ROCK müziğini itaat ettiren sanatçı
Ekrem Düzgünoğlu, isyan müziğinin sembolü olan rock müziğine yeni bir tarz getiren isim oldu. İşlediği aşk konularıyla rock müziğini, kendi mecrasından çıkarıp bambaşka ufuklara yol almasını sağladı.
ABONE OLFeyza TANIK'ın röportajı
Başlattığı EKOROCK akımı ile ezgilerini rock müziği saunduyla yoğuran sanatçı, şarkılarına da yansıttığı ve yaşam şekli olan düşünce tarzını özümseyen dinleyicilerini EKOLODİ çatısı altında buluşturdu.
Anadolu-rock tarzıyla Türk müziğine yeni bir soluk getiren EKREM DÜZGÜNOĞLU; İTÜ Türk Müziği Devlet Konservatuarı Şan Bölümü mezunu.
2007 yılında çıkan “Karanlıktan Güneşe” albümüyle çıkış yapan sanatçı, bu albümün ilk klibi olan “Berduş” şarkısıyla, aynı yıl Kral TV Video Müzik Ödülleri kapsamında “Yılın En İyi Çıkış Yapan Erkek Sanatçısı” dalında ödül aldı.
2009’da yine aranjör ve yönetmenliğini yaptığı ikinci solo albümü “Kahır”ı dinledikten sonra Ekrem Düzgünoğlu ile sanat, yeni albümü, yaşamı, ekorock ve ekolodi üzerine bir söyleşi yaptık. Gelin sanatçıyı biraz daha yakından tanıyalım.
- “Kahır” albümünü dinlediğimde ilk dikkatimi çeken; müzik alt yapısıyla sözlerin birbirine tezat olması. Sözlere kulak verdiğimde rock’ın isyankar asiliğini hissetmiyor. Mesela aşktan bahsederken daha derin ifadeler yer alıyor, her dinleyişte ise farklı manalar
- Rock müzik; dünya genelinde, sert bir havası olduğundan kaya derler asıl anlamı itibariyle. Bir de protest bir tarafı
Ben “aşk”a dışarıdaki veya çevremdeki insanların baktığı gibi bakmıyorum. İnsanların “aşk”a bakışını çok sığ buluyorum.
Ben; beni yaratan şeyin aşk olduğuna inanıyorum.
Yani asıl Tanrı kavramının “aşk”la doğru orantılı olduğuna inanıyorum. O’na giden bir köprü gibidir “aşk”. Oraya gittiğimiz zaman aşkla gideriz, O’na gittiğimiz zaman mutlak ve yüce yaratıcıya ulaşırız. Bütün şarkılarımda hatta sanatla iştigal ettiğim bütün alanlarda beni kamçılayan ve benim tek yorumladığım, kendime göre anlatabildiğim şey “aşk”tır.
Kendimi bildim bileli O’nun peşindeyim.
Bunu bir gün bir bakmışım karşı cinse bir kadına hissetmişim, ama günün birinde de bir bakmışım tamamen içime dönmüşüm ve tamamen Hakk’ı arayan bir derviş olmuşum. Günün birinde de bir bakmışım çok başka bir yerdeyim ama bunların hepsini yapanın adı aşk.
- Ekrem Düzgünolu’nun “sanat” ve “Türkiye’deki sanat anlayışı”na bakışı nasıl?
- Şu anda Türkiye’deki müziğe bakışım çok da pozitif değil. Çünkü şuanda Türkiye’de sanatın olduğuna ve sanata değer verildiğine inanmıyorum.
Yapılan her iş elbette kutsaldır ve herkesin emeğine saygı duyuyorum.
Fakat şuan gördüğüm manzara bana bir at pazarını andırıyor. Etrafta uzun boylu kocaman bacaklı insanlar bir et pazarı at pazarı gibi bir durum var.
Yani aslında Türkiye’de albüm yapmak, şarkı söylemek sadece güzel sesle doğru orantılı bir şey değil. Çünkü sanatçı dediğimiz yaratık (“yaratık” bence güzel bir tabir) insan; yaşayışı ve duruşuyla hayata bakışıyla felsefesiyle dünyayı yorumlayışıyla tamamen örnek olabilecek bir insan olmalı.
Mesela isim vermek istemiyorum ama böyle çok örnek var: bir insanın sesi çok güzel ama karakteri çok berbat, ama bu adam sevenleri tarafından kişiliğiyle örnek alınan bir insan.
Ne oluyor onun sevenleri; onun gibi olmaya başlıyorlar. Toplum kirlenmeye başlıyor. Dolayısıyla ne oluyor? Artık Türkiye’de sanat konuşulamaz hale geliyor, her önüne gelen şarkı söylemeye başlıyor, sesi birazcık güzel olan şarkı söylemeye başlıyor. Ama bu ülkenin gerçek değerleri gerçek sanatçıları bunların arasında yok olmaya başlıyor.
Hani yok olma öncesi bitkisel hayat vardır ya Türkiye’de gerçek sanat dediğimiz şey bitkisel hayatta. Mesela bizim öz kültürümüz dediğimiz, bizi biz yapan, bizi bize anlatan yani bence “ayet niteliğinde” (teşbihte hata olmaz) olan türkülerimiz, bütün erenler evliyalar bütün Hak dostları hak aşıkları türkü dinlediler türkü yazdılar deyişler yazdılar, semahlar yazdılar ilahiler yazdılar. Bunların yazdıkları bu türküleri bu sözleri nereye koyacağız şimdi?
KIRAÇ BUNUN BEDELİNİ AĞIR ÖDER
Şimdi çok daha başka bir şeye geleyim isim de vereyim çünkü daha önce bir yerde daha konuştuk bunu; Kıraç diye
Ben ilk duyduğumda çok sevindim. Türkülerin farklı kişiler tarafından yorumlanması beni çok sevindirdi. Ama bir duydum ki bunların hepsine “halk şarkısı” demeye başlamış.
Bu bence, nasıl anlatayım, hadsizlik hatta hadsizliğin de ötesinde. Bu yeni bir kuram getirmek gibi bir şey.
Bu asırlardır var olan bir şey, buna ne benim ne onun ne de başka birinin abuk sabukça bir isim koymaya, yeni bir tarz yaratmış gibi farklı olmak adına, entelektüel olmak adına ya da herhangi bir müzik kanalında daha çok kitleye ulaşmak adına bunların ismini değiştirip “halk şarkısı” demek hiç kimsenin haddine düşmez. Anadolu’da çok güzel bir laf vardır “ya salma ya meydana girme”. Eğer sen türküyü söyleyeceksen, o meydana gireceksen adam gibi girmek zorundasın!
ADAM OLMAYANA ŞARKI SÖYLETMEZLER
Adam olmayan insana türkü söyletmezler bu ülkede aslında. Eskilerimiz böyleydi.
Aslında çok zengin bir kültürümüz var hem de dünyada az rastlanır bir derinlikte
ve buna “türkü” demişler
Eğer sen böyle yaparsan günün birinde bunun bedelini çok ağır ödersin. Çünkü bunun sahibi erenler, evliyalar bizim atalarımız ve onların kılıcı çok keskindir ve bunun bedelini kesinlikle ödeyeceksin.
Benim ifade etmek istediğim; türküleri çok farklı tarzda da yorumlayabiliriz çok güzel bir renktir bu kendimizi dünyaya tanıtmak adına.
Ama bir şeyin ismini; mesela sizin isminizi ben değiştirebilir miyim?
Böyle bir hakkım var mı? Sizin isminizi koyan koymuş, sizi artık böyle çağırmak zorundayız. Yani bir şeyin ismini değiştirmek onun DNA’sıyla oynamak gibi bir şey. Eğer böyle yaparsanız biz biz olmayız ki artık. O yüzden buradan herkesin bu konuya gereken önemi vermesini rica ediyorum.
TELEVİZYONA ÇIKMAK İÇİN KÜLTÜRÜNÜ SATIYOR
- Burada da hayatımızın her alanında olduğu gibi kavram karmaşası var “halk şarkısı” derken de halkın içinden çıkıp gelen türküler kastedilmiyor mudur?
- Diyemezsiniz, diyemezsiniz. Diyemezsiniz! Bakın bir televizyon kanalı var bu kanal türkü yayınlamıyor. Hatta içinde bağlama olan bir şarkıyı bile yayınlamıyor. Bu büyük bir kanal herkes tarafından her yerde izlenebilen bir kanal. Olabilir bu normaldir, ben bunu yadırgamıyorum da.
Adamların bir tarzı vardır ve o çizginin üstüne çıkmıyordur. Ama sırf oraya girebilmek adına ya da oradan çıkmayayım
Türkü dediğimiz şey nedir onu da açıklayayım da yanlış anlaşılmaya yer bırakmasın: “Türkü”; yazanı ve bestekarı belli değildir, asırlara dayanır dilden dile akıp gider.
Aslında bizim “türkü”lerimiz hepsi birer “destan” niteliğindedir. Ve aslında türkülerin diğer bir adı da “destan”dır. Çünkü o bir hikayeden iki kişi arasındaki bir aşktan bir savaştan çıkagelir. Mesela “burası huştur” diye bir türkü var ve buradaki anlatılan bir “destan”dır. Ya da Çanakkale türküleri var ve daha pek çok tabii.
Bir de şöyle bir durum var bunu bir ağabeyim söylemişti: dışarıdaki insanların bizim yabancı diye nitelendirdiğimiz insan toplumlarının “roman” kültürleri var. Bizim türkülerimiz destanlarımız var. Bizim roman kültürümüz yok. Ha roman okuyup yazmayalım mı tabi ki okuyalım ve yazalım. Ama biz kendi öz değerlerimizi de kaybetmeyelim.
Ne oldu türkülerimiz, şimdi her şeye türkü deniyor.
“Türkü” adına arabesk mi fantezi mi olduğu belli olmayan ama bir bağlama koymuş lay lay lay loy loy loy bir de buna “türkü” demiş. Ee ne oldu herkes “türkücü” olmuş.
“Neşet Ertaş” da türkücü, “Erkan Oğur” da türkücü ama demin bahsettiğimiz gibi kişiler de türkücü.
TÜRKÜCÜ 7 BÖLGENIN AĞZIYLA OKUYABİLMELİ
- Peki nasıl ayırt edeceğiz bunu biz?
- “Kazancı Bedih” de türkücüydü rahmetli, her söylediği şey ayet gibiydi. “Fuzuli”den söylerdi.
E şimdi o da türkücü bu da türkücüyse nereye koyacağız biz bunları?
İşte türkü budur asırlara dayanır yazanı ve bestekarı belli değildir halkın ortak malıdır. Ve “Türkü” denir; “Türk”e bir “ü”
- Bu değinilmeyen ama değinilmesi gereken bir konu.
Evet. Aslında buna benim büyüklerim cevap vermeliydi
Aslında buna benim büyüklerim cevap vermeliydi. Konservatuardan hocalarım cevap vermeliydi ama herhalde ya kulakları sağır oldu duymuyorlar ya da cevap vermeye layık görmüyorlar.
- Sizin müzik hayatınıza baktığımızda kendi solo albümleriniz öncesinde başka albüm aranjörlükleri yaptınız. Hatta üniversite yıllarınızda “Grup Çığlık” adında bir grup kurdunuz. Kendi albümlerinizde dikkat çeken bir şey de şarkılarınızın çoğunun söz ve müziği size ait. Bize bunun öyküsünü anlatır mısınız? Nereden nereye geldiniz veya nasıl keşfedildiniz?
- Ben bağlama çalmakla başladım bu işe. Gözümü açtığımda evde birileri bağlama çalıyordu, babam, amcam herkes (Erzincanlıyım ben) bağlama çalıyordu. İlk çalmaya başladığımda bağlamanın boyu benden uzundu.
Aynada baktığım zaman bağlama çok uzun duruyordu benden. Ve günün birinde baktım ki bağlama omzuma gelmiş.
Tabi bunu yanında başka enstrumanlar da çalmaya başladım.
Ve sonra şarkı yazmaya başladım beste yapmaya başladım. Konservatuarı kazandım ve artık müzikle daha haşır neşir olmaya başladım. Ve aranjörlüğe başladım ve armoni bilgim biraz daha artmaya başladı ve daha geniş bir pencereye bakış açısına sahip olmaya başladım. Ve daha çok şarkı yazmaya başladım.
Şarkılarımın sözlerini ben yazmıyorum bana yazdırıyor
Ama benim yazdığım sözler bence çok basit sözler değildi. Çünkü ben bile yazdığım sözleri, mesela bir şiir bir şarkı yazıyorum yazdıktan sonra “acaba ne demişim ben burada diye” oturup düşündüğüm oluyor.
- Tabi tabi tabi Yazdım ve tam bir ay ben ne demek istediğimi anlamadım. Böyle sözlerim olmuştur benim. Sonra şuna karar verdim: demek ki bu sadece benimle orantılı bir şey değil.
- Doğum gibi yani mucizevi bir şey şiir yazmak da
- Evet, evet bu gerçekten mucizevi bir şey. Ve olağan dışı bir şey gibi geliyor bana bazen. Hatta yazayım da bakayım şarkı olunca ne hissettirecek bana dediğim oluyor. Bu elbette sadece benim yaşadığım bir durum değil, sanatın bir ucundan tutmuş tüm sanatçı büyüklerim ve arkadaşlarım onlar da bu hali yaşadıklarından ne demek istediğimi anlarlar.
ŞARKI SÖZLERİMİ TARTIŞIYORLAR
- Albümdeki şarkıları dinlerken ilk etapta müzik çok baskın olsa da sözlere kulak verdiğimde “dur bakim ne demiş burada” diye geri alıp tekrar dinlediğim oluyor. Hatta arkadaşlarımla dinlediğimde onlar aynı şekilde “acaba ne dedi” veya “ne demek istedi” dediklerine şahit oluyorum. Hatta bazen oturup tartıştığımız bile oluyor. Şimdi siz de diyorsunuz ki benim de ilk yazdığımda anlamadığım oluyor diye.
- Ama emin olun bir ay iki ay ne dediğimi bilmediğim hatta saçma bir şey yazdığımı düşündüğüm oluyor. Sonra içimden bir ses “hayır saçma değil o” , “o başka bir şey orada başka bir şey anlatılıyor” diyor.
Mesela günün birinde şöyle bir söz yazmışım seneler önce 18-19 yaşlarımda: “ne sen beni aşık ettin kendine ne de bana aşkı öğrettin aşk içimde esen bir rüzgardı sadece ve esiyordu sen denk geldin” demişim. Bence bu sözler o yaştaki bir gencin çok da idrak edip kaleme alacağı sözler değil.
O yaştaki bir çocuk aşkı ne kadar tanıyabilir ki. Bence tanıyamaz yeterince. Zaten o zaman anlamamıştım o sözü ben ve daha paylaşamayacağım çok sözlerim var benim sadece ben biliyorum. Sadece kendime sakladığım sözler, biraz
Demek ki “aşk”, “aşk”ı yakalamaya çalışıyorum burada artık.
Yani “aşk” nedir, beni nereye götürecek, “aşk” nasıl bir şey.
Çünkü ben şuna inanıyorum: bu evren bu kainat görebildiğimiz ve göremediğimiz her şey. Düşündüğümüz düşünemediğimiz her şeyin sebebi gelişimi sonucu “aşk”.
- Bunların nasıl ortaya çıktığını bilmiyorum derken belki de “arının bedenine oranla çok küçük kanatlarıyla uçması gibi bir şey” fizik kurallarına göre imkansız aslında arının uçması, ama ya bilmediğinden ya da uçamazsın diyen olmadığından uçuyor. Size de belki yazamazsın diyen olmadığından yazıyorsunuz. Peki dinleyenleriniz merak edip soruyorlar mı tartışıyorlar mı şarkılarınızın sözlerini?
- Tabi ki. İnternette yeni albümden birkaç şarkımın sözlerini tartışmaya başlamışlar.
Tabiri caizse çözmeye başlamışlar. Mesela “gökten iki hayal düştü biri toprağa biri havaya can diye” aslında çok anlaşılır gibi bir söz ama çok geniş anlamlara da açılabilecek bir söz.
Mesela “berduş”taki sözleri tartışmaya başlamışlar “bir berduşum sorum yok cevabım yok sebebi aşk” gibi şeyleri tartışmaya başlamışlar. Aslında bunlar çok konuşulup çözülebilecek şeyler değil. Çünkü benim o kadar bilgim yok ki. Bilgiyle edinilebilecek bir şey de değil aslında.
Bunları; o an gönlüme nasıl geliyorsa öyle yazıyorum, onu yaşıyorum.
Ve beni dinleyenler de çok iyi bilir ben hep bu melodilerin bu sözlerin hep bir yaşanmışlığı vardır. Ben yaşamadığım hiçbir şeyi yazmadım yalan söylemedim yani kimseye. Yani öyle bir yalancı tarafım yok.
SANATÇININ AYAKLARI YERE BASMAZ
- Sanat; ticari kaygı güttüğünde sanat olmuyor. Ama piyasaya ticari maksatla çıkan her şey de sanat olarak nitelendiriliyor ve bunu yapanlara da sanatçı deniyor. Burada bir kavram karmaşası ortaya çıkmış durumda. Ama bunu sanatkarlar ve sanat eleştirmenleri biliyor. Peki gerçek sanatçılar nerede ve nereden beslenmeli nereden
- Şimdi bu geçmişi Tanzimat Fermanı’na dayanan bir mevzu: sanat sanat içindir, sanat toplum içindir diye ikiye bölünüyor. Ben sanat sanat içindir diyenlerdenim
Lise dönemlerinde ise sanat toplum için derdim. Şimdi biraz halkçı tarafım olduğundan aslında iki türlü de aynı şeyi istiyordum. Sanatın toplum için yapılmayacağını anladım.
Sanatı toplum için yaparsanız; halk sonuçta bende halktan biriyim hepimiz buna dahiliz, bize verilen şeylerle yetinmek durumunda kalırız hep orada kalırız. Ama siz sanatı sanat için yapmaya çalışırsanız asıl yapmak istediğiniz: halkı mutlu etmek istemiyor muydunuz halkı seviye olarak yukarılara çekmek istemiyor muydunuz?
Çünkü sanatçı uçuk adamdır ayakları yere basmaz ki
SANATÇI ONURLU OLMALI
Sanatçı muhasebeci olursa eğer her şarkısının muhasebesini tutarsa onun yaptığı sanat olmaz ki. Bunun çok açık bir adı var okulu da var muhasebeci.
- Peki sanatçı gelirini nerden sağlayacak?
- Bu bir örgütlenme gibidir. Eğer biraz onurlu olabilirlerse halk bunun karşılığını verecektir. Halkımız sonuçta geri zekalı değil. Ya da ona dayatılan her şeyi kabul ediyor değil.
Şimdi bir halk düşünün; ne verirseniz onu almak durumunda ben de buna dahilim, evde ben televizyon izleyeceksem ne varsa onu izlemek durumundayım. Ha diyorlar ki halk bunu çok seviyor, yalan!
Bu bir politika, bu bütün toplum sosyologlarının uyguladığı bir politika
uyuşturma politikası
işte kanınızdan vermiyorlar da yüzünüzden, gözünüzden, kulağınızdan veriyorlar. Sonra da “halk bunu istiyor” diyorlar; YALAN!
O reyting denen şeylerin bana kim garantisini verebilir ki? İki bin tane ev tüm Türkiye’yi kapsayabilir ki?
Bu yalandan öteye gidebilir mi? Bu anlamda göremediğiniz her şey yalandır.
Yani sanatçılar biraz onurlu olabilseler ki çok onurlu insanlar var arasında, zaten onların yüzü suyu hürmetine ayakta her şey.
BÖYLE BUNALIMA GİRİYORLAR
- Yani siz diyorsunuz ki “siz sanatınızı ne kadar eder kaygısıyla, kime ne kadara satarım kaygısıyla ortaya koymazsanız zaten sanatın değerini bilenler bedelini ödemekten çekinmez.”Aslında sonuçta kazanç olsa da ticari kaygı güdüldüğünde sanat sanat değil ticari bir mal oluyor? Eurovision şarkısının bestesini yapan arkadaşa “ya işte böyleydi şöyle yaptım düm tek tek yaptım şurasını” bu kadar basit mi?
- Mesela buna canlı bir örnek vereyim: Eurovision şarkısının bestesini yapan arkadaş “ben dört dakikada beş dakikada yaptım” diyor. Ya tabi ki bir beste 4-5 dakikada yapılır, senelerini harcamazsın ama kimi şarkı vardır bir sözü oturmaz ona bir sene bile bekleyebilirsiniz o sözün oturması için. Bulamazsınız olabilir. Ama bunu öyle bir anlatış
Sen mükemmel bir müzisyen olabilirsin, tavanlarda olabilirsin, sen artık müziği yalamış yutmuş ve tekrar yapmış olabilirsin ama bunu bu kadar basite indirgeyemezsin. Emeğe saygı duymadan anlatamazsın. Sen toplumun karşısına geçip bacak bacak üstüne atıp biraz marjinal takılıp ki bizim halkımız böyle seviyor diyorlar ya, bunu böyle yapıp anlatamazsın.
Halk sana saygı duymaz ki. Emin olun halk böyle yapanlara saygı duymaz. Ve bunların belli bir süreci vardır. Günün birinde o şöhretleri biter ve sonra da büyük bir bunalıma girerler.
Buna yüzlerce örnek var.
Saman alevi gibi yanıp sönen şarkıcıların bunalıma girip sürünmeleri sistemin hatası
Alın işte o yarışmalardan çıkan çocuklar
şuan açın bir müzik kanalını günde on tane yeni klip görürsünüz de nerede bu adamlar?
KLİBİMDE KIZIN OYNAMASINI ÇOK GÖRDÜLER
- Biraz size gelelim sizin çalışmalarınıza gelelim. “kahır” isimli son albümünüz çıktı. Aynı adlı parçaya klip çektiniz. Bir şey soracağım: daha önceki kliplerinize baktığımızda gözümüze çarpan bazı detaylar var. Birincisi klip senaryolarında hep siz varsınız ve hep yükseklerdesiniz veya koşuyorsunuz yani zor denecek şartlar öne çıkıyor. Ve duyduğuma göre de sanal hiçbir şey yok o çatılara bizzat çıkıyormuşsunuz?
- Şarkı ne istiyorsa klip de öyle şekilleniyor
- Şarkının ne istediğine siz karar veriyorsunuz tabi? Sizce yani?
- Elbette ben karar veriyorum. Bence yani, kendimi anlatıyorum.
- Kliplerinize ne gibi tepki alıyorsunuz?
-ED - Yadırgıyor kimileri e tabi bacak görmeye alışmışlar. Bu son klibimde bir kızcağız oynadı, herkes yadırgadı beni. “ne işi var bu kızın klipte” diyenler oldu.
- Yakıştıramadılar yani yanına?
- Evet yakıştıramadılar. Beni artık nasıl görüyorlarsa
Yalnız bir adam olarak her halde
Mesela “kahır” klibinde bir ayrılık var, ne olursa olsun bunu bir şekilde anlatmanız lazım. Bir temayla, bir kadınla veya bir objeyle ya da bir şeyle anlatmamız gerekiyor. Ben de bunu herkesin anlayacağı şekilde anlatmaya çalıştım ve bir kız vardı öyle anlattım.
“Berduş” klibinde aşağıdan yukarıya çıkan, bir tırmanış gösteren birisinin hayatı var. hepsinin bir anlamı var,
Mesela bir klibim var onda kendi kendimi gömüyordum. Kendi üzerime toprak atıyordum, başka bir klipte bir adada kafes içinde kalan bir adamdım. Başka bir klipte kendi gölgemin peşinde koşuyordum.
KLİPLERİN ORTAK NOKTASI
Herkes merak ediyor neden ayna? Aynasız kim var ki? Gözler dediğiniz şey mesela, bütün uzuvlar dışarı bakıyor. Bütün uzuvlarımızla dışarıyı izliyoruz bunlar bizim pencerelerimizse bütün pencerelerimizden insan dışarıyı seyrediyoruz. Bizler bu pencerelerle dışarıyı seyrederken “dışarıyı seyreden adam kendini nasıl seyredebilir?” bir tane aynaya ihtiyacı vardır.
Kliplerdeki aynaların yaşamdaki karşılığı “insan” ve herkesin bir aynaya ihtiyacı var kendisini görebilmesi için
- Kesinlikle, peki kendini duyabilmesi için neye ihtiyacı var insanın?
- Teybe Ayna her şeyi gösterir sesi de duyurur.
- Hani gözün işlevi kendiliğindendir de kulağın ki başkasının insafına kalmıştır ya ondan sordum aslında? kedi iç sesimizi nasıl duyacağız siz yapıyorsunuz kısmen bunu galiba?
- O zaman size daha derin bir şey söyleyeyim: ben şöyle inanıyorum, eğer siz her şeyi ayna olarak görürseniz zaten gördüğünüz kendinizdir sizsinizdir. Ben de sizim, siz de bensiniz, o da o. Aslında herkes bir bütünün parçasıysa “bir”den var edildiyse ve yine “bir”se herkes kendini görüyor ve çıkan ses de yine bu aynanın aksidir. Dediğimiz ayna öyle bir ayna ki; sadece saçımızı başımızı düzelttiğimiz bir ayna değil her şeyi yansıtan bir ayna. Zaten kudreti de orda.
KLİPLERDEKİ YÜKSEKLİK BİR TIRMANIŞIN HİKAYESİ
- Kliplerde neden hep yükseklerdesin? Gözün mü yükseklerde yoksa orada bir şey var da ona mı ulaşmaya çalışıyorsun?
- Neden hep yükseklerdeyim, şarkının sözlerinde geçtiği gibi artık dünyevi zevklerden arınmak isteyen ve sadece kendini görmek isteyen bir adamın hali. Aşağıdan yukarıya doğru tırmanmakta olan bir adamın hikayesi. Onu nasıl anlatabilirdim, o an aklımıza öyle bir şey geldi ve böyle anlattım.
- Bu rock müziğe itaat anlamında bir aykırılık getiriyor. Hatta şarkılarınızla ilgili kendi düşüncelerimi paylaşmak gerekirse yazdığınız sözler bana daha derin ve ruhani şeyler hissettiriyor. Lay lay lom bir şarkının sığlığından, rock’ın asiliğinden hayli uzak. Ve tarzınıza sadece “rock” deyip geçemiyoruz.
- Rock müzik aslında birilerinin tekeline girmiş olduğu için bizler başka bir şey algılayamıyoruz. En basitinden
Birisinin gitardan elektrik sürçmesi sonucu bir ses geliyor aslında arızalı bir ses ama adamın hoşuna gidiyor. Sonra bu ses yaygınlaşmaya başlıyor. Ve ben de bu sesi çok seviyorum aşığım bu sese. Ve ben bunu kullanmak istiyorum.
Ben belki de bunu ilk defa söylüyorum: hayatımda 2-3 kişinin dışında rock müzik dinlemedim.
Cem Karaca, Barış Manço, Erkin Koray, Edip Akbayram dinledim. Eğer rock müzikse bunlar ben bu isimleri dinledim.
Ekorock bir slogan değil, yaşam tarzı; kendiyle uğraşanların tarzı
Yaptığım müzikse tamamen kendi kendime yapmaya çalıştığım bir şey. Onun için de buna EKOROCK dedik.
Ekorock da yeni tarz olsun, slogan olsun diye değil aslında, bu bence kendimi anlattığım kendimce anlattığım bir müzik, melodi harmanı.
TEK BAŞINA BİR FABRİKA
- Peki Ekrem Düzgünoğlu, EKOROCK yani Erkemce Rock’ta neler yapmayı planlıyor?
- Valla hiç durmayı düşünmüyorum. Aklımızda birkaç projemiz var. Şarkı yapmaya devam ediyorum, kendime ait bir stüdyom var. Aranjörlük ve yönetmenlik yapıyorum başka sanatçı arkadaşlarıma. Ha bire üretim durmak yok yani.
- Tek başına bir fabrika yani?
- Yok öyle de demeyelim, çok sanki kendini beğenmişlik gibi olur gibime geliyor yani
Stüdyoya girdiğimde 17-18 saat hiç çıkmadığımı biliyorum. Zamanın nasıl geçtiğini bilmiyorum orada. Giriyorum ve çıkıyorum, bazen gün değişmiş oluyor fark etmiyorum. Bu durumu da sanırım yine bir müzisyen arkadaşım anlayabilir. O an bir trans hali gibi
o trans hali sizi her şeyden soyutluyor artık dünyada değilsiniz de başka bir yerdesiniz sanki.
- Bu sanki ayrı bir zaman kavramında ayrı bir mekan?
- Evet ama bunu yaşamayan anlamaz hatta “mübalağa yapıyor” diyebilir.
ŞARKILARININ ENSTRÜMANLARINI BEN ÇALIYORUM
- Albüm şarkılarındaki nerdeyse bütün enstrümanları siz çalıyormuşsunuz öğrendiğimize göre
- Ben bir virtüöz değilim ama telli çalgıların yüzde 99’unu çalabiliyorum. Elime bir enstrüman aldığım zaman onu ölçüp biçip birkaç gün veya bir iki ay denedikten sonra onu kendi kayıtlarımda çalabilecek hale geliyorum. Bu sadece bana özgü bir şey değil pek çok müzisyen arkadaşım böyledir. Bu yetenekleri olduğu için zaten müzisyen olmuşlardır.
- Ne güzel! Bende böyle bir yetenek olmadığı için garip geliyor ve imreniyorum ayrıca. Çünkü gitar çalmayı öğreneyim diye elime alıp uğraştığımda birkaç arkadaş bu konuda yeteneksiz olduğuma karar vermiştik.
- Bir sonraki albüm Türk halk müziği albümü olacak Türkü albümü yani. Daha klasik bir şeyler düşünüyorum. Klasik kemençe ve tambur da kullanmak istiyorum halk müziği enstrümanlarından farklı olarak ki aşığımdır bunlara. Tamburun kendi içinde bir efekti vardır, klasik kemençe sanki derinlerden başka bir yerlerden gelir. Bunların dışında yan flüt beni anlatan bir enstrümandır. Ekrem dediğinizde beni anlatan tek enstrüman yan flüt ve obuadır. Bunları da kullanarak; klasik gitar, akustik gitar ara ara elektronik gitar yeri geldiği zaman hard bir davul, perküsif asma davullar kangolar, trenglelar
- Sınırlama yok yani?
- Yok tabi ki sınırlama yok, müzik ne isterse onu kullanacağım.
BÖYLE HESAP İNSANI MUHASEBECİ YAPAR
- “KAHIR” albümüyle ilgili dönüşler ve tepkiler nasıl?
- Çok iyi, şimdiye kadar kötü bir şey söyleyen çıkmadı albüm hakkında. Ya bana yalan söylüyorlar ya da gerçekten beğendiler.
- Kalıcılık adına izlediğiniz rotanız nedir?
- Şimdi aslında böyle bir hesap içine girerseniz muhasebeci olursunuz.
- Yok bunu kastetmedim ama ben.
- Anladım ne demek istediğinizi. Kalıcı eserler bırakabilmek için yapacağım tek şey duruşumu bozmamak. Eskiden çok susuyordum tamam canım o öyle söylemişse öyledir diyordum ne var ki diyordum ama artık bunu diyemiyorum. Baktım her şey kötüye gidiyor, insanlar kavramların adını değiştirmeye kalkıyor ve bu kavramlar benim kavramlarım da değildi. Ama artık konuşmaya başladım.
- Sizi ekranlarda çok sık görmüyoruz. Ama sesinizi ve müziğinizi iyi biliyoruz artık. Gerçi kendi adıma söylemek gerekirse; iyi bir müzik dinleyicisi olsam da çok fazla televizyon izlemeye fırsat bulamıyorum. Biraz uzak mı duruyorsunuz ekranlardan?
- Ben çağırıldığım her yere gitmeye çalışıyorum. Ama sizin gibi televizyon izlemeye fırsat bulamayan çok insan var. O ADAM, bana herkes O ADAM diyordu bir ara. Aaaa bu sesi ben tanıyorum, aa bu şarkının sahibi, Aaa bu sözü yazan adam, aa şu albümü yapan adam, o adam o adam o adam! Şimdi Ekrem Düzgünoğlu. Yavaş yavaş herhalde o adam yerine Ekrem Düzgünoğlu lafı da oturacaktır. Burda biraz daha belki kendinize yatırım yapmanız gerekiyor. Elimizden geleni..
- Yok morali yüksek tutmak aslında esas şey.
- Elimizden geleni elimizden geleni valla yapmaya çalışıyoruz altın her zaman altındır..
- mutlaka ama yerlinin elinde altından bir balta olmak da bir şey ifade etmez. Kıymetini bilmez
- gülüyor
KONSER SANATÇISIYIM
- Konserler veriyor musunuz ya da ne kadar sıklıkta?
- Konserler veriyorum bar programları veriyorum en son Aksaray’daydım bu ay içerisinde. Yaa konserlerimiz çok coşkulu geçiyor. Konserler söylediğim şarkılar itibariyle de hani biraz da nostalji şarkılar söylüyorum hani eski çok bilindik hani herkesin bildiği şarkılar, konserin sonlarına doğru kendi şarkılarımı söylemeye başlıyorum. Dolayısıyla çok coşkulu geçiyor.
Bu arada da üniversitelerden çok dinleyicim var. Anadolu’daki üniversitelerden hakikaten çok dinleyicim var. Hatta bir arkadaşımız ismini tam hatırlayamıyorum bir arkadaşımız şuan okuldaki bir tezinde beni işlemek istiyormuş evet öyle bir durum var..
- Bu çok güzel
- Bizden bilgilerimizi istedi, işte yaptığımız şeyleri biyografimizi yaptığımız eserleri istedi onu göndereceğiz. Üniversitelerden böyle bir durumumuz var. üniversitelerin bahar şenliklerine de İnşallah bu sene gideceğiz. Geçen sene gidemediğimiz yerler var.
Üniversiteler benim için çok önemli bende bir üniversiteliydim birkaç sene önceye kadar.
Çünkü üniversite kitlesi sizi daha iyi anlayabilir çünkü onların yalakalık yapacak kimseleri yok onlar direkt dertlerini anlatabilir ve tavırlarını koyabilen bir kitle biz bunu seviyoruz ya da sevmiyoruz diyebilecek bir kitle..
- Bu da sizin aradığınız..
- Tabi ki bu benim aradığım, yani yalanın olmadığı bir yer orası. Çünkü ben üniversitede öğrenciyken bizde yalan yoktu biz tavırlarımızı koyabiliyorduk. Yemekhanede yemek fiyatları eğer 250 kuruş artırmışsa biz buna tavır koyuyorduk boykot yapıyorduk, yemekhanenin önüne geçip imza topluyorduk ve bütün üniversitelerde bunlar yapılıyordu. Bende böyle bir topluluğa gidip şarkı söylemekten gitar çalmaktan nasıl anlatayım arkadaşlarımla beraber orada onlarla aynı şarkıları söylemekten bırakın mutluluğu onur duyarım yani.. onun için üniversiteler benim için çok önemli.
- Yurt dışından var mı konser teklifi?
- Almanya’dan, Avustralya’dan bu gün gelen 4-5 konserlik bir turne teklifi var. Hollanda var, tabi bunlar hep bütçeyle alakalı şeyler eğer anlaşabilirsek gidiyoruz. Üniversitelerde durum biraz daha farklı, yani üniversitelere o dışarıya gittiğiniz bütçeyle gidemezsiniz, yani o hem yanlış bir şey hem de o çocuklara çok saygısızca davranmak olur bu. Adamlar harçlıklarıyla konsere gelecekler, hatta hiç almamak lazım ama o da elimizde değil sonuçta bir masrafımız var tesisat masrafı, ses masrafı, ekip arkadaşlarımızın masrafı...
- Size nasıl ulaşabilir dinleyenleriniz?
- www.ekremduzgunoglu.com ’dan ulaşabilirler. Sitede forumumuz var, arkadaşlarımızla toplandığımız bir yer. Forumdan bütün şarkılarıma, konserlerime, tv programlarıma, radyo programlarıma ya da günlük hayatta neler yaptığıma, stüdyomun nasıl bir şey olduğuna buradan ulaşabilir arkadaşlarımız. Belli zamanlarda fun buluşmalarımız oluyor, ya online ya da dışarıda yüz yüze bazen..
Bunun dışında da ben ara ara zaten foruma gelip benim hakkımda soruları önerileri görüşleri yorumları neyse birebir okuyup takip ediyorum..
Ekrem Düzgünoğlu; forum üzerinden dinleyicilerinden danışma alıyor
- Var mı peki Ekrem Düzgünoğlu şunu yapmalıydı deyip sizi şaşırtan istekleri?
- Tabi tabi yani zaten emin olun şu an ben ne yapıyorsam onların etkisi çoktur.
- Bir çeşit danışmanlık yapıyorlar yani size?
- Aynen öyle. Onların önerileri beni ciddi anlamda yönlendiriyor. Şöyle yaparsan daha iyi olur, şu şarkı bizce daha güzel oldu, şu şarkıya klip çek. Senelerdir benden Türk Halk Müziği albümü istiyorlar, türkü albümü istiyorlar, tabi ki ben türkü albümü yapmak istiyorum ama onların da bu kadar çok istemesi beni çok gaza getiriyor ve heyecanlanıyorum yani. Onun için şimdi çok acil türkü.
Son albümde en çok etkilendiği şarkı “KAHIR”
“KAHIR” şarkısı son klip şarkısı, benim bu albüme ilk klip çektiğim şarkı, beni de en çok etkileyen şarkı.
Ekrem Düzgünoğlu “KAHIR” şarkısı neden ve nasıl yazdı
- Nedenini öğrenebilir miyiz peki?
- Şimdi sözlere baktığımız zaman; “geç buldum ben bu aşkı çok bedel ödedim, zaman hep durmadan vurdu acımasızca, ahım mahşere kaldı.. zaman bin türlü ben bir türlü işte içinde yaşlı bir girdap, hasret” işte ondan sonra da meyan kısmında da diyor ki; “bedel çok ağır bedel bin türlü öderim her an be an” yani burada tamamen anlatmaya çalıştığım bu dünyada sosyal hayatımızda bedelsiz hiçbir şeyin olmadığı eğer bir “aşk” yaşıyorsanız ve siz büyük bir aşka talipseniz büyük bir bedel ödemek zorundasınız ve ben bedeli ödemeye razıyım
Bu bedelden de memnunum ama şunu istiyorum: ben aşkımı istiyorum ve sonra diyorum ki: “hep kahır dünya kahır” bunların hepsi aslında kahır, aşkı istemek de kahır aşkına kavuşmak da kahır. Çünkü ondan sonra başlayacak başka bir kahır var..
- Mutluluk nerde?
- Mutluluk koşarken bulduğunuz o vuslat anı herhalde, o bir an mutluluk. Bana her an mutlu olan bir insan gösterebilir misin? Yok böyle bir şey. Sadece biz biraz daha kahırsız olalım diyebiliriz..
- Dertsiz...
- Dertsiz... mutluluk da bunların işte bunların ucunda kıyısında olan bir şey, bunun için “KAHIR” şarkısını yazdım ve çok soruyorlardı herhalde en açık anlattığım röportaj bu oldu.