Rusya ve İran Türkiye’yi etkisizleştirmek istiyor
Vedat Bilgin "Rusya da, İran da en başından beri Türkiye’yi etkisizleştirmek istiyor” dedi.
ABONE OL7 Haziran'dan sonra Türkiye'nin sancılı ve sarsıntılı bir döneme gireceğini öngörenler, hatta bunu temenni edenler yok değildi. Fakat 1 Kasım seçim sonuçlarıyla bu beklentiler boşa çıktı ve AK Parti yeniden tek başına iktidara geldi. 1 Kasım'da ortaya çıkan tablo, Türkiye'yi tehdit olarak gören çevreleri hayal kırıklığına uğrattıysa da bu çevrelerin yeni umudu, PKK'nın ve DAEŞ'in saldırıları oldu. Özellikle dış destekli PKK terörüne karşı devletin yıldırıcı darbeleri karşısında algı operasyonları da eksik olmuyor. Devleti 'katliamcı' ilan eden akademisyenler bildirisini de bu operasyonlardan birisi olarak görenler çoğunlukta.
Yeni Şafak'tan Nil Gülsüm AK Parti'nin akademisyen milletvekillerinden Başbakan Başdanışmanı ve AK Parti Ankara Milletvekili Prof. Dr. Vedat Bilgin'e yöneltti. Bölgemizdeki son gelişmeleri, terör sorununun kökenlerini, Türkiye'nin maruz kaldığı saldırının boyutlarını, Kürt sorununu hakkında konuşan Prof. Dr. Vedat Bilgin, akademisyenlerin imzaladığı PKK yanlısı bildiriye ilişkin değerlendirmelerini de çarpıcı bir biçimde dile getirdi.
Türkiye bu hafta terör saldırılarının hedefindeydi. Resmin bütününe baktığımızda DAEŞ ve PKK'nın birbiriyle yarışır gibi saldırılar yapmasını nasıl okuyabiliriz?
Ben Türkiye'ye yönelik saldırıların aynı merkezlerden koordineli bir şekilde yürütüldüğünü düşünüyorum. Bunun için Türkiye büyük bir saldırı ile karşı karşıya. Bu terör saldırılarını yapan örgütlerin adlarının farklı olması hiçbir şeyi değiştirmiyor. Bu saldırılar aslında Türkiye'nin Ortadoğu'da bir aktör olmasını kabul etmeyen unsurların Türkiye'ye verdiği bir cevap ve Türkiye'yi Ortadoğu'nun dışına itme çabasıdır. Ortadoğu, yüz yıl önce çizilen bu haritaya sığmayıp yeniden şekillenirken hem Batı hem de yüz yıl önce sahnede olmayan Rusya ile İran da devreye girmiş oldu. Denklemde artık Türkiye de var. İşin ilginç tarafı devreye yeni giren bu üç ülke, hem Batı tarafından kabul edilmiyor hem de birbirleriyle sorunlara sahipler.
MEZHEPÇİLİĞİ KULLANIYOR
İran ile Türkiye açısından tablo nasıl görünüyor?
İran ile Türkiye arasındaki rekabetin çok güçlü tarihsel esasları var. Birinci mücadeleyi Yavuz üzerinden Türkler kazanmıştı. Yavuz bundan yaklaşık 500 yüz yıl önce Ortadoğu'nun statükosunu çizerken İran'ı bir emperyal güç olmanın dışına itmişti. İran bölgesel bir güç olarak kalmıştı. Tabiri caizse Yavuz İran'ı sahne dışına itmişti. İran, 1980'lerden sonra devrim ihraç etmeye kalktı ve bunda başarısız oldu. Çünkü İran'da bir çeşit teokratik otoriter bir rejim var. Bu durum İran'ın rejim ihraç etme potansiyelini zayıflatan bir unsurdu. Fakat bu defa İran farklı bir yöntem izliyor. Bütün o İslamcılık ve devrim iddialarından vazgeçerek yeni bir politika izliyor. İran bugün dinsiz Baas Rejimi'yle ittifak yapar hale geldi ve bu defa sahneye mezhepçilik üzerinden çıktı. Ortadoğu'nun siyasetinde mezhep merkezli bir politika izliyor. 'Bunun temelinde mezhep çatışması mı var?' Hayır yok. Mezhep, İran'ın yayılma stratejisinin 21. yüzyıldaki ideolojik araçlarından birisi.
YAYILMACI VE SALDIRGAN
İran'ın Suudi Arabistan ile yaşadığı gerilimi de bu bağlamda mı değerlendirmeli?
Suudi Arabistan ile İran arasında yaşanan çelişki aslında mezhep çelişkisi değil. İran'ın yayılmasına karşı Suudi Arabistan'ın verdiği bir savunma refleksi. İkisinin arasındaki rekabet İran'ın yayılma ve tehditlerinin yüzünden çıktı. Suud Rejimi de geleneksel düzeni savunma refleksini gösterdi. Bu anlaşılabilir bir durum. Ama İran'ınki yayılma ve saldırganlıktır. Bunu da sadece Suudi Arabistan'a karşı değil İran'ın bütün bölgedeki tavrında görebiliyoruz. Bu tavır İran tarafından hem Türkiye'ye hem de bütün bölge ülkelerine karşı yapılıyor.
İran-Rusya ile eski müttefik. Ancak son zamanda ilişki tazeledikleri görülüyor. Bu ne anlama geliyor?
Rusya tek başına bu coğrafyaya giremezdi, İran'la beraber ve Suriye ile ittifak yaparak giriyor. Rusya da yeni şekillenen Ortadoğu'da belirleyiciler kadrosunun içerisinde yer almak istiyor. Yeni haritalar çizilirse o haritanın çizileceği masada İran'ın yanında Rusya da olmak istiyor.
TÜRKİYE BU COĞRAFYANIN GELECEĞİNDE VAR
Türkiye, bölge için nasıl bir anlama sahip?
Ortadoğu yeniden şekillenecekse bu eski anlayışlar üzerinden yapılamaz. Bu pre-modern kalıplarla da, eski rejimler üzerinden de gerçekleştirilemez. Çünkü bu yapılara karşı bu bölge insanının acı bir hikayesi var. Bu coğrafyanın insanları baskı rejimlerinde yaşamış, özgürlüklerini kaybetmiş. Bu yüzden ihtiyaç duydukları şey de demokrasi ve özgürlüklerdir. Dolayısıyla kaçınılmaz bir şekilde Türkiye bu coğrafyanın geleceğinde temsil ettiği değerler itibariyle vardır. Türkiye bu gelecekte demokrasisi, kalkınması, modernleşme trendleri ve bütün unsurlarıyla vardır. Bunun içindir ki Rusya da, İran da en başından beri Türkiye'yi etkisizleştirmek istiyor. Burada çelişki Batı'nın, ABD'nin çelişkisidir. Bu coğrafyada demokrasi gibi ortak bir dile sahip olan tek ülke Türkiye. Onlar da
Türkiye'yi diğerleri gibi bölgede etkisiz hale getirmeye çalışıyorlar.
DAEŞ ile PKK işbirliği içinde
PKK neden silaha sarıldı ve çözüm sürecini bitirdi? Resmin büyüğünde ortaya koyduğunuz tablo bunda ne kadar etkili oldu?
Batı'nın siyaseti, İran, Rusya ve Suriye arasındaki ittifak ve Türkiye'nin temsil ettiği değerler arasındaki çelişki, PKK'nın yeniden teröre yönelmesine yol açtı. PKK, barış sürecine ihanet etme konusunda 6-7 Ekim'den sonra bir tereddüt yaşadı. “AK Parti iktidarı kaybediyor galiba biz de teröre yeniden gidebilir miyiz” diye düşündü. Türkiye'nin kısa bir süre sonra bu girişime cevap vermesi üzerine bir geri adım attı. Daha önce Gezi olayları esnasında da benzer bir tavır değişikliğine girmişti. O zaman da bir tereddüt yaşadı ama teröre dönmedi. Fakat 7 Haziran seçimi, PKK'nın terör isteyen unsurlarını çok cesaretlendirdi. 7 Haziran sonrası siyasette çözüm arama gayreti Kandil tarafından rafa kaldırıldı. Kandil tarafından diyoruz ama Kandil'de kimin olduğu da önemli.
KANDİL İRAN VE SURİYE GÜDÜMÜNDE
Kim var Kandil'de?
Kandil'de İran istihbarat örgütü ve Suriye istihbarat örgütü var. PKK'nın silahlı unsurları Suriye'deki kamplarda eğitim almaya başladılar. Bu unsurlar, PYD ile lojistik irtibat içindeler. Türkiye'nin barışını bozması bir anlamda İran ve El-muhaberat üzerinden yapılmış bir saldırıdır. Kandil kendi iradesi olan bir yer değil. Kandil doğrudan doğruya İran ve El-muhaberat güdümünde, hatta eğitiminde olan bir yapıdır. Ve bu yapı Türkiye'ye saldırıyor.
PKK ve IŞİD'in Türkiye'de terör eylemlerinde birbiriyle yarıştığını görüyoruz. Buna ne dersiniz?
DAEŞ ve PKK şu anda bütünüyle Türkiye'ye karşı ittifak halinde. Nasıl ki Kandil'de bağımsız bir irade yoksa, DAEŞ'de de bağımsız irade yok. DAEŞ de istihbarat örgütlerinin güdümünde.
Cinayeti savunmak özgürlük değil
Birtakım akademisyenlerin terör örgütüne destek anlamı taşıyan bir bildiriye imza atmaları da çok tartışıldı. Bu bildiriyi fikir özgürlüğü olarak savunanlar da oldu. Bu durum fikir özgürlüğüne girer mi?
Ben akademisyenlerin her türlü eleştiriyi yapabilmesini aynı zamanda meslekten gelen birisi olarak her zeminde savundum. Ama hiç kimse, özellikle de akademisyenler insan haklarına kast eden, kundaktaki bebekleri katleden, mahalleri işgal edip ağır silahlar da dahil üslenmiş bir örgüte karşı mücadele eden devleti suçlayıp terör örgütünü savunuyorsa, bu terörün savunmasıdır. Cinayeti savunmak, fikir özgürlüğüne girmez. Ben bunu, Türkiye'nin antidemokratik gelenekten gelen ve akademi dünyasına hakim olan tek parti düzeni uzantısının iktidar kaybetmesiyle terör örgütünü savunacak kadar aşağılık bir pozisyona düşmesi olarak değerlendiriyorum. Burada özgürlük sorunu yoktur. Yaşama hakkı ve terör birbirinin zıttıdır. Terörden mi, yaşama hakkından mı yanasınız? Mevzu bu kadar açık. Akademik başarılarıyla değil böyle bir mesele ile gündeme gelmek isteyen patolojik tiplerin de bu imzacılar arasında olduğu anlaşılıyor. Ama bir kısmının da metni okumadan imza attığını düşünüyorum. Zaten imzasını geri çekenler de oluyor.
CHP tarihinde böyle bir düzeysizlik yaşanmamıştı
Kemal Kılıçdaroğlu'nun CHP Kurultayı'nda Sayın Cumhurbaşkanı'na yönelik ağıza alınmayacak ifadeleri için dersiniz?
Kemal Kılıçdaroğlu'nun konuşmasını dinleyince Türkiye'nin ana muhalefet partisi liderinin aslında nasıl bir yetersizlik sendromuyla başta Sayın Cumhurbaşkanımız olmak üzere Türkiye'ye, Türkiye'nin en önemli değeri olan demokratik sürece ve millete saygısızlık yaptığını görüyoruz. Halkın seçtiği bir isme, bu isim her kim olursa olsun bu saygısız ve kabul edilemez dil Türkiye için büyük bir talihsizliktir. En başta da CHP için bir talihsizliktir. CHP tarihinin hiçbir döneminde böyle bir düzeysizlik yaşamamıştır. Bu seviyesizliğe CHP hiçbir döneminde sahip olmamıştı.
Meclis başkanlık sistemiyle etkinleşir
Başkanlık sistemi ve anayasa da gündemde, bu konuda nasıl değerlendirmede bulunursunuz?
Başkanlık sistemini ben uzun zamandır savunuyorum. Fakat Meclis'e girince daha fazla savunma ihtiyacını gördüm. Türkiye'deki parlamenter sistem içinde meclis en etkisiz, en işleyemez kurum haline getirilmiş. Bu parlamenter sistemin kusuru değil, ama Türkiye'deki parlamenter sistem kurumsal yapısı ile etkisizleştirilmiş bir meclis ortaya çıkarmış. Bu mecliste mevzuat öyle bir şekilde düzenlenmiş ki milletvekilleri sadece birbirlerini suçlamak için söz alıyorlar. Ama bir yasama faaliyeti ya da bir düzenleme yapmak için meclis çalıştırılamaz hale getiriliyor. Meclis yeniden etkin bir hale getirilmeli. Mevcut parlamenter sistemin içinde de bunun mümkün olmasını hayal bile edemeyiz. Meclis'i birinci kurum haline getirebilmemiz için Başkanlık sistemine geçmemiz lazım. Başkanlık sistemine geçildiğinde Başkan kendi sekreteryasını meclis dışından atayacağı için meclis hem yasama faaliyeti yapabilir hem de Başkanın icraatını denetleyebilir. Türkiye'nin demokratikleşmesinde son aşamaya giriyoruz. Son aşama anayasa değişimi ve başkanlık sistemine geçiştir.