Darbeciler, hükümete karşı olduklarından üç değerli insan başbakanı, dışişleri bakanını,maliye bakanını gözlerini kırpmadan astılar. Çok büyük bir zulümdü yapılanlar birçok kişiye 50 yıldan müebbede kadar cezalar verildi. O zulümlerin gizli maksadı, gelişen Türkiye’nin önünü kesmeyi hedefliyordu. Bu yüzden insanların inançlarına, değerlerine karşı husumet besliyorlardı.
1950 ile günümüz arasında 16 darbe yapıldı. Kimisi örtülü,kimisi açıktan; her şekliyle darbe edepsizliktir. Bu darbelerin tamamı, milleti hep hazırlıksız yakaladı. Özellikle 1960 darbesi...Sebebi ve ne olduğu belli değildi. Birden bire hükümet değişti. Milletin iradesiyle hükümette olan siyasi iktidarı, eli silahlı bir grup çete büyük haksızlıklar yaparak alaşağı etti. Ve ilginç olan bugünkü moda tabirle demokratik bir sivil toplum kuruluşu olan Milli Türk Talebe Birliği (MTTB)de bu çeteyi, o günkü idarecilerinin basiretsizliği yüzünden gençlik ve halk nezdinde sonuna kadar destekledi. Bu darbe,toplumda büyük bir travmaya yol açtı; gençlikte büyük yaralar ve bölünmeler meydana getirdi .Bu yaşananların hepsi, bizi üzüyor; kahrediyordu. Demokrat Parti'nin kabahati neydi? Neden eğitim felsefeye dayanıyordu? Pozitivist eğitim sisteminin terk edilmesi ve manevi ve milli değerlerin temellerine dayalı yeni bir eğitim sistemine geçilmesini istiyorduk, bu hedef doğrultusunda istediğimiz; Müslüman Anadolu insanının kendini ifade edeceği, kendi geleneklerini, değerlerini,inançlarını rahat tedris edebilecekleri, nefes alabilecekleri İmam-Hatip okullarını açmaktı.
Demokrat Parti, 1951'de İmam Hatip Okullarını ve sonrasında Yüksek İslam Enstitülerini şimdiki adı olan İlahiyat Fakültesini açtı. Bu girişimler darbeci güruhun hiç hoşuna gitmedi. Radyoda mevlit terennüm edilemez, Kur'an-ı Kerim hiç okunamazdı. Ezan, kendi lisanı olan Arapça da okumak 1932 1950 arası 18 sene yasaktı. Bu darbeci güruh, Türkçe ezan, Türkçe Namaz, Türkçe Kur'an gibi akıl almaz garabetler uydurdular. Milletimizin değerleriyle, hassasiyetleriyle alay ettiler. Namaz kılıp Kur'an okuyanları, gerici, yobaz yaftasıyla yaftalıyorlardı. Öylesine şedîd bir baskı ve aşağılama vardı ki ;bugünden o gün olanları anlatmak ve tabiî ki anlayabilmek pek zordur.
Bu kötülük ortamında siz ve arkadaşlarınız ne yaptınız?
Tarihinizin binlerce yıla dayalı olduğuna inanıyorsunuz. Bir sabah size 1923'le başlayan bir tarih ezberletmeye başlıyor birileri. Daha eskisi yok.
Oysa koca bir tarihiniz var; kökleriniz var; bütün bunları yüksek bir tecessüs içinde yeniden bulmak, yeniden manalandırmak için bir arayış,bir silkiniş ihtiyacı duyuyorsunuz. Bu durum gençlikte bir araya gelme, cemiyetleşme lüzumu kendiliğinden oluşturdu. Birbirimizi hiç tanımıyoruz. Ama sanki birbirimizi, bizim hafızamızdan çalınmak istenen yıllar kadar tanıyormuş gibi bir hissi paylaşıyoruz aramızda... Kimi İstanbul’dan, kimi Rize’den, kimi Edirne'den, kimi Diyarbakır'dan, kimi İzmir'den, kimi Kars'tan, vatanın dört bir yanından yüzlerce insan bir araya geldi böylelikle. Bu fikir ve hissiyat beraberliği, caminin bir araya getirdiği, seccadenin bir araya getirdiği ve o kuyruk dedikleri ezilmişlerin bir araya getirdiği,şedîd bir şekilde baskılanan insanlar topluluğuyduk.
Fikir ve hissiyatta birlik olmak,elbette pek mühim bir şeydir, ancak bunun yeterli olmadığına ve bir müessese etrafında teşkilatlanmanın çok elzem olduğuna inanmaya başladık. Baktık ki bu talebe teşkilatları hakikaten mühim. Çünkü 1960 darbesi, halk ayağını, öğrenci ayağını MTTB'de örgütledi ve desteğini oradan aldı. O günkü MTTB'nin başında bulunanlar, darbenin sözde halk ayağını oluşturuyordu. Darbecilere destek verdiler. Bu kişilerle bugün yakın dostluklarımız var. Zaman haklı olduğumuzu,gerçeğe dayanmayan çarpıtmaların ülkemizin ilerlemesinin önlenmesine yönelik olduğunu ispatladı.
MTTB'nin bu desteği darbecilere verdiğini görünce siz neler yaptınız?
Talebe teşkilatlarının darbelere verdikleri bu desteği ve örgütlenmenin çok mühim olduğunu görünce biz de talebe cemiyetlerinde, talebe derneklerinde yer bulalım ve kendi mücadelemizi bu teşkilatlar vasıtasıyla verelim diye düşündük. Nitekim 1963'te ilk cemiyetimiz Hukuk Fakültesi Cemiyeti oldu. 1963'te ben Talebe Cemiyeti'nde idare heyetinde yer aldım. Bilahare de cemiyetin başkanı oldum. Türkiye'nin milli meseleleri hakkında bildiriler, kanun tasarıları hakkında görüş ve tenkitler, gençliğin meseleleri ile ilgili pek çok faaliyet içinde yer aldık böylelikle. Çalışmalarımız talebelerle ve toplumla her türlü irtibatı kurmamıza, her türlü girişimde bulunmamıza imkân vermekteydi. Ancak bununla iktifa etmedik tabii. Arkasından da diğer fakülte, derneklerden pek çok derneği alarak ve kongrelerini kazanarak MTTB'nin alt yapısını oluşturan tüm dernekleri kontrol altına almış olduk böylece. 1960 darbesini destekleyen marksist, sosyalist fikriyata sahip zevatın elinden MTTB 1965 senesinde yapılan kongreyle maneviyata, mukaddesata dayalı, milli ruh ve fikriyata sahip Rasim CİNİSLİ’nin genel başkanlığında yeni bir ekip idareyi ele aldı. 1965'ten itibaren MTTB'nin çalışmalarını manevi ve milli temellere dayalı olarak yürütmesi milletin değerleriyle sulh ve ahenk içinde olması milletimiz ve insanımız için fevkalade güzel neticeler doğurdu
.Siz ne zaman başkan oldunuz?
MTTB Genel başkanlığım, 1967-1969 arasındaki 48. Döneme tekabül etmektedir. Vakalar, toplumun içinde bulunduğu şartlar ve hadiseler sizi faaliyete sürüklüyor, Mitingler, yürüyüşler, konferanslar birçok faaliyetler yapılıyor. Milli davada manevi sahada söz sahibi ve muvaffak olmak için MTTB içinde çeşitli alt birimler kurduk. Müdürlüklerimiz, komisyonlarımız, kulüplerimiz oldu.Bir nevi devlet yapısı gibi, hükümet yapısında ne varsa bizde de var. Güzel sanatlardan, uluslararası ilişkilere, edebiyata, sinemaya,kültürden, basın yayına kadar muhtelif alanlarda komisyonlarımız, müdürlüklerimiz ve kulüplerimiz vardı. Bu teşkilat şeması içindeki bir çok genç mühim vazifeler yaptı,başarılara imza attı.
Bu birimlerin içinde vazifeli olanlardan kimleri hatırlıyorsunuz efendim?
Mesela bir önceki cumhurbaşkanımız Sayın Abdullah Gül,sinema kulübünün başında idi, aynı zamanda da MTTB'nin Merkez İcra Konseyi sekreteri ve İ.Ü İktisat Fakültesi Talebe Derneği Başkanı idi. Tarım ve Köy İşleri eski bakanı Prof. Sami Güçlü, MTTB Merkez İcra Konseyi muhasibi idi. Yine şimdiki Cumhurbaşkanımız Sayın Tayyip Erdoğan kültür müdürlüğü yapmıştı. Beşir Atalay ile Bülent Arınç Beyler, Ankara Hukuk Dernek başkanlığında birbirlerine halef ve selef oldular. İsim saymadan özetle ifade edeyim ki ; bugün fikir, düşünce ve siyaset alanında çalışmaları ile temayüz etmiş çok sayıda kişi, MTTB’nin teşkilatlarının çatısı altında yer almışlardır.
Söylediklerinizden şu anlaşılıyor ki bugün Türkiye'yi yöneten insanların neredeyse tamamına yakını, 1960'larda yürütülen mücadeleler sonucu oluşan kazanımların aksiyona dönüştüğü teşkilatlarda yetişti. Ve bu teşkilatların başında siz ve arkadaşlarınız vardı. Türkiye'yi dönüştüren yenilikçi bu genç ekibin fikri ve aksiyon önderi - ağabey'i olmak nasıl bir duygudur?
1960 darbesi her şeyi alt üst etmişti. Ortalığa kasvetli bir hava çökmüştü. İşte o dönemlerde içinde yaşadığı ülkenin meseleleri konusundaki derdi ve hassasiyetleri olan gençler bir araya geldi. Cemiyet oldu. Müşkülatları aşmak için pek çok külfeti göğüslendi. Kendilerine idealler, istikametler belirlediler.Heyecanla meselelere eğilen gençler, istikametlerini bu ülkenin refah mutluğu için daha iyi şartlarda nasıl idare edileceği konusuna yoğunlaştılar. Memleketin dertlerine yoğunlaşanlar, bugün lokomotif oldu. Bu ülkenin toprağını tanımayanlar, bunu anlamaz; anlamadılar.
Gençlere idealizm, dürüstlük, fikir zenginliği,ilim, tecessüs ve kıymetli yüksek şahsiyetli bir karakter yapısı kazandırmak varken, gençleri filateli kulübüne,dağcılık kulübüne, bale ve dans kulübü gibi köksüz,satıhta kalan, gündelik zevklere hitap eden çalışmalara yönlendirdiler. İşte dün, zevklerinin esiri olmayıp fikri yapısını geliştirenler, kitap okuyanlar, güzel sanatlarla ilgilenenler, milli idealler uğruna külfet ve fedakarlık üstlenenler, gündüz ve gecelerini müspet çalışmalarla geçirerek uykusuz kalanlar bugün, ülkemizi sevk ve idare etmektedirler. Bu tabloyu görmek ve yaşamak nasıl bir bahtiyarlıktır anlatamam...
Biz bu ulvi yolda başaranlarımızla iftihar ediyor, mutlu oluyor ve ülkemiz adına daha nice muvaffakiyetlere erişilmesi niyazında bulunuyoruz.
12 Eylül 1980 darbecileri gençlerin örgütlendiği demokratik cemiyet ve dernek yapılanmalarına nasıl yaklaştı?
Pozitivist - darbeci güruh bu gençleri pasifize etmek için birleştikleri, toplandıkları bütün dernek ve cemiyetlerin önünü kesmeye çalıştı. 1980 darbecileri, dernekler kanununu değiştirdi. Beyanat verilmesi yasaklandı, bildiri yayınlaması kontrol altına aldı. Vakıflarda derneklerde görev alacak olanların ailelerinin sicil kayıtlarını çıkardılar mal varlıklarını tespit ettiler ve üyelerini tek tek fişlediler, kayıt altına aldılar.Ve topluma öyle bir pranga vuruldu ki, değil çalışma yapmak nefes almak bile imkansız hale getirildi. Onlara göre insanlar tefekkür etmesin, ot gibi gelsin, ot gibi kalsın, hayatı ot gibi yaşasınlar. 12 Eylül 1980 darbe düzeni bu köksüzlüğü, hedefsizliği kendi diktası için topluma dayattı. Böyle olmaması lazım, fikirlerin ortaya konması lazım… Fikri münakaşa ve müzakere olmalı.
Biz tüm bu siyasi mücadeleleri verirken asla şiddete başvurmadık. Elimiz kalemden, kitaptan gayri hiçbir şeye bulaşmadı. Bizim silahımız kalemdi, müzakere idi,münazara idi. Bizden farklı dünya görüşlerine sahip insanlarla fikri tartışmanın ötesinde hiçbir menfi üzücü bir duruma yol açmadık. Fikirlerimiz farklı olsa da, hepimiz Türkiye'nin selameti için düşünüyorduk. Ortak vatan,ortak Türk Bayrağı üstünde, fikri ve aksiyoner güzellikler üzerine çalışmalarımızı sürdürüyorduk. Darbeci gelenek, bu diyaloga mani olmak,farklı düşünenleri ezmek ve birbirine kırdırmak için elinden gelen manipülasyonu yaptı. Baskılar bir süre sonra ters tepti. Kötülük bir ömür ayakta kalacak değil ya.
1000 yıl sürecek dedikleri 28 Şubat darbesi, daha 15. yılını dahi doldurmadan tarih denen tamahkâr tüccarın bağırsak gazlarıyla yüzleşmek mecburiyetinde kaldı. Darbeler hep böyledir. Ömürleri kısa belki ama memleketimizin ikbaline yönelik menfi tesirleri, uzun olmaktadır. Bir darbe ülkeyi 50 yıl geri itebilmektedir. Her darbe bir ameliyattır ve her ameliyat vücutta iz bırakır.
Darbeciler Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan için “muhtar bile olamaz dediler”! Sizce haklı çıktılar mı(!)?
Sayın Cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan muhtar bile olamaz...Doğru söylediler... Bunu söyleyen zavallılarda meğerse uzak görüşlülükte var! Yani muhtar olamayacağını o günden biliyor bu zevatlar.Cumhurbaşkanı olacak bir zat, muhtar olmaz tabii ki. Latife bir yana, nasıl bir ön kesme idi yarabbi.. O ne biçim hukuk namına çıkarılan kanunlardı, kararlardı, Ne hazin bir karşı koyma idi. Bu pozitivist, sekülarist laikçiler maalesef yıllarca devlete hâkim oldular. Onlar yüzünden bu güzel memlekette gül bitmedi, hep diken üstüne diken bitti.
Bu sözde yetişmiş - okumuşların ülkeye verdiği zarar ziyan ölçülebilir boyutların çok fevkinde olsa gerekir. Bu güruh, nasıl yetişti?
1789 Fransız devriminde devlet yönetiminin yönetiminde yürürlüğe konan pozitivizmin kötü bir taklidini eğitim sitemimizin için habis bir ur gibi enjekte ettiler. Bunlar işte bu virüslü eğitim siteminde yetişti. Batı düşüncesi pozitivist düşünce - felsefe ile içinde girdiği çıkmazı fark etti Kant ve diğer filozoflarla bunu aşmasını bildi. Bunlar okuyup tesir altında kaldıkları Voltaire,J.Jacques Rousseau'yu, Robespierre’i bile doğru dürüst anlayamadılar. Bunların çapları bugün bile Voltaire, Rousseau'yu ve diğerlerini anlayacak seviyeden hala yoksundur. Pozitivizm,vakıa yoksa deneyle tecrübe edilmiyor ve göz de görmüyorsa hiç bir şeye inanılmaz der; vahyi reddeder. Metafizik,materyalist sistem için hiç bir değeri yoktur. Sistem bütünüyle menşei uhrevi olan değerleri, tüm kıstasları yok sayıyor.Böyle bir sistemde insanın manevi bakımdan tatmin olması muhaldir. İşte bizim genlerimize, kültürümüze ters düşen bu yabancılaşmış sisteme karşı, birlikte yoğun bir mücadele verdik.Ona göre çalışmalar yaptık.
MTTB'de yaptığımız çalışmaları,komisyonları, kulüpleri ve ülke çapına yayılmış temsilcilikleri bu hedefler etrafında birleştirdik. O zamanlarda MTTB'nin icra konseyi, genel merkezi Ankara'da idi. 1980 Darbesine gelindiğinde Ülke çapında 246 yerde MTTB şubesi vardı. Yaygın ve çalışkan bir teşkilat ağımız vardı. Tabii yaygın teşkilatlar, güçlü oluyorlar. Güçlülüğümüz hak ve halk ile beraber bütünleşmemiz manevi ve milli değerlere dayalı faaliyetlerimiz karşısında korktular. 1980 darbesi ile MTTB’yi kapattılar.
Rahatsızlığınızı sıklıkla ifade ettiğiniz yabancılaşmaya mukabil olarak Kültür Bakanlığı yaptığınız dönemde ne cihette bir siyaset uyguladınız?
Kültür Bakanlığı Anayasal bir icra organı olarak çok mühim bir öneme haizdir. Pozitivist, seküler ve laik görüşte olanlar kendi batılı ideolojileri istikametinde politika geliştirmişlerdi. Kültür Bakanlığı, batıdan kültür ithalatçığı yapıyordu. Oysa Kültür Bakanlığı'nın kuruluş gayesi Milli kültürü geliştirmek ve bu minval üzere yüksek sanat-kültür ortamını teşvik etmekti. Bu gaye ile çalışan kadrolar da olmuştur. Mesela Rıfkı Danışman, bu meyanda hayırla yâd edeceğimiz bakanlardan birisidir. Bürokratlar arasında da milli şuur ve ruh sahibi birçok zevatı da şükranla anmak isterim. Diğer taraftan kültür ithalatçılığı yapan kesimlerde vardı; bu ithal ikameci zihniyet, toplumun DNA'sına uymayan ne kadar çarpıklık varsa onları millete aşılamaya çalıştı. Bunu çoğu kez zorla yaptı. Pek çok milli eseri yasakladılar. Kendi toprağımızla,helal sütümüzle beslenmemize mani oldular. Bunun sonucu olarak yüksek milli sanatların gelişimi sekteye uğratıldı. Gelenek ve göreneklerimizle bağımız koparılmaya çalışıldı.
Bakanlığım döneminde hep bu kasıtlı yanlışları düzeltmek için elimden gelen tedbirleri almaya, milletimizin özüne uygun değerlerle çalışmalara istikamet vermeye çalıştım.