Bu film için, evini, arabasını, arsasını sattı

Yıllarca belgesel çekti, kitap yazdı. Bir gün, kadınlarla ilgili belgesel yapmaya gittiği Hasankeyf'de film yapmaya karar verdi. Ne parası vardı ne de pulu. Vazgeçmedi ve...

ABONE OL
GİRİŞ 15.05.2009 09:30 GÜNCELLEME 15.05.2009 09:30 RÖPORTAJ
Bu film için, evini, arabasını, arsasını sattı

Nursel TOZKOPARAN'ın röportajı
tozkoparan@haber7.com


Haftasonu  ilgimi çekecek bir filme gitmeye niyetlendim
Vizyondaki filmleri incelerken önce filmin ismi sonrasında ise yönetmenin adı ilgimi çekti: “Benim ve Roz’un Sonbaharı” yönetmen Handan Öztürk.
Bu benim arkadaşım Handan olabilir mi diye heyecanlandım
Onu en son iki ya da üç yıl öncesinde Mardin’de görmüştüm. Ben program için Mardin’deydim o da belgesel çekimi için.
Uzunca zamandır görüşemiyorduk.
Benim arkadaşım olan Handan Öztürk’ün romanları vardı.
Belgesel çekiyordu. Yok. Belgeseller çekiyordu.
Ama film yönetmeni değildi.
Şaşkınlığımı kısa sürede attım üzerimden.
Ve telefona sarıldım.
“Aaa. Evet o benim. Belgesel çekecektim sonra vazgeçtim film çektim. İki yıldır filmle uğraşıyordum” demez mi?
Evet. Bu benim arkadaşımdı.
Handan inanılmaz yorgundu ama bir o kadar da keyifliydi, heyacanlıydı.
Herkes gişe yapacak aşk filmleri çekerken o iki yılını Hasankeyf’i kurtarma projelerine, doğudaki kadınları anlatacak film çekmeye vermişti.
Çılgındır Handan Öztürk.
Ve o hâla idealisttir.
“Evimi, arsamı, arabamı sattım” deyince bu telefonda konuşalacak bir mevzu değil. İki yılın özlemi telefonda olmaz diyerek buluşmaya karar verdik.
Bu seferde ben “ben de röportajlara başladım muhabbette edelim tamam ama röportajda yaparız” deyince filmin oyuncularından Zerrin Arbaş’ın evinde soluğu aldık.
Zerrin hanımın şahane kekleri ve nefis çayları eşliğinde yaptık bu röportajı.
Bu arada..
Siz bu röportajı okuyun ben Urfaya gidiyorum. Sürpriz röportajı bekleyin.

Kitapların kaç tane? İçerikleri ne desem……
4 tane de kitabım var. Kitaplar da ağırlıklı olarak Doğu’yu anlatıyor. Birincisi Kapadokya’yı anlatıyor. Orada da aslında fanatizmi sorguluyor. Kapadokya’daki o Hıristiyan kültürünün oluştuğu dönemi anlatıyor.  Onun üzerinden İgolanajım dönemini anlatıyor. Merkezinde bir papaz ve onun iniş çıkışları var. İkincisi; Mor  tecavüz işgal dönemi İstanbul’unu anlatıyor.  Ama üç tecavüz hikâyesi. Bir ülkenin tecavüze uğraması, bir genç kızın tecavüze uğraması, bir de yurt severin işkence görmesi o da bir tecavüz. “Doğu’nun Çıplak Kadınları” ise Doğu’da mücadele eden hani o bizim bildiğimiz klasik öldürülen, recm edilen, baskı altındaki kadınlar değil de buna karşı direnen, güçlü, erkeklerle aynı düzeye ulaşmış inisiyatif sahibi kadınları anlatan bir kitap. Dördüncüsü de “Arumi’nin Rüzgar Gülü” bu bütün Asya’yı, Doğu’yu dolaşarak oradaki kadınlık ve erkeklik hallerinden çıkarak bütün bu kadın, erkek halini sorgulayan bir kitap.

KAOS GİDEREK BÜYÜYOR,KAOSUN YARATTIĞI TOZDUMAN İÇERİSİNDE DÖNEN İNSANLARIZ
 
Oooo… Hiç durup dinlenmek nedir bilmez misin? Belgesel filmler, romanlar derken şimdi de ilk uzun metrajlı bir filmle çıktın karşımıza. Ve idealist bir kişilik…

Evet.  Ben hep doğruları/doğmaları olan bir insanım. Öyle de bir aile geleneğinden geliyorum. Evin dışında olup bitenler bizim için hep önemli olmuştur. Esasında Türkiye’de daha doğrusu dünyada 68 kuşağı ve daha öncesinde gelişen eylemlerin ifadesi olan idealsizm çok bonkörce harcandı. Hatta birazda vahşice yok edildi. Popüler kültür  tabi ki hayatın bir gerçeği onu kabul etmek zorundayız ve insanlar onu tercih ediyorsa demek ki; onunla insanlar arasında da bir uyum ve barışıklık var. Ancak popüler kültürün her şeyin üzerini örtmesi idealsizimi yok sayması  kalbimi acıtan şeyler. Dünyaya baktığımız zaman dünyanın o kaotik halini gördüğümüz de işlerin çok iyi gitmediğini de görebiliyorsunuz.  O zaman diyorum ki  “10–15 sene öncesinden daha fazla idealistçe doğrularımıza sahip çıkmamız gerekiyor.” Çünkü kaos giderek büyüyor ve giderek herkesi içine alıyor. Görmesek de gözlerimizi kapasak da o kaosun yarattığı toz duman içerisinde dönüp duruyoruz..

İnanılmaz bir karamsarlık tablosu çizdin. Sen bu karamsarlık tablosunu tek başına düzeltebileceğini düşünüyorsun o halde?
Bana “sanatçı mı olmak istersin yoksa ölümsüz bir kahraman mı?” diye sorsalar, hiç kuşkusuz “ölümsüz kahraman” cevabını veririm.  Bu benim yapımda var. Keşke bu kaosu düzeltecek, insanları olumlu yönde etkileyecek gelişmelerin kahramanı olabilsem. Ama bunu yapabilir miyim? Değil tabi. Ben şuanda bütün etkilendiğim bütün bu gördüğüm problemleri kendi sanatçı dünyamdaki kırılmalarını ifade etmeye çalışıyorum. Kahramanlık yapamıyorum. Ben etkileşimlerimin kendi iç dünyamdaki kırılmalarını ifade etmeye çalışıyorum.  Sonuçta beni yine sanatçı kategorisine koyuyor. Kahraman kategorisine koymuyor. Ama hakikaten kahraman olmayı çok isterdim. 
 
Peki bu düşüncen sonradan mı gelişti yoksa aileden mi geliyor?
Annem babam, dedem ailecek hep “ne olacak halimiz, insanlık ne olacak” soruları sorulurdu. bizim aile dışarıda olup bitenlere karşı sorumlu bir ailedir. Başta da söylemiştim ya, ailecek dışarıda olup bitenlere karşı fazlasıyla ilgiliydik. Babam köy endüstri mezunu dedem kendi döneminin ariflerindendir. Alt yapısı doludur. Aile içerisinde oldum olası, haberler, kültür sanat hep önemsenmiştir. Kısaca aile geleneğini sürdürüyorum.

ÖLÜM KUTSAYAN BİR TOPLUMLAR OLDUK
 
Gelelim son projene… Aslında bu kadar “dışarıda olup bitenlere sorumluluk hissi” konuşmalarından sonra cevabını sanırım biliyorum ama yine de senin ağzından dinlemek istiyorum. Neden Hasankeyf’le ilgili bir film ve bu fikir nasıl oluştu?
Hasankeyf dünya ya bakışımın küçük bir örneğiydi. Hasankeyf’i ilk gördüğümde çok etkilendim. Müthiş bir görüntüsü var. İki resmi bile insanı allak bullak eden bir mekân. Ama zaten dünyaya bu bakış açımın bende yarattığı acılar içerisinde kıvrılırken, giderek bir ölüm kültürünün dünyaya hâkim olması ve bir ölüm şöleniyle karşı karşıya gelmek müthiş etkiledi beni.  Adeta ölümün, kolalar, viskiler içilirken tüketilir bir nesne haline gelmesi ve konforlu hayatlarımızda müthiş bir ölüm kutsayan bir toplumlar haline gelinmesi…Hasankeyf’in görüntüsü kadar çarptı beni dinlediğim hikayeler.

Neden belgesel değil de film peki?
Aslında belgesel yapmak için gitmiştim. Batman’da intihar edenler kadınlar çok gündemdeydi. O kadar acıklı hikayeler dinledim ki belgeseli yapamayacağıma karar verdim. Ne yaparsam yapayım o acıyı ifade edemeyecektim. Hasankeyf’in o güzelliğini gördüğümde ölümünde ayaklarımın dibinde olduğunu fark ettim. Hasankeyf’in güzelliği Mezopotamya’nın müthiş çarpıcılığı ve oranın insan ölümünden kültür ölümüne geçişinin hikâyesi filme dönüştü. 

SİNEMANIN BİR OYUN BAHÇESİ OLDUĞUNU FARKETTİM

Film çekmek gibi bir hayalin var mıydı?
 
Aslında kayakçı olmayı çok istedim. Babam profesyonel olarak kayakçı olmama izin vermedi. Dolayısıyla babam yüzünden Yeşilçam’a düştüm.

Anlayamadım neden izin kayakçı olmanıza?
Kadın olduğum için. Doktor ol, hakim ol ne olursan ol ama kayakçılık asla! Bende basın yayın okudum.

Kayakçı ve basın yayın ne alaka diyeceğim ama... Peki belgesel çekmeye nasıl karar verdin?
E burada basın yayını bitirdikten sonra İsviçre’ye gitmişim. Radyo programcılığı yapıyordum. Orada belgeselcilerle tanıştım bir müddet danışmanlık yaptım onlara. Ferzan Özpetek’in  “Harem Suare”sinde danışmanlık yaparken aslında sinemanın bir oyun bahçesi olduğunu farkettim. sinemanın bir oyun bahçesi olduğunu fark ettim. Bu anlamda belgesel daha sınırlayıcı sinema ise öyle değil. Yüzlerce hayat kurabilirsin, karakter yaratabilirsin ve sonsuz bağımsızlık duygusu yaratıyor insanda. Bu fikir beni müthiş heyecanlandırdı. O zaman karar vermiştim mutlaka yapmalıyım yapabilirim diye.

Seni film çekmeye kadar götüren, etkileyen ne oldu?
Batman’da  kadın intiharlarını gözlemlerken yerel gazetecilerle tanıştım. Yerel gazeteciler sit coma dönüştürülen ve popüler basınının yapamadığı gerçek anlamda gazetecilik yapıyorlardı ve o beni çok etkiledi. Gazeteci Metin karakterim o yerel gazeteci modellerinden doğdu. İşte idealisizm diyoruz, gazeteci diyoruz, kurtarıcı diyoruz ama bunu da günümüzdeki haliyle daha kanlı canlı zaafları da olan zaaflarıyla birlikte idealizm doğru olanda bu yani. Zaaflarını kitlemiş, puta dönüşmüş idealistlerden çok artık dünya daha gerçek içimizdeki idealisizime ihtiyacı var diye düşünüyorum. Zaaflarına rağmen idealist bir gazetecide oradaki o yerel gazetecilerle olan gözlemlerimden doğdu.

Hikâyenin  ne kadarı gerçek ne kadarı kurgu ya da senin hayalgücün?
Aslında kasabaya kuş bakışı bakan bir film. Hikayeler elbette gerçek. Ancak birkaç hikayenin birleşmesi ve karakterlerin üzerinden anlatmak istediklerim vardı. Mesela; oraya gelen eski bir dansöz Tijen’imiz var. Onunla biraz Hasankeyf’i özleştirdim. Tijen orada Roz gibi dünya güzeli yetenekli bir kızla tanışıyor ve onu evlat edinmeye çalışıyor. Çünkü hepimizin içinde miras bırakma kaygısı var. Doğal yapımızda var. Esas olarak kasabasını kurtarmaya çalışan gazeteci Metin karakterinde; kasabaya kuş bakışı bakıyor ve oradaki sıcak, çarpıcı insan öyküleriyle birlikte olayı aktarıyor. Bu anlamda da Hasankeyf’in filmi, belgeseli diyemeyiz. Hakikaten bir konusu var, kurgusu var ama Hasankeyf’te bunun içinde çok önemli...

Biraz filmden bahseder misin?
Hasankeyf baraj olacak ve sular altında kalacak. Kasabadaki halk baraj yapılmasın diye uğraşıyor ancak davayı kaybediyorlar. Metin o kasabada yaşayan ve oralı bir yerel gazete sahibi. Metin Berfin’le tanışıyor. Berfin eski bir siyasi saklı, çok hızlı bir kararla evlenme kararı alıyor. Önyargılarla yaklaştığımız doğulu insanlardan beklemediğimiz kadar bir romans yaşıyorlar Berfin ve Metin düğün gecelerinde. Sonra o gece bütün romansı alt üst edecek bir gece yaşanıyor. Olaylar bunun üzerine kurulu olarak devam ediyor.

Filmin isminin bir anlamı var mı?
Film Şoreş’in dilinden anlatılıyor ve yer yer Roz’un anlatımları var. İki çocuğun dilinden anlatıldığı için Roz’un Sonbahar’ı oldu. Orada ilkbaharını yaşamadan sonbahara geçen çocukların hikâyesini taşıdığından ötürü Benim ve Roz’un Sonbaharı.

Oyuncular neredeyse oralı kadar sahiciler. Kadroyu nasıl oluşturdun?
Çoğu yörenin insanı. Ben bütün oyuncuları oradan seçmeyi hedeflemiştim. Yerel oyuncular olmasıydı bütün hedefim. Bölgede iki aylık bir ön çalışma yaptık. Sadece başrol oyuncusunu bulamadım yöre insanı arasından. Zerrin Arbaş, Serkan Altınorak ve Öznur Kula haricinde yerel oyuncu oluşturdu kadroyu. Çok da başarılı oldular.

Roz ve Şoreş’ten karakterini ararken zorluk çektin mi? Onları nasıl keşfettin?
Batman’da seçtiğim bir çocukta bir problem yaşayacağımı hissettiğim anda hemen Hasankeyf’teki çocuklar arasında bir seçme yapacaktık ve bunların içinde Şoreş’de vardı. İkinci görüştüğümüz çocuktu ve hakikaten çok güzel döktürdü. Benim oyunumdaki sınırların üstünde bir performans verdi. Çok büyük bir sıcaklık kattı. Roz’da yine 300 çocuk arasından seçildi.

Oyuncularla filme başlamadan önce bir dil çalışması yaptınız mı? Ön çalışma ne kadar sürdü?
Serdar Altınorak zaten Mardin’de bir film çekmişti ve bir ön çalışması vardı. Üç tane aksan koçun elinden geçtiler. Zerrin Hanım gerçek bir kontes olduğu için bir türlü aksan yaptırmaya lüzum yoktu. Öyle bir hayal kurmadım zorlamadım da. O yüzden onunkini çok hafif aksanlı bir dublaj yaptırdık. Çünkü çok düzgün bir Türkçesi var. Asla kırması mümkün deildi.

Yaptığınız çalışma içinize sindi mi?
İki yıl devam eden bir çalışma sonuçta. Nazarlık niyetine ufak tefek hatalar olsa da benim içime sinen bir çalışma oldu.

TÜRKİYE DE İŞ YAPMA DİSİPLİNİ OTURMAMIŞ

Peki  film neden 2 yıl sürdü?

Türkiyede iş yapmak çok zor; iş ahlakı, iş ahlaksızlığı, iş disiplinsizliği... Birde tabi maddi imkansızlıkları da eklerseniz tuzu biberi oldu diyelim... Ben baştan yapımcılarla yola çıkmıştım tek başıma tamamlamak zorunda kaldım. Kendi olanaklarımı zorlayarak evimi arabamı ne var ne yoksa satarak tamamladım filmi. Bütün bu sorunlar üst üste gelince iki yıl gibi bir sürede bitti film.

Ekip değişti mi aynı ekiple mi yola devam ettiniz?
Bana eskiden derlerdi: “Oyuncularla ve yönetmen dışında herkes değişebilir” diye. Böyle bir şey olabilir mi? derdim. Yani reji değişirse nasıl o film biter. Benim sadece makyözüm değişmedi. Onun dışında 90 kişilik ekipmanın hepsi değişti.

Başlanmış bir işte ekip neden değişir ya da bırakır?
Araya bir yıl gibi bir zaman girmiş. Ben bu projeyi bitireceğimi biliyorum ancak insanlar ne olacağından emin değiller. Diziler çok yoğun. Ama şu var iki sanat yönetmeniyle ben anlaşamadım. Anlaşamadığım için birlikte devam etmediğim insanlar vardı. Bir de çok devam etmek isteyip de başka işlerde oldukları için gelemeyen arkadaşlar oldu.



Hiç  ümitsizliğe kapıldığın  oldu mu?
Öleceğim dediğim anlar o kadar çok oldu ki. Ben hiçbir işimi yarım bırakmadım. Filmin belki bazı zaafları vardır. Ama bu filme ilgili en büyük başarım bütün bu meşakkatli ve bütün bu problemlere rağmen bu filmi bitirmiş olarak görmem benim en büyük başarım olarak görüyorum. Çok zor bir savaş verdik.

Ulusal festivallere katılmayı düşünüyor musun?
Düşünüyorum tabi. Çok önemlileri kaçtı. Davet ilk film yapan yönetmene hiçbir yerden gelmiyor. Biz kapılarını tıklatıyoruz. Ya bizimde filmimiz var buyun bakın diye. Roz’un elinde bavulu hazır festivallere göndermeyi düşünüyorum.  

BİZ HASANKEYFİ BİR KARAKTER OLARAK KULLANDIK

Bildiğim kadarıyla Hasankeyf’le ilgili daha önce bir film yapılmadı diye biliyorum, doğru mudur?
Başlıbaşına bir film evet yok. Çeşitli dizilerde mekan olarak kısmen gösterildi biraz kullanıldı ancak o kadar. Bu dizilerde de çok klasik bir Hasankeyf görüntüsü kullanıldı. Biz bu filmle bugüne kadar hiç gösterilmeyen açılarıyla bir Hasankeyf  çıkarttık ortaya. Bir karakter aynı zamanda Hasankeyf. Bu bile bugüne kadar yapılmış diğer filmlerden bizi ayırıyor diyebilirim.

Bu filmle Hasankeyf’in yok olmamasına etkili olacağınıza inanıyor musunuz?
Çok ümit ediyorum. Hayalini kuruyorum. Fakat net bir şey söylemem çok zor. Bekleyip göreceğiz. Eğer bu film böyle bir kasabayı kurtarmayı başarırsa bizim için en büyük ödül olur.

BİR MÜZEYE SALDIRILIYORSA O ARTIK ÜLKENİN NAMUSUDUR

Herkes gişe yapacak aşk filmleri çekerken sen bir kahramanlık yapıp Hasankeyf üzerine ve bütün dikkatleri oraya çekecek bir film yaptın. Bu anlamda Kültür ve Turiz Bakanına  ne söylemek isterdin? Önerilerin nedir?
Ben esas olarak mutluluğun çok sadelikli olduğunu bu yaşta fark etmiş bir insanım. Tabi ki bu ülkenin enerji sorunları çözülmeli. Bu ülkenin politik sorunları çözülmeli. Bu ülkenin terör sorunları çözülmeli. Ama bütün bunlar için hakikaten bir daha asla oluşamayacak değerler yok edilmemeli. Ülkeler birbirine saldırıyorlar ve eğer bir müzeye saldırılıyorsa o artık onun namusu. O saldırganın namussuzluğunun tepe noktası olarak değerlendiriliyor. Yani dokunulmaması yıkılmaması gereken noktalar var. Bütün bu çözümler bunlar üzerinden üretilmeli. Bu kadar değerli yerler çok kolay harcanarak çözüme ulaşılmaz problemi daha büyüdür diye düşünüyorum. 
 
 BATININ DEĞERLERİ, KÜLTÜRLERİ, ŞABLONLARI, DÜNYANIN TEK DOĞRUSU DEĞİL
 
Bütün bu konuşmalardan anladığım Doğu ve Güneydoğu Anadolu için özel bir hassasiyetinin olduğu...
Batı’yı tanıdıkça Doğu ve Güneydoğu’ya karşı hassasiyetim artıyor. Ben ilk yurt dışına çıkmadan önce kendimi çok Avrupalı sanırdım. Boğaz’ın kenarında yürürken Sen nehri kenarında yürüyen bir genç kız havasındaydım. İsviçre’ye gittiğimde fark ettim ki “farklı kültürler var, farklı değerler var”. Bunlardan bir tanesi hakikaten dünyanın doğrusu mu yoksa her kültürün kendi içerisinde değerleri ve doğruları var mı? Benim bir dakika dediğim an İsviçre’ye ilk gittiğim dönemdir. Demek ki Batı tek alternatif değil. Batı’nın değerleri, kültürleri, şablonları dünyanın tek doğrusu değil. Ondan sonra Doğu’lu yanımı keşfettim ve  Doğu’yla çok özel bağlar kurdum. Mesela; son kitabım bütün Asya’yı dolaşan bir kadını anlatır. Yani artık Doğu benim bir meselem oldu. Doğu duyarlılığını ifade etmekte tıkanan Batı kültürüne karşı alternatifleri biz nasıl oluşturabiliriz. Hangi kaynaklarımız var. Bu konu da hassasiyetim çok fazla oluştu. Ben hep şuna üzülmüşümdür; babamın kızı olacağıma, dedemin kızı olmalıymışım. Çünkü dedem Doğu kültürünün bir arifiydi, engin bir adamıydı. Babam cumhuriyet kuşağının temsilcisi. Ben babamın gerçekçi şeyleri kadar dedemin masallarından, söylencelerinden daha fazla etkilenen bir yapım olduğunu sonradan fark ettim.

Yaptığın işlerde doğuyu önemsemenin altında doğu kökenli olmanın bir etkisi olabilir mi?
Mutlaka. Çünkü ne kadar çok batılı bir şekilde yetiştirildiysem de aile içinde kökenlerinize dair adetlerinizi birşekilde sürdürüyorsunuz. Hangi yöreye, bölgeye aitseniz oraya dair özellikleri taşıyorsunuz. Bu batılı ülkelerde de aynıdır. İkili ilişkilerde mesela pekçok konuyu halledebilir anlaşabilir inanılmaz keyif aldığınız sohbet ortamları oluşturursunuz, ille velakin birşekilde konu gelip geçmiş kökenlerine geldiğinde hemen taraf oluverirsiniz bir biçimde. Bu çok insani bir durum. O yüzden mutlaka annenizden, babanızdan, yetiştiğiniz ortamlardan izler taşırsınız.

Bu arada kaç belgesel çektin şimdiye kadar?
Galiba 10’u geçti.

Daha çok hangi konular?
Öncelikle Doğululuk üzerinden gitmek üzere tarih oldu. Ama şimdi daha çok kadınlara doğru gidiyor. Kitaplarımda öyle. Bundan sonraki filmde bir kadın filmi olacak galiba.

KARADENİZLİ KADINLAR,DOĞUDAKİ KADINLARA GÖRE  DAHA İNSİYATİF SAHİBİLER

Görünen o ki iki tema üzerinde duruyorsun çalışmalarında, doğu ve kadın. Peki neden özellikle doğulu kadın üzerinde duruyorsun mesela anadolu kadını karedeniz kadını vurgusu olacak mı? Doğu ve güneydoğu dışındaki kadınların sorunları ilgini çekmiyor mu?
Yok. Yok. Bütün kadınlar beni çok ilgilendiriyor. Şimdilik öyle oldu. Dünyanın doğusuna giderek olayın çok katmerleşmesi. Birde Karadenizli kadınlar inisiyatif sahibiler, doğulu kadın inisiyatif sahibi değildir.
İlginç bir tespit. Peki karadeniz kadının doğulu kadına oranla daha insiyatif sahibi olmasını neye bağlıyorsun?
 Doğayla çok iç içe bir hayat sürmeleri onlara inanılmaz bir özgürlük alanı oluşturuyor. Bu da kadın erkek ilişkilerinde kendilerini daha iyi ifade edebilmelerini sağlıyor. Ege ve Karadeniz kadınlarını bu anlamda Türkiye’deki kadın profilinin bir miktar dışında görebiliriz. Doğulu kadınlar kadar tutucu, ezik değildirler. Gerçi şimdi yavaş yavaş doğuda da yıkılmaya başladı. Ama İç Anadolu’da halen daha hâkim. İslami kesimde de yıkıldı bu tavır. Kadınların İslami hareketin nihenk taşını oluşturmaları önce başörtü mücadelesi olarak başladı. Bu ortak paydadan yola çıkarak mücadele etmeyi öğrendiler. İnisiyatif sahibi olmayı öğrendiler. Önderlik etmeyi öğrendiler ve şimdi çok doğal olarak hayatın her alanında aynı haklarını, aynı inisiyatifini istiyorlar. Yani bir noktadan başlayıp, başka noktalara kadar gittiler. Şimdi Doğudaki kadınlar aynı süreci yaşıyor.
 
AK PARTİ İKTİDARI OLMASINA RAĞMEN HALEN BAŞÖRTÜ YASAK

Kadın sorunlarıyla çok fazla ilgileniyorsun.Başörtüsünden inancından dolayı okula gidemeyen kadınlarımız, kızlarımız oldu. Bu konuda neler düşünüyorsun?

Ben onların hep yanında oldum.

Bu konuda bir şeyler düşünüyor musun?
Ben zaten bununla ilgili Hollanda televizyonuna bir belgesel yaptım. Adı da “Aktif Müslüman Kadınlar” da. Çok sevilen bir belgesel oldu. Çünkü bizim ülkemize dâhil bütün Avrupa’da eğer bir İslami bir kadın deyince dördüncü kuma olmaya hazır, dayak yemeye hazır, kocasının ayağını yıkamaya hazır bir kadın profili aklına geliyor. O belgesel tam tersini işledi. Hayır aktif bir hayat içerisinde o da işte sivil inisiyatiflerde çok önemli roller alıyor. Onu sadece yaşama biçimi ve giyim özgürlüğü dışında farklı tercihinin dışında çok fazla bir şeyi yok bir anlamda. Üç örnek üzerinden gitmiştim. Yıldız Ramazanoğlu, Gülten Hanım ve genç sivillerden Neslihan. Hakikaten tüm izleyenleri çok şaşırtmıştı. Ezber bozan bir belgeseldi.
 
Neden Hollanda televizyonu  için yaptın?
Hollanda televizyonuna ara ara bir şeyler yapıyorum ve böyle bir teklif sundum. Onlarında çok hoşuna gitti. Karşılıklı olarak yaptık.
 
Türk televizyonlarına böyle bir önerin oldu mu?
Yok böyle bir önerim olmadı. Çünkü ben bu konuda çok açık olduklarını düşünmüyorum. Bu konuda halen daha tutuculuk var. Tutuculuk o kadar büyük ki AKP iktidarda olmasına rağmen halen daha başörtü yasak. Burada gizli bir anlaşma var. Hepimiz çok demokratız. Artık çoğunluk başörtünün çok doğal bir hak olduğunu düşünüyoruz ama büyük bir suskunluk içerisinde hepimiz yasağı kabullenmiş durumdayız.
 
DOĞU KADINLARINDAKİ GELİŞMEYİ SİYASETE BAĞLIYORUM

Ne kadar süredir Doğu kadınlarıyla ilgili araştırmalar yapıyorsun?
15 yıl oldu.

Peki 15 yıl önceki Doğu kadınıyla bugünkü Doğu kadını arasında ne gibi farklar var?
Siyaset kadınları geliştiren bir şey. Bunu solcularda yaptı. 68 kuşağındaki kadınlarla başladı. Ağabeysinin etkisiyle, sevgilisinin etkisiyle bir siyasi şeye dâhil oluyor ve orada mücadele etmeyi öğreniyor. Ondan sonra da kendini fark ediyor ve kendisi için mücadele etmeyi öğreniyor. Son zamanlarda İslamcı kadınlarda bunu gözlemleyebilirsiniz. Şimdi de Kürt kadınlarında görüyoruz. Kitap yazmayı düşünmeyen, müzik yapmayan, tiyatro yapmayan genç kız yok gibi sanki.  Artık kadınlar eskisi kadar “seni öldürürüm dışarı çıkamazsın” sözlerinin altında ezilmiyorlar. Sivil savunmalar var, bir dostane ağlar var. Onlar harekete geçiyor ve o kültürden kaynaklanan baskı giderek azalıyor ve kadınlar inanılmaz bilinçli, aktif.

Peki bu gelişmeyi neye bağlıyorsunuz?
Kadınlar artık sosyal hayatın içerisinde. Siyasetin içerisinde. Siyaset kötü bir şey değil. Bizde hep siyasetleşmekten korkuldu. Hâlbuki siyasileşme o ülkeye taze kan getiriyor. Mozaik diyoruz. Mozaik deyip de kaynaşmaması için elimizden geleni yaparsak kırılır tabi ki o mozaik. O sana oradan bir renk dayatıyor, ifade ediyor. Öbürü başka bir renk dayatıyor. Bütün bunlara izin vermek ve bütün bu farklılıklarla bir arada olmayı becermek çok daha anlamlı geliyor bana.

Son dönemdeki hükümetin Doğu'yla ilgili çıkışları hakkında neler düşünüyorsunuz?
Yeterli bulmuyorum. İlk zamanlarda ki argümanları beni daha çok heyecanlandırıyordu. Heyecanlı, demokratik, aktif, daha muhalif argümanı beni daha çok heyecanlandırıyordu. Son dönemlerdeki argümanları jargonun hep bir bengi gibi geliyor ve geri adım gibi geliyor. Yetmiyor. Buna sahip çıkman gerek. Ülkede enerji, buhar orada var. Toplumu sen ilerletmek istiyorsan o buharı kullanmaya çalış. Buharı soğutmaya çalışan dengeler falan filan problemi aşağı iter. Öyle düşünüyorum. Fiziki olarak bakıyorum olaya.
 
Somut bir örnek verir misin? Keşke şöyle yapsalardı diye…
Mesela; ben şunu çok komik buluyorum. TRT Şeş’i açacaksın orada Kürtçe yayın yapacaksın sonra mecliste Ahmet Türk’ün meclisteki kürtçe kanuşmasında televizyonu kapatacaksın. Bu bir çelişkidir.  Yani sokağa çıktığımda gördüğüm başörtülü kadını üniversiteye girdiğimde görememek ne kadar çelişkiliyse buda o kadar çelişkili. Hani bir uzaylı gelse bunlara güler anlamaz. 5–10 yıl sonra bizim çocuklarımızda gülecek. Doğruysa doğrudur. Doğru cesaretle birlikte doğrudur. Cesaretsiz bir biçimde doğruyu besleyemezsin. Bu anlamda iktidarın daha cesur kararlar almasını bekliyorum ben. Başörtü konusunda da bekliyorum. Doğu konusunda bekliyorum. Demokrasi konusunda da bekliyorum. Bizim en önemli acil ihtiyacımız demokrasi.



Her düşünce iktidara gelene kadar demokrattır diye bir fikrin var senin. Ne demek istiyorsun?  
İktidara geldiğinde de antidemokrattır diyorum. Antidemokrat olmak zorunda kalır. Çünkü sistem böyle. Mesela; ben Obama konusunda herkes kadar heyecanlı değilim. Amerika Dünya çapında bir sistemdi. Obama ve ekibinin bütün o sistemi ters düz edeceğine dahil bir hayal asla kuramıyorum. Çünkü iktidarın kendi bir yapısı var. Doğal olarak o seni kirleten bir şey. Doğal olarak o seni dönüştürüyor. Sen onu eğer bir milim dönüştürüyorsan o seni bir metre dönüştürüyor. Arada hep böyle bir fark kalıyor. O nedenle muhalefette demokrat olmak çok kolay. Ölüm kuyularını açan hatta silah tüccarı ve esrardan para kazanan eski partiler bile şimdi adlarında demokrat şeyi geçebiliyor. Çünkü muhalefetteler. O yüzden demokrasiyi kullanmak zorundalar. Muhalefetin halka “İktidardayken biz onların ne kadar demokrat olduğunu gördük.” türünden şikayetlerini duyarsınız.  Bu söylemi, “iktidar birşekilde herkesi kirletiyor” şeklinde okuyabiliriz.

EVİME TELEVİZYON ALACAĞIM ANLAMINA GELMEZ

Doğu ve Güneydoğu ile ilgili çekilen dizileri nasıl buluyorsunuz? 
Oryantalist bir yaklaşım. Burada oturan bir insanın Doğudaki insanlarla ilgili ne tür önyargısı varsa onun üzerinde gidiyor. Erkekler ya vahşi, ilkel, ya aplal, saf kadınlar ya da katakullici veya sesi çıkmayan aptaldırlar.  Bu kategoriler beni çok üzüyor. Adamakıllı oraları gerçekten anlatan, daha içeriden bakan samimiyetle çekilmiş bir dizeye rastlamadım henüz.  Bu ön yargılar üzerinden ciddi rantlar yapıyorlar. Çok paralar kazanıyorlar. Esas olarak televizyon kültürüne çok karşıyım. Evimde beşinci yıla giriyorum televizyonu attığım için bunlarla ilgili çok olumlu şeyler söylemem söz konusu olamaz. Orayı ve oranın değerlerini çok doğru işlediklerini düşünmüyorum.

Peki sana bir dizi teklifi gelirse ret mi edeceksin?  
Ben şimdiye kadar bulaşmadım ama benim için içerik çok önemli. Doğru düzgün anlatan bir diziyi yapabilirim. Bu evime televizyon alacağım anlamına gelmez. Son dönemlerde popüler filmler, Cem Yılmaz’ın Arog’u, Şahan Gökbakar’ın Recep İvedik’in bunların bu kadar satması beni hiç rahatsız etmez. Sinemaya yeni kitleler kazandırıyor. İnsanları sinemayla buluşturan bir şey. Ama benim için illa bütün sinemaların sanatsal olması, benim yapmaya çalıştığım gibi idealist olması gerekmiyor. İnsanlar popüler olanı istemeye de eğlenmeye de hakkı var. Bu kadar sıkıntı içerisinde gitsinler sinemaya eğlensinler. Bundan daha masum ne olabilir. Ama taşıdığı içerik çok önemli benim için. Maço mu, kadın düşmanı mı, faşist mi, savaşı övüyor mu, antidemokratik mi bu içerikler benim için önemli.  Diziye de öyle bakıyorum. İçerik olarak bana ters düşmüyorsa her şeye saygım var.

ZERRİN ARBAŞ: FİLMDEKİ DANSÖZ ROLÜM İÇİN NESRİN TOPKAPI’DAN TAKTİK ALDIM

Zerrin Hanım Handan Öztürk’le daha önce tanışıyor muydunuz?
Hayır tanışmıyorduk. Bu film vesilesiyle tanıştık. Senaryoyu okudum. Beğendim ve kabul ettim.

Güneydoğu Anadolu’ya daha önce hiç gitmiş miydiniz?
Çok seneler öncesinde bir film için Ağrı’ya gitmiştik. Ağrı dolayısıyla Erzurum, Van, Kars gibi yerlere gittim.24 sene önce. Ama Güneydoğu Anadolu’ya ilk kez bu film sayesinde gittim.

Peki film 2 yıl sürdü. Dolayısıyla çok ciddi izlenimleriniz var. Batılı bir kadın olarak Güneydoğu’daki kadınlar ile ilgili izlenimlerinizi alabilir miyim?
Beni hiçbir şey yadırgatmadı. Onlarda son derece zeki, akıllı insanlar. Bizim yıldızımız Roz’u oynayan o muhteşem çocuk olağan üstü bir kabiliyet ve de role çok uydu. Ben onda çok iyi yetenek ve bir yıldız ışığı gördüm. Şoreş’te yine muazzam zeki, çok karizması yüksek harika bir çocuk. İlerde çok iyi yerlere gelebilecek bir potansiyele sahip.

Biraz rolünüzden bahsedersek nasıl bir rolü oynadınız?
Rolüm bana uygun bir roldü. Tijen Hanım çok ünlü bir dansöz. Hatta sınırlarını da aşmış bir dansöz. Fakat belli bir yaştan sonra şöhretini kaybetmiş. Hasankeyf’teki bir ağanın üçüncü karısı olarak yani kuma olarak geliyor ve orada yaşamaya başlıyor. Aradan uzun zaman geçiyor. Ağa ölüyor ve tek başına yaşamaya başlıyor. Bir düğünde Roz’u görüyor ve onu çok seviyor. Anne kız gibi aralarında çok sıcak bir ilişki oluyor. Bizim Roz’da oldukça vahşi, yabani bir kız. İşte kırık dökük bir lisanı var onu düzeltiyor. Ona oturmasını, kalkmasını, yürümesini küçük bir hanımefendi olmasını öğretiyor. Dans öğretiyor. Çünkü onda çok büyük yetenek görüyor. Hatta onu bir dansöz olarak yetiştirmeyi düşünüyor. Böyle bir rol.

Balerin olduğunuzu biliyorum. Gerçekten de dans eder misiniz?
Yok yapmam. Nesrin Topkapıya biraz sordum. Taktik aldım, nasıl olması gerektiğine dair filan.

Hasankeyf’le ilgili izlenimlerinizi anlatır mısınız?
Hasankeyf bence dünyanın sekizinci harikası. Muazzam bir yer. Onun içinde benimde bütün istediğim Hasankeyf’te otellerin yapılması. Nasıl Kapadokya şimdi ihya oldu onun gibi Hasankeyf’inde müthiş bir turistik yere getirmesini istiyorum.

Oradaki tesisleri yetersiz mi buluyorsunuz?
Tesis yok ki. Biz Batman’da kaldık. Hasankeyf’te insanlar her an orası sular atında kalacak, baraj yapılacak korkusuyla hem hiçbirşey yapmamışlar ayrıca bir girişimde olmamış. Oradaki insanlar da 20 seneden beri yarın öbür gün oradan çıkma korkusu içerisinde yaşıyorlar. Hâlbuki orası turizm alanında kalkındırmak lazım ki memlekete böylelikle bir zenginlik kazandırırmış olur. Elimizde beş bin sene tarihi olan muazzam bir yer var ve biz bunun kıymetini bilmiyoruz. Hâlbuki bu müthiş yer müthiş bir şekilde paraya çevrilebilecek potansiyeli var.

Boynunuzdaki kolye dikkatimi çekti, bir anlamı mı var?
Evet. Benim için çok değerli bir kolye. Barış Akarsu nun  kolyesi. Annesi Hatice Hanım sağolsun Barışın taktığı kolyesini bana gönderdi.

Hatice Hanımla görüşüyor musunuz?
Hatice Hanım’ı gıyaben tanıyordum. Barış’ı da gıyaben çok severdim. Ama ben bir Barış fanatiğiydim. Barış rahmetli olmadan önce dizisini izliyordum şarkılarını dinliyordum. Kendisine büyük bir sempatim vardı. Barış’ın geçirdiği kazada bende çok üzüldüm ağladım. Annesi de bunu haber almış benimle irtibat kurdu. Ondan sonra da aramızda çok büyük sevgi bağı oluştu. Hatta şimdi 29 Haziran’da hem doğum günü hem de ölüm yıldönümü. Amasra’ya gideceğim.

KAYNAK : (Haber 7)