Gurbetçilerin sorunlarını AK Parti çözer
Mustafa Yeneroğlu, Yurt dışında yaşayan Türklerin sorunlarını yanlızca Ak Parti'nin çözebileceğini söyledi.
ABONE OLTürkiye’nin yurt dışında 6 milyon vatandaşı var. Çok büyük çoğunluğu Avrupa ülkelerinde. İşçi göçüyle başlayan süreç üçüncü dördüncü kuşakla birlikte temelli bir yerleşikliğe ve bambaşka bir gerçekliğe dönüştü. Dolayısıyla bu durum onların Türkiye’ye, Türkiye’nin onlara karşı hak ve yükümlülüklerini de değiştiriyor. Bu durumu gören, kabul eden, onların sorunlarını yakinen bilen ve reçeteleri bulunan siyasetçiler başka bir gereklilik. Hukukçu Mustafa Yeneroğlu da bu tarife en uygun isimlerden biri. AK Parti İstanbul Milletvekili olan ve 1 Kasım seçimlerinde Yurt Dışı Seçim Koordinasyon Merkezi Başkanlığı yapan Yeneroğlu hayatını Avrupa'da geçirmiş genç bir isim. Bayburtlu bir ailenin çocuğu. Bir yaşındayken aliseyli birlikte Almanya’ya göçmüş. Yıllardır çeşitli sivil toplum kuruluşlarında ve Türkiye’nin Avrupa politikaları üzerinde çalışmış. Şu anda da Avrupa’yı ülke ülke, şehir şehir dolaşıyor ve Avrupalı seçmenin taleplerini dinleyip AK Parti’nin Avrupalı Türkler için neler yaptığını yapacağını anlatıyor. Avrupa’da oy verme işlemi Pazar günü sona ermeden biz de Yeneroğlu ile “yurtdışı Türkler gerçeğini” konuştuk.
Teknik bilgilerden başlayalım isterim. Yurtdışındaki seçmen sayısı kaç, seçim ortamı nasıl?
Bu seçimlerde 2 milyon 800 bin yurt dışı seçmeni oy kullanacak. Türkiye’de oy kullanacak seçmenin yüzde 5’ine tekabül ediyor. Yurt dışındaki seçmenin Türkiye seçimlerine katılma alışkanlığı yeni olduğu için oy kullanmaya teşvik şart. Yurt dışı seçmeni kendi yüksek potansiyelini ne kadar güçlü biçimde ortaya koyarsa Türkiye siyasetinin yurt dışı seçmene yönelik ilgisi de o oranda artacak ve nitelik kazanacak.
30, 40 yıldır insanlar yurt dışında yaşıyorlar ve çok büyük ekseriyeti ne Türkiye’de ne de yaşadıkları ülkelerde siyasal katılım hakkına sahip değildi. Türkiye’de 2014’e kadar oy kullanamıyorlardı. Yurt dışında da yabancı statüsüne sahip oldukları için oy kullanma hakları yoktu. Dolayısıyla hayatlarında ilk defa 30 Ağustos Cumhurbaşkanlığı seçiminde ve 7 Haziranda oy kullandılar.
2014 yılında Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde vatandaşlarımız ilk kez sadece gümrük kapılarında değil, aynı zamanda kendi ülkelerinde kurulan sandıklarda oy kullanma imkânına kavuştular. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde kullanılan oy sayısı, 2011 seçimlerindekine kıyasla 4 kat artmış, 2 milyon 800 bin civarındaki seçmenin sadece yüzde 19’u oy kullanmıştı. Fakat az bir oranda seyreden bu katılımı, randevu sisteminin zorluğu ve sandık noktalarının seçmenlere uzak yerlerde bulunması ışığında değerlendirmek gerekir. YSK’nın yurt dışı seçimlere yönelik koordinasyonunun daha sağlıklı bilgilerle yapılması lazım.
OY KULLANMAK İÇİN 660 KM GİDİLEN SANDIK VAR
Sandıkların seyrekliğinin ve uzaklığının Avrupa’daki Türklerin sandığa gitme oranını etkilediği muhakkak. Bu zahmet bir hakkın kullanılması için fazla değil mi?
Kesinlikle. Bir kere Bremen gibi 40 bin seçmeni olan bir bölgeden 120 km öteye gidip oy kullanmak zorunda kalırsanız yine teorik olarak 30 km ötede Danimarka’nın başkenti Kopenhag’da oy kullanmak imkanı varken İsveç Malmö gibi bir bölgeden 660 km gidip Stockholm’de oy kullanmak zorunda kalırsanız bunun katılımı zorlayan tarafı olur. Avrupa’nın pek çok yerinde buna benzer sorunlar var.
SANDIKLARIN UZAKLIĞINDAN YSK SORUMLU
Sorumlusu kim bunun?
Biz YSK’nın yasal imkanlardan faydalanıp yurt dışını tek bir seçim bölgesi olarak algılamasını ve vatandaşlarımızın kendilerinin uygun gördükleri yerdeki konsolosluklarda oy kullanmalarını sağlanmasını istiyorduk. Bunu zaten Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde uygulamıştı da. Biz özetle yurt dışındaki yer yerde gümrük modelinin uygulanmasını ve vatandaşımızın istediği yerde uygulanmasını arzu ediyoruz. Biz YSK’nın seçim kanunun sunduğu olanaklar çerçevesinde seçmen sayısına ve sandık uzaklığına göre ihtiyaç duyulan yerlerde sandık kurulması gerektiğini düşünüyoruz. YSK mevcut yasalar çerçevesinde yapmıyorsa bile önümüzdeki dönemde bunun için gerekli kanuni düzenlemeyi yapıp YSK’nın bundan sonra bunu zorunlu olarak yapmasını sağlamak için çalışmalarımız olacak. Ama bu seçimlerde eminim gümrük modeli uygulansaydı biz 1 buçuk milyon oyu rahatlıkla geçerdik. 2 milyon 800 bin seçmen var hâlbuki Avrupa’da. Dolayısıyla kullanılamayan her oy gasp edilmiş oylardır. Ayrıca vatandaşımızın hakkını kullanması, demokratik meşruiyet gereği bu böyle olmalıydı. Yeni dönemde yurt dışının ayrı bir seçim bölgesi olması ve kendi milletvekilini seçebilmesi sağlandığında ben inanıyorum Avrupalı seçmen sandığa gitmekte hiç tereddüt etmeyecektir.
AK PARTİ’NİN YURT DIŞI SEÇMENE VAATLERİ
Vaatlerinize gelelim. AK Parti yurt dışındaki seçmene ne vaat ediyor
AK Parti tek başına iktidar olduğu takdirde yurt dışı eğitim ve kültür politikalarında büyük adımlar atılacak.
- Çift dilli kreş ve okulların açılmasının desteklenmesi
- Anadil eğitiminin yaygın olarak verilmesi için sivil toplum kuruluşlarımızın desteklenmesi
- Yurt dışı milletvekilliği ile yurt dışındaki vatandaşlarımızın TBMM’de temsil edilebilmeleri için AK Parti tarafından Meclis’e sunulan kanun teklifinin yasalaştırılması
- Dövizle askerlik bedelinin 6.000 €’dan 1.000 €’ya düşürülmesi için gerekli yasanın çıkartılması
- Pasaport harçlarını düşürmek için AK Parti tarafından Meclis’e sunulan kanun teklifinin yasalaşması
- Yabancı mahkeme kararlarının vatandaşlarımızı mağdur etmeyecek bir sürede Türkiye’de tanınmasının sağlanması
- Türkiye’den emekli olanların yarı zamanlı çalışabilmelerini engelleyen hükümlerin kaldırılması
- Yurt dışındaki gençlerimize yönelik burs desteğinin ve Türkiye’deki üniversite kontenjanlarının artırılması
- Meslek diplomalarının Türkiye’de meslek lisesi diplomalarına denk kabul edilmesinin sağlanması
- Gençlerimizin anavatanlarını yakından tanımaları için Gençlik Köprüleri programının yaygınlaştırılması
- Türkiye’de devlet kurumlarımızda çalışmak isteyen gençlerimiz için onların eğitim geçmişlerine uygun devlet kurumlarına giriş sınavlarının geliştirilmesi
- Vatandaşlarımızın kültürel kimliklerinin korunması için yaşadıkları ülkelerle iş birliğinin geliştirilerek kamu ve sivil toplum kuruluşlarının desteklenmesi
- Ayrımcılık, ırkçılık ve İslam düşmanlığı ile mücadele çalışmalarının desteklenmesi
AVRUPADAKİ TÜRKLER PARTİLER ÜSTÜ BİR KONU
AK Parti’den milletvekilisiniz ve yine adaysınız. Yurt dışı Türklerin siyasi parti tercihleri ve görüşleri elbette ki farklı ama Avrupa’daki durumları ve sorunları onları aynılaştırmıyor mu?
Hep ve ısrarla savunduğum şey, yurt dışı Türklerin Türkiye siyaseti ve ideolojik kamplaşmaları üzerinden ayrışmalarındansa, buradaki ortak sorunlarını çözmek amacıyla birleşmeleri gerektiğiydi. Bugün de aynı şeyi savunuyorum: Sadece siyasi görüşü değil, dinî kimliği, mezhebi, kültürel arka planı, etnik kökeni fark etmeksizin yurt dışında yaşayan ve kendisini Türkiye ile belirli bir ilişki üzerinden tanımlayan insanlarımız, Türkiye’nin devlet olarak kendilerine karşı sorumluluklarının muhatabıdırlar. Bu sorumluluğun yerine getirilmesi ideolojik ya da kimliksel ayrışmalara kurban edilemeyecek kadar temel bir sorumluluktur ve asla lütuf olarak algılanmamalıdır. Ben, uzun seneler boyunca farklı gruplar arasındaki suni ayrışmaların giderilmesi noktasında bitimsiz bir çaba içerisinde oldum, eğer Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yurt dışı Türkleri yeniden temsil hakkına kavuşursam en temel ilkelerimden biri bu olacak.
YURTDIŞI TÜRKLERE 10-15 VEKİL GEREK
2 milyon 800 bin oy, 24 ülke ve 113 seçim bölgesi. Bir yanda özel bir saha, özel bir seçmen kitlesi var, bir yanda da siz tek vekil adayısınız. Neden teksiniz?
Esasen tek olmamamız gerekiyor, bir izahatı yok. Yurtdışında 7 Haziran’da bir milyon 70 bin oy kullanılmış. Bu seçimlerle ilgili partilere baktığımızda; HDP’nin Almanya’dan üç vekil adayı var, hiç birinin Almanya’daki vatandaşla ilgili bir gündemi yok. Tamamen ideolojik söylemler. MHP ve CHP’nin de buradaki topluma dönük bir yönü yüzü adayı yok. AK Parti son seçimlerde 520 bin oy aldık yurt dışından, arzu edilirdi ki bunun hakkı yurtdışına en az üç milletvekili hakkı verilmesi gerekirdi. Ben şu an tekim. Bu sebeple, yurtdışının ayrı bir seçim bölgesi olması ve yurtdışından 15 vekil seçilmesi için kanun teklifi hazırlayıp sunduk meclise. Bundan sonraki genel seçimde yurtdışının inşallah ayrı bir seçim bölgesi olması ve 10-15 milletvekilinin Meclise girmesini arzu ediyoruz.
TÜRKİYE’DEKİ POLEMİKLERİN BURADA KARŞILIĞI YOK
Bu değişiklik yurt dışındaki TC vatandaşlarının Türkiye’ye ve seçimlere ilgisini de belirleyecek düzeyde bir ihtiyaç mıdır?
Kesinlikle. Bir kere şu olacak. Diğer partilerimizin de yurtdışındaki vatandaşlarımıza özgü bir gündemi olacak ve çünkü artık burada Türkiye’deki polemikleri kullanarak buradaki vatandaşlarla irtibat kurmanın imkânı yok çünkü bu polemiklerin toplumda öyle bir karşılığı yok. Evet, burada seçmenin önemli bir kısmı Türkiye’deki gündem üzerinden kanaat edinerek oy kullanıyor ama genç kitlenin sayısı giderek artıyor ve bu insanların da öncelikleri burası. Türkiye’nin iç siyasetiyle ilgilenmiyorlar. Bunlara yönelik bir söylem geliştirmek gerekiyor. Daha da önemlisi aslında siyasi getiri götürü hesabı değil, buradaki vatandaşlarımızın Türkiye üzerinde hakları var. Anayasanın 62. Maddesinde “Yurtdışında çalışan” diyor ki burada bir sorun var, “vatandaşların anadil ve kültür birikimlerini güçlendirmek devletin asli görevi” deniyor.
“GURBETÇİ” DEĞİLİZ, DİASPORAYIZ
Çalışan vurgusunda sorun var dediniz. Sorun ne?
Türkiye’de yurtdışındaki Türklere ilişkin bakışta bir sorun var. Yurtdışındaki vatandaşına hala gurbetçi denilerek, biraz hafife alınan, anavatanına hasretle yanıp tutuşan, bunun dışında hiçbir yönü olmayan bir grup olarak bakılıyor. Halbuki bu bakış gerçeklerle artık örtüşmüyor. Buradaki kitle artık 30-40 yıldır burada yaşıyor. 6 milyonluk bir diasporamız var ve bunun yarısından fazlası yurtdışında doğmuş, dolayısıyla burayı yurt edinmiş. Farklı farklı kimlikler oluşturmuş. Ulus ötesi kimliklerle karşı karşıyayız. Bu gerçek anlaşılmış kavranılmış ve buna göre siyaset üretilmiş değil.
ULUS ÖTESİ KİMLİKLER OLUŞTU
Yanlış – eksik bakış yanlış ya da eksik siyaseti getiriyor diyorsunuz?
Kesinlikle. Türkiye yurt dışındaki vatandaşını daha yeni yeni görmeye başladı, onu farklılığıyla, kendi gerçekliğiyle. Ama gecikilmiş oldu. Bunu nasıl izah ediyoruz. Eskiden Türkiye yurtdışındaki vatandaşına tamamen döviz aracı olarak bakıyordu. Onlar yurt dışında çalışıyorlar ve Türkiye’ye de yardımcı oluyorlar. Ama artık gurbetçi kardeş diye bir şey yok. Bu şekilde yok. Gurbetçi, mevsimlik işçiye denir. Üç beş aylığına Adana’ya pamuk toplamaya, Karadeniz’e fındık toplamaya gidene denir. Ama yurtdışına çalışmaya gitmiş, yerleşmiş, üç nesildir orada yaşayan ve geleceğini orada gören insanları gurbetçi diye tanımlarsanız bu insanların gerçekliğini göz ardı ediyorsunuz demektir.
DOĞRU TANIM: YURT DIŞI TÜRKLER
Bu sosyolojik değişim sonrasında doğru tanımlama ne olmalı?
Yurtdışı Türkler. Türkiye’nin artık diaspora politikalarının olması lazım. Bulunduğu ülkeyi yurt edinmiş ama Türkiye ile bağlarını da güçlendirmek isteyen, bu yönde hizmet bekleyen bir kitle söz konusu. İki ülke arasında senin-benim denilebilecek bir kitle değil. Ülkeler arasındaki dostlukları pekiştirecek, iki ülkenin de kendi ulus bilinci açısından tehdit olarak algılamadığı, örneğin İsviçre’de homojen topluluğu bozan bir grup olarak görmediği, çok kültürlü olmayı avantaja dönüştürmesini bilen bir anlayışa evrilmesi lazım. Bunu biz başarırsak bu kitlenin asimile olması gerektiğini düşünen hakim görüşleri değiştirebiliriz. Aksi takdirde Almanya’daki üç milyon vatandaşımızın asimilasyonuna yönelik politikaların önüne geçmemiz mümkün değil.
ENTEGRASYON DEĞİL KATILIM
Erdoğan başbakanlığı döneminde Avrupa ülkelerine ne zaman gelse, mevkidaşlarına asimilasyon değil entegrasyona karşı işbirliği tekliflerinde bulunuyor ve buradaki Türklere de “kimliğinizi kaybetmeyin ama bulunduğunuz ülkenin dilini, hukukunu öğrenin, orayı yurt edinin” diyordu. Bu doğru bir yaklaşım. Siz de bunu söylüyorsunuz. Ne oldu, söylemden eyleme geçilemedi mi bu sürede?
Söylemden eyleme geçilmesinin tezahürlerinden biri biz olsak gerektir. Çünkü bunun gereğini yerine getirmek, bu ortamda daima bu meselelerle meşgul olmuş, hukuki süreçlerin mücadelesini vermiş, iki ülke arasında köprü olmuş insanların sayısının artırılmasıdır diye düşünüyorum. Biz asimilasyon entegresyon kavramlarının dışına çıktık. Biz katılımdan bahsediyoruz.
Nedir fark?
Entegrasyon kavramını Almanya özelinde yorumlayacak olursak, insanların tek taraflı olarak bulundukları topluma kaynaşmaları olarak görülüyor. Bu bazen, madem bu insanlar bu ülkede kalıcı olarak yaşıyorlar Türkiye’yi Türkçeyi önemsememeleri, burada erimeleri gerekir şeklinde bir yaklaşıma dönüşüyor. Almanya’nın tarihi bakımından Musevilerin entegrasyonu, 18. Yüzyılda Polonyalıların toplumda eritilmeleri ve Almanya’nın kendi ulus bilincini Almanlık bilinci üzerinden gelen toplulukları eritmediği takdirde etnik unsur uzun vadede toplumda sorun oluşturabileceklerini varsayıyor. Bu yaklaşım ulus devletlerin aşıldığı günümüz dünyasında karşılık bulmuyor, gerçeklikle örtüşmüyor. Sadece göç edenler açısından değil içinde bulunduğumuz topluluklar açısından da gelişen şartlara entegre olması lazım. Bu dinamik bir süreç. Tek taraf yok çünkü. Avrupa kaynaşıyor, sınırlar kaldırıldı. Dolayısıyla kırsal kesimdeki toplulukların da çoğunluk toplumlarına gelişen şartlara entegre olmasını gerektiriyor. Entegrasyonda iki taraflı katılımı gerektiriyor. Burada esas olan katılımdır.
40 YILDIR İHMALLER BOŞVERMELER SORUNLARI ÇOĞALTTI
AK Parti son seçimleri saymazsak 13 senedir iktidarda. Avrupalı Türkler gerçeği bugün çıkmadı ortaya. Bu durumda AK Parti onlar için bunca zaman ne yaptı diye sormak hakkımız?
Öncelikle 55 yıl önceki işçi göçünün ardından Türkiye’de on yıllar boyunca neredeyse hiçbir adımın atılmadığını ve AK Parti’nin iktidara geldiğinde kronikleşmiş sorunlarla örülü bir alanla karşılaştığını görmek gerek. AK Parti, yurt dışı Türklere yönelik bu ihmal edilmiş alanı, önceki iktidarların boşvermişliğini telafi etmeye çalıştı. AK Parti iktidara geldiğinde Türkiye kendi ihtiyaçlarını bile karşılayacak durumda değildi. Gül’ün Cumhurbaşkanlığına kadar Türkiye darbe teşebbüsleriyle karşı karşıyaydı. Bugün de Türkiye önemli sıkıntılarla büyük terör saldırıyla karşı karşıya. Ama artık yurt dışındaki vatandaşlarımızın özgüvenini artırmış, geniş bir vizyon ve ciddi bir ekonomik güç olarak dışarıya elini uzatacak yeni bir Türkiye ile karşıyayız. Yurt Dışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı’nın kurulması, yurt dışındaki sivil topluma destek bütçelerinin verilmesi, diaspora gençlerine burs desteği sağlanması, bunların yanında şimdiye kadar izlenen ayrımcı politika ve uygulamaların kaldırılması, Yunus Emre Kültür Enstitülerinin yaygınlaştırılması… Bunlar geç kalınmış olsa da atılması gereken adımlardı, AK Parti döneminde atıldı.
YAHUDİ DÜŞMANLIĞI YASAK, İSLAM DÜŞMANLIĞI SERBEST
İkinci dünya savaşından ve sonrasında 1970’lerden beridir Türkiye’den Kuzey Afrika’dan Balkanlardan Avrupa’ya işçi göçleri oldu. Zamanla da yabancı düşmanlığı İslamafobiye dönüştü. Bugün de bir yanda Avrupa’ya mülteci akınları var. Bir yanda da yabancı düşmanlığı. Ne düşünüyorsunuz?
Örneğin Almanya daha düne kadar göç alan ülke olduğu gerçeğini bile kabullenmiyordu. Resmen reddediyordu. Vatandaşlık bağının kan bağından toprak bağına geçen hukuku daha yeni benimsedi. Diğer birçok ülkede bu adım daha atılamadı. 19 yüzyılda devletlerin kuruluşunun temelindeki ulus bilinci bu topluluklara dar geliyor. Oluşan ulus ötesi vatandaşlıkları tarif edemiyor. Zorlanıyor, bu konularda ciddi sıkıntı var. Aynı zamanda yabancı düşmanlığı yeni bir olay değil. Hep vardı ama siyasilerin duyarlılığı olmadığı için dikkat çekmiyordu, bastırılıyordu. Göç sayıları artıkça sağ partilerin popülist söylemleri de arttı. Tek gündemi yabancıları dışlamak olan partiler Avrupa’da yükselmeye başladı. Yüzde 20’lere ulaştı.
Yabancı düşmanlığı bakımından eskisiyle yenisi arasındaki fark ne?
Irkçılık düşüncesinin kötü tecrübesi önceki on yıllarda taze olduğu için yayılmıyor baskılanıyordu ama artık yükseliyor. Almanya örneği üzerinden konuşalım. Devlet antisemit suçları, suçluları kayıt altına aldığı için takip edebiliyor ama İslam düşmanlığıyla ilgili hiçbir Avrupa ülkesinde devletler resmen bu konuları kayıt altına almıyor, almak da istemiyor.
KÜRT, ALEVİ KİMLİĞİ BURADA SİYASİ KİMLİĞE DÖNÜŞTÜ
Neden?
Meselenin ne kadar ciddi boyutlara erdiğini görmek göstermek ve tedbir almak istemiyor. Türkiye üzerinden bakarsak görevleri vs. Eskiden devlet istediği kadar Türk, devletin istediği kadar Kürt, Alevi Sünni şeklinde inşa etmeye çalıştı, toplum mühendisliği yaptı. Artık bunun hem işe yaramadığını gördü, hem de buna tepkinin dışavurumuyla mücadele ederken de görüyoruz. Avrupalılar bunu böyle yapmıyor. Refah toplumunda farklı toplulukların da kendiliğinden zaten sürece giriyor diye düşünüyor. Bunu görmek lazım. Farklı etnik dini unsurların farklılıklarını da bu şekilde bastırıyor. Osmanlının çok kültürlü yaşam örneği burada güncel değil. Bilakis cumhuriyet dönemi yaşananların ve Türkiye’den Avrupa’ya göç edenlerin tecrübesi çok daha baskın örnekler. Devletin Kürt azınlığı asimile ettiği, Alevileri ötekileştiren ayrıştıran ve topluma entegre etmeyen cumhuriyet dönemi politikaları daha fazla etkili oluyor. Bu nedenle bu sebeplerle gelen Türkiyeliler burada farklılaşmış. Kültürel kimlikler siyasi kimliklere dönüşmüş.
TÜRKLER TÜRKÇEYİ UNUTTUĞUNU BİLE UNUTTU
Ve bu nedenlerle Avrupa’ya gidenler o ülkelerin devletlerini ve toplumlarını aslında Türkiye hakkında bu yönde bir bilgi ve siyaset oluşturuyor. Hatta belki lobicilik yapıyor?
Bu lobi çok güçlü. Kurduğu bağlantılar çok daha efektif bir netice doğuruyor. Avrupa ülkelerini Ortadoğu ve Türkiye’deki menfaatlerine göre işlevsellik kazanıyor. Almanya’da PKK gibi bir unsur çıksa, Almanya çok daha şiddetli bir biçimde, Türkiye’nin şu andaki mücadelesinin çok ötesinde totaliter bir ülkeye dönüşür. 11 Eylül sonrası çıkan anti terör paketlerinde gördük. Ama mevzu PKK olunca Türkiye’nin hassasiyetlerini dikkate almayıp tam tersi farklı etnik mezhebi unsurları daha belirgin hale getiren politikaları destekliyor. Bunu da özgürlükler adına yapıyor. Hâlbuki kendi içinde farklı unsurları eritmek için politikalar uyguladı uyguluyor. Entegrasyon için hala evde de Türkçe konuşmayın, çocuklar dil öğrenemiyor, eğitim alamıyor, alt sınıf olarak kalıyorlar şeklindeki yaklaşımlar, buradaki Türkiyeli toplum üzerinde de psikolojik baskı oluşturuyor. Bu sebeple insanlar gün geçtikçe Türkçeyi unuttuklarını bile unutur hale geldiler. 2005’lere kadar böyle geçti. 11 Eylül sonrasında insanlar zaten öteki olan konumlarının herhangi bir kriz anında daha da ötekileştirileceklerini ve hatta düşman olarak görüldüklerini anladılar. Bu vesileyle kendi dillerini kültürlerine sahip çıkmak konusunda bir bilinç oluştu.
ALMANYA KENDİSİ YAPIYOR, BİZE MANİ OLUYOR
Mesela Almanya. Almanya dışındaki almanlar için dil ve kültürlerini geliştirmeleri için çeşitli çalışmalar yapıyor. Rusya’da mesela son 12 yılda alman azınlıklara yönelik 500’ün üzerinde kültür merkezi inşa etmiş. Rusya’daki Almanların Rus siyasetine nüfuz edebilmesi için oradaki gençlerini özel burslarla yetiştiriyor. Romanya’da 30 bin alman azınlık var, son 10 yılda Almanya’nın onların dil ve kültür birimini güçlendirmek için harcadığı para 90 milyon Euro civarında.
BÜTÇEMİZ ÇOK KÜÇÜK
Türkiye’nin ne kadar?
Maalesef çok geri. Bu rakamlarla kıyaslanmayacak kadar az. Mesela yurt dışı Türkler genel müdürlüğünün proje destek bütçesi son yılda 3 buçuk milyon Euro idi. En az 30-40 misli artırılması lazım. Türkiye’nin yurt dışındaki varlığını devamlılığını sağlayabilmek için, onların dil ve kültür birikimini, muhafaza edebilmek için, 10 yıl sonra da onlarla Türkçe konuşabilmemiz için çok yaygın ve somut biçimde Avrupa’nın her yerinde dil ve kültür dersleri uygulamasına başlamamız lazım. Ak parti zaten bu iradeyi ortaya koyuyor. Buradaki seçmene yönelik, bu seçimlerde diğer partilerden tamamen farklı biçimlerde ele alarak geniş çerçeveli bir diaspora politikaları ortaya koymuştur. Diaspora politikalarının devlet politikasına dönüşmesi gerekir. Çünkü bu, partiler üstü bir konudur. Siyasi rekabete kurban edilecek konular değil bunlar.
CHP HALA BİZLERİ GURBETÇİ HASAN SANIYOR
Diğer partiler bu konularda ne diyor, işbirliği yapabiliyor musunuz?
Onlarda böyle bir gündem böyle birikim yok. Bakın Kemal Kılıçdaroğlu Avrupa seyahatlerinde kullandığı seçim afişlerinde “Anadolu’nun Kemal’i gurbetçi Hasan’ı selamlıyor” şeklinde bir afişi kullanıyor. 30 yıl öncesinin mantığı. Dolayısıyla toplumla ilişki kurması mümkün değil. Kuramadığı için de toplumun onlara teveccühü çok düşük. Ama hak ettiklerinin üstünde. MHP tamamen Avrupalı Türklüğe selam vs hamasetle insanları kendine bağlamaya çalışıyor. Ama mesaj vermeye çalıştığı insanların çocukları, nasıl milliyetçilikse Türkçeyi unutmuş. Milliyetçilik yapan gençler de öyle. Ne mutlu türküm diyene diye diye sokakta dolaşıyorlar, ama Türkçe konuşamıyorlar, cümle kuramıyorlar.
HDP AVRUPA’DA TÜRKİYE KARŞITI BİR SÖYLEM KULLANIYOR
HDP tabanının Türkçeye ilgisini sormak isterim. Özellikle iltica eden ya da 80’lerde 90’larda malum yanlış devlet uygulamaları dolayısıyla Türkiye’den buraya gelen Kürtler, Kürtçe ve bulundukları ülkenin diliyle yetindiler mi yoksa Türkçe konuşuyorlar mı?
Kürt ailelerin birçoğu Türkçe konuşuyor ancak güneydoğuda yetiştikleri ortam itibariyle Türkçe öğrenmemiş iseler burada da konuşamıyorlar. Bu insanların da ama çocukları yabancı kimliği Müslüman kimliği üzerine bir araya gelen insanlar oldukları için sonradan burada Türkçe öğrenmiş insanlarla da karşılaşıyorsunuz. Türkiye’de hiç Türkçe konuşmamış ama Avrupa’da Türkçe öğrenmiş birçok insan da var. Şu anda HDP’nin politikası ne yazık ki Avrupa’da bunları birbirinden uzaklaştıran, düşmanlaştıran, Kürt milletçiliğini ciddi manada kaşıyan ve bunu yaparken de Türkiye’de yaşanan olayları sanki 90’larda olanların üstündeymiş gibi gösteren ve Türkiye’yi canavarlaştıran bir politika. Müthiş bir algı operasyonu var. Öyle ki Almanlar Türkiye’ye gittikleri zaman şaşırıyorlar. Türkiye’nin gerçekliğiyle hiç örtüşmüyor. Çünkü Türkiye Avrupa ile kıyaslandığında hiçbir tabunun kalmadığı, her şeyin son derece rahatça konuşulduğu, ülkenin bütünlüğünün bile özgürce tartışmaya açabildikleri bir ortam var. Ama Almanya’da İsviçre’de bunu asla yapamazsınız. Alman devlet başkanına hakaret edemezsiniz. Ettiğinizde altı aydan başlayan cezalara çarptırılırsınız. Ama Türkiye’de özgürlükler demokrasi diyerek öyle ileri boyutta ötekileştirme, düşmanlaşma, topluma kin nefret aşılama, her türlü hakaret yapıyorlar ki, Türkiye bunu muhataplarına anlatmakta ciddi manada zorluk çekiyor.
ALMAN MEDYASI GERÇEKLERİ KASTEN ÇARPITIYOR
Nasıl bir düzenek işliyor burada?
Gezi parkı olaylarında burada Almanya’ya yönelik Türkiye aleyhine yayın yapan gazetelerde Türk gazeteciler etkin görev aldı. Bunların önemli bir bölümü Almanya’ya 80’lerde sağ-sol çatışmasında gelmiş, sol kesime mensup, devrimci yaklaşıma sahip insanların çocuklarından oluşmakta. Bunların zihinlerindeki Türkiye, Türkiye’nin gerçekleriyle hiçbir şekilde örtüşmüyor. Okuduğumuzda şaşırıyoruz, çünkü böyle bir Türkiye yok. Ama çok yoğun biçimde manipülasyon yapıyorlar. Bu yayın organlarının sermayesi yönetimi bunu bilerek yapıyor. Normal şartlarda Alman medyası çok kalitelidir. Ama İslam, Türk, Türkiye söz konusu olduğu zaman bu kalite, ilkeler, kurallar ortadan kalkıyor, kin nefret ve manipülasyon ön plana çıkıyor.
TÜRKİYE AVRUPA’YA NÜFUZ EDEBİLMELİ
Türkiye’deki eski merkez medya ve operasyon medyası da Türkiye’yi Avrupa’daki bu yayınlar üzerinden okumaya çalışıyor ve oradaki manipülatif yayınları Türkiye’de “bakın batı basını Türkiye’ye böyle ayar veriyor” diye haber yapıyor. Bu döngüye ne diyorsunuz?
Türkiye’deki Avrupa’daki yayınlarla ilgili çok ciddi bir kompleks görüyorum her şeyden önce. Yani sonuçta, her olayda sanki son 300 yılda, ezilmişliğe cevap veriyormuş gibi psikoloji dikkatimi çekiyor. Oysa bu tam tersi. Özgüvenin değil ezilmişliğin zaafın göstergesi oluyor. Diğer taraftan, bunu komplolarla izaha gerek yok. Rasyonel tarafları var. Mesela Türkiye’de 3 milyon insanımızın yaşadığı kaç Almanya uzmanı var? Siyasette medyada. Ama Almanya’da en az 30-40 ismi hemen sayabilirim. Dolayısıyla iki tarafın kullandığı kaynaklar arasında dağlar kadar fark var. Türkiye daha yeni yeni bu konulara kafa yoruyor. Çünkü bu işler lüks işlerdir. Zayıf devletlerin başka ülkelerdeki algıya nüfuz edebilecek güçleri yoktur. Türkiye daha yeni yeni kendini toparlıyor. Almanya da şaşırıyor. Türkiye’nin yapması gereken Almanya ile dostluk köprülerini daha güçlü hale getirmek için Almanya’daki nüfuzunu artıracak, buradaki sivil toplumu güçlendirecek hususlar üzerinde durması gerekiyor.
TÜRK AYDININDA AŞAĞILIK KOMPLEKSİ VAR
Merkel hafta sonu Türkiye’ye geldi. Gelişi öncesi Türkiye’nin aydın titrine sahip yüz ismi Merkel’e “gelip de iktidardaki siyasilere prim vermeyin” diyen bir mektup yayınladı, ne sizce bu?
Acayip bir aşağılık kompleksi. Bu kesim aydınlarının da neyle beslendiğini de bildiğimiz için şaşırmıyoruz tabi ama. Almanya’da böyle bir şey asla olmaz. Aydın akademisyenler kendi devleti ülkesi iktidarı yöneticileri hakkında asla bu tr kompleksli, aşağılayan, şikâyet eden bir şey yayınlamaz. Eleştirir ama bunu yapmaz. Türkiye’nin aydınlarında bu marazi hal var. Ayrıca alman başbakanı geldi diye Türkiye’nin cumhurbaşkanının başbakanının itibar kazandığı şeyini nereden çıkarıyorlar. Bu o kadar saçma ki. Türkiye’de yaşayıp da Türkiye toplumunu tanıyamamanın acıklı sonuçlarından biri bu.
PKK AVRUPA ÜLKELERİNDEN DESTEK GÖRÜYOR
PKK’nın son birkaç yılda Türkiye’den 18 yaş altındaki 2080 çocuğu dağa götürdüğünü biliyoruz. Avrupa’daki PKK yapılanmasının etkin olduğu bilgisinden hareketle sormak istiyorum: Buradaki çocuklar gençler terör örgütleri PKK’nın ya da DAEŞ’in eline düştü mü?
Ne yazık ki evet. Çünkü mesela Almanya’da PKK hükmen yasak ama de facto bir şekilde her alanda çalışmalarına devamı var. Kamu yararına çalışma statüsüne sahip paravan örgütler aracılığıyla para topluyor ve Türkiye’deki terörü buradan finanse ediyor. O yüzden Avrupa’da kimsenin aklına gelmez, PKK’ya gidenlerin isimleri doğum ve ölüm yerleri HPG’nin sitesinde yayınlanır. Doğum yeri mesela Köln’dür ama ölüm yeri burası diye. Bu açıdan Avrupa’da devamlı bir propaganda var ve Kuzey Irak7a, Suriye’ye ve güneydoğuya savaşmak için giden insanlar var. Ama bu durum Almanya’nın Belçika’nın İsviçre’nin Fransa’nın gündeminde olmadı.
PKK’YA TERÖR ÖRGÜTÜ DEĞİL İŞÇİ PARTİSİ DİYORLAR!
Kendi vatandaşları başka ülkelere terör örgütlerine katılmaya gidiyor. Avrupa ülkeleri niye rahatsız olmuyor bundan?
Çünkü bu onların hiçbir zaman rahatsız olmadıkları bir terör. Kendileri rahatsız olduklarında durum hemen değişiyor. O da kendileri o ülkelerde zaten terörü destekledikleri için değil. Bu terör örgütü üyeleri geri dönüp bizim b.aşımıza bela olur diye korkuyorlar. DAEŞ bu bağlamda gündeme geliyor. İstihbarat örgütleri aslında kimin radikalleştiği ve kiminle irtibata geçtiği bilgisi olduğu halde onlara karşı operasyon yapıp onların ülkeden çıkışını engellemek yerine Türkiye’ye psikolojik baskı uygulamak için “sen bunların neden ülkenden geçmesine izin verdin” diyorlar. Halbuki bu insanlar zaten senin vatandaşın ve sen gümrükten çıkmalarına izin vermişsin zaten. Bu algı operasyonunu maalesef başarıyla yürütüyorlar. Şunu da görmek lazım. Avrupa ülkeleri DAEŞ ile PKK’yı bir tutmuyor. Medyalarında çok azdır PKK’yı terör örgütü diye tanımlayan. Genelde Kürt İşçi Partisi, Kürt Özgürlük Savaşçıları derler, gerillalar derler. Terör örgütü demezler.
AVRUPA ÇİFTE STANDART UYGULUYOR
KCK’nın 11 Temmuz’da ateşkesi bitirmesinden bu yana PKK 160’dan fazla asker ve polis öldürdü. Sivilleri kasti olarak çatışmanın içine yerleştirdi ve ölümlerine sebep oldu. Bu insanlar eceliyle ölmediğine göre kim öldürdü diye bir sorgulama da mı yok?
Bunlarla ilgili aynı tutum devam ediyor. Sol Parti Almanya’da HDP’yi kayıtsız şartsız açıkça destekliyor ve halka da HDP’yi PKK’yı desteklemeleri için çağrılar yapıyorlar. Yine Alman Yeşiller Partisi genel başkanı Cem Özdemir Almanya’nın pek çok yerinde Demirtaş’ın seçim mitinglerine katılıyor. Bu insanların Türkiye’de terörü teşvik ettiği gerçeğini görmüyorlar ve PKK’yı şımartıyorlar. Çok ciddi bir çifte standart var. Türkiye’den biri Almanya’ya gelip “Avrupa’ya entegre olun ama değerlerinizi de koruyun” dediğinde bas bas bağırıyorlar “ne oluyoruz, Almanya’nın içişlerine müdahale oluyor” diye. Oysa bir tarafta “dilinizi koruyun, kültürünüzü yaşayın” deniliyor, diğer tarafta açıkça “terör propagandası” yapılıyor.
AVRUPA’DAKİ TÜRKLER DE ŞEHİTLERİNE AĞLIYOR
Türkiye’deki terör saldırıları, HDP-PKK’nın ülkede iç savaş çıkarma çabaları, gencecik şehitler… Türkiye toplumunda büyük bir tepkiye hatta infiale sebep oluyor. Avrupa’daki Türk toplumunun fikri hissiyatı nasıl?
Türkiye’den farklı değil. Herkes üzgün ve tepkili. Ama burada şöyle bir şey de var. insanlar tepkilerini göstermekte biraz daha tedirgin davranıyor. Eylem yapmak gibi konularda insanlarımız Batı Avrupalıların nezdinde milliyetçi görünmekten kaçınıyor. Çünkü Avrupa ülkeleri bu tür eylemleri “demek ki bu insanlar bu toplumda erimemişler, Türkiye’nin menfaatlerini burada savunuyorlar” diye yorumluyor ve psikolojik baskı ve asimilasyon politikaları güçleniyor. Ama PKK söz konusu olduğunda tam tersi işliyor. PKK burada öyle bir ortamı yakalamış ki, mesela Ankara’da bomba patlıyor, daha bir saat olmadan PKK hemen 16 şehirde birden eylem planını açıklıyor. Eylemler için ne zaman izin aldınız, ne zaman örgütlendiniz, nasıl bu kadar çabuk organize oldunuz? Ciddi manada kuşkulu buluyorum. Tesadüfle izah etmek mümkün değil. Hem kendileri öldürüyor hem de “katil devlet” propagandaları yapıyorlar. Batı Avrupa medyası da buna teşne.