Nazi mağduru Yahudi'nin Gazze isyanı

Hitler başa geçtiğinde 8 yaşında ola nve ailesi Naziler tarafından katledilen 85 yaşında Hedy Epstein, şimdi "Gazze" için İsrail'e isyan ediyor. Açlık grevindeki Yahudi kadın hayatını ve mücadelesini Haber 7'ye anlattı...

ABONE OL
GİRİŞ 08.01.2010 15:20 GÜNCELLEME 08.01.2010 15:20 RÖPORTAJ
Nazi mağduru Yahudi'nin Gazze isyanı
Tuba Nur Sönmez'in röportajı

Hitler başa geçtiğinde 8 yaşındaydı. Bütün ailesi Auschwıtz’de naziler tarafından katledildi. Şimdi 85 yaşında ve Kahire’de “Gazze için” açlık grevine başladı. “Siyonizm karşıtı” Hedy Epstein, Gazze için özgürlük yürüyüşü’ne katılan Tuba Nur Sönmez’e konuştu. Tuna Sönmez Haber 7 için sordu Epstein hayatını ve savunduklarını anlattı.

Hedy Epstein hayatını en başından sonu kadar anlatıyor:

"TEK DERDİMİZ VARDI; FİLİSTİN"

"Ben Hedy Epstein. 1925 yılında Almanya’da doğdum. Hitler 1933 yılının Ocak ayında göreve geldiğinde ben 8 yaşındaydım. Hitler rejimi altında yaşamanın ne anlama geldiğini çok çabuk fark ettim. Ailem, Yahudi bir ailenin yaşaması için Almanya’nın uygun olmadığını gördü. Almanya’dan ayrılmaya karar verdiler, dünyanın neresine olursa olsun gitmeye hazırdık. Ancak ülkeden ayrılma girişimlerimizin tamamı başarısızlıkla sonuçlandı. Almanya’dan ayrılmak için dünyanın her yerine gitmeye razı olan ailemin, gitmek istemediği tek bir yer vardı: Filistin. Çünkü onlar Siyonizm karşıtıydı. O zaman çocuk yaşta olan ben, Siyonizm ya da antisiyonizmin ne olduğunu pek de anlamıyordum doğrusu. Fakat eğer ailem antisiyonistse ben de onlardan biriydim.

Hitler rejimi altında yaşamanın ne olduğunu tecrübelerimle anlıyordum. Mesela 1933’te Hitler’in göreve gelmesinden 2 ay sonra, Almanya tarafından iş yerlerini kapsayan bir boykot başlatıldı. Boykotun amacı, Hıristiyanların Yahudi dükkânlarından alışveriş yapmasını önlemekti. Babam ve küçük amcam, 1858’de dedemin kurduğu bir işi sürdürmekteydi. Dükkânımızın önünde bekleyen ve Nazi vardı, bütün Yahudi işletmelerin önünde
olduğu gibi.

1935’te ailem benim 4 yıldır okuduğum okuldan ayrılmam gerektiğine karar verdi. Eğitimin daha iyi olduğu bir okula kaydetmek istediler. Babamla okul müdürü görüştü ve okul müdürü “Hayır, Hedy bu okula kaydolamaz, çünkü sen bir Yahudisin” dedi. Babam tek kelime etmedi, ceketinin yakasında her zaman gururla taşıdığı madalyasını gösterdi. Müdür de, “Özür dilerim, sizin 1. Dünya Savaşı Gazisi olduğunuzu bilmiyordum. Bu durumda Hedy okula gelebilir” dedi."

OKULDA LAKABIM “PİS YAHUDİ”YDİ

Okula başladığım ilk dönemde sorun yoktu. Fakat ikinci yıldan itibaren çocuklar benimle konuşmayı bıraktı. Bana, “Pis Yahudi” lakabını takmışlardı. 2 buçuk yılı, o okulda, o durumda geçirdim. Bir talihsizliğim de matematik öğretmenimin bir SS olmasıydı. Aynı zamanda Nazi elitindendi. Siyah üniforması ve siyah botlarıyla gelirdi okula. Sağ botunda genelde bir süngü taşırdı. Bana soru sorduğunda ya süngüsüyle gösterir ya da parmakla işaret ederdi. Sorularına verdiğim cevap doğru da olsa yanlış da olsa benimle dalga geçerdi. Bütün sınıfın önünde; “Bu bir Yahudi cevabı ve hepimiz Yahudi cevaplarının iyi olmadığını biliriz” derdi.

KRİSTAL GECE’Yİ YAŞADIM

9-10 Kasım 1938’e değinmek istiyorum. Bu tarihler “kristal gece” olarak bilinir. Kırık cam gecesi. Bu Alman Yahudilerine yönelik ilk büyük fiili saldırıydı. O sabah her zamanki gibi okula gitmek için evden çıkmıştım. Soğuk fakat güneşli bir gündü. Yol üstünde Yahudi bir dişçinin ev ve ofisinden geçtim. Bütün camlar kırıktı. Saldırının, ailenin Yahudi olmasından kaynaklandığını tahmin ettim. Okula ulaştığımda müdür sınıfımıza geldi ve herkese bir konuşma yaptı. Beni parmağıyla işaret ederek, “defol pis Yahudi!” diye bağırdı. Onu duydum fakat söylediklerine inanamadım. Bana genellikle kibar davranan ve kızı da arkadaşım olan bir adamın bu ani değişimine anlam veremedim. Ona “anlamadım, tekrar eder misiniz” dedim. O sadece tekrarlamakla kalmadı, beni omzumdan kavradığı gibi kapının dışına itekledi. Koridorda öylece beklerken aklıma pek çok düşünce geldi. “Ne yaptım ben”, “derste uyuya mı kaldım”, “dikkatimi mi veremedim”, “aileme ne söyleyeceğim”. Ben bu gibi soruların cevabını ararken, çocuklar sınıflardan çıkarak yanıma geldiler.

Bazıları beni itekledi. “Pis Yahudi” diye bağırdılar ve hepsi gülüyordu. Nereye gideceğime dair hiçbir fikrim yoktu ve ben de sınıfıma geri döndüm. Sınıfıma oturdum bir kitap alıp çalışmaya başladım. Birkaç dakika sonra kapı çalındı, okuldaki diğer tek Yahudi öğrenciydi gelen. Benden bir yaş ve bir sınıf daha küçüktü. Aynı acı tecrübeyi o da yaşamıştı. Bana “ne yapacağız” diye sordu, ona “Hans, sınıfına git. Benim yaptığım gibi otur ve dersine çalış! Dedim. Hans, “hayır korkuyorum, seninle kalabilir miyim” dedi. Tabi dedim. Ve o pencerenin önünde kıpırdamadan 1-1,5 saat durdu. Birden çok heyecanlandı ve “bak” dedi. Gördüğümüz manzarada, SS eşliğinde erkek çocuklar ve yetişkin erkekler dörderli sıra halinde kol kola girip zincir oluşturmuşlardı ve SS’ler onları hızlı yürümeleri için itekliyorlardı. Bu adamların kim olduğunu bilmiyorduk ama bu insanların Yahudi olduğunu tahmin ettik. Annemi aradım, neler olduğunu ve ne yapmam gerektiğini sormak istiyordum. Telefona tanımadığım bir adam çıktı ve bu telefonun artık kullanılmadığını söyledi.

Babamın iş yerini aradım, büyükannemi aradım. Her defasında “telefon kullanımda değil” mesajını duyuyordum. Arkadaşım Hans da, telefonlarından aynı mesajı aldı. Eve gitmeye karar verdik. Eve yaklaştığımda panjurların kapalı olduğunu fark ettim. Gündüz vakti hiçbir zaman kapalı olmazdı, o sabah ben okula giderken de açıktı. Kapımız kilitliydi ki hiçbir zaman kilitlenmezdi. Zili çaldım, kimse açmadı. Neden bu gün her şeyin farklı olduğunu anlamaya çalışıyordum. Bana doğru köyümüzün en kötü Nazilerinden birinin yaklaştığını gördüm. Onu gördüğümde korkumdan her zaman yolumu değiştirirdim. Ama o gün onun yanına gittim ve “annemin nerede olduğunu” sordum. Bana “O lanet kaltağın nerede olduğunu bilmiyorum ama bulursam ve hâlâ hayattaysa onu ben öldüreceğim” dedi. Koşarak diğer Yahudilerin yaşadığı yerlere gittim.

Bütün evlerin pencereleri kırılmıştı, insanlar Yahudilerin evlerini yağmalıyordu. Teyzemin evine yaklaştığımda annemi ve teyzemi pencereden bakarken gördüm. Annem bana kapıyı açtı, üzerinde teyzeme ait bir elbise vardı. Sabahtan beri yaşadıklarımızı birbirimize anlattık. Ben okula gittikten 10 dakika sonra Nazilerin evimize gelip babamı tutukladıklarını öğrendim. Buna; “koruyucu gözaltı” diyorlardı. Babam o sırada pijamalıymış, O’na üzerini değiştirmesi için ya da o soğuk sabahta palto giymesi için bile izin vermemişler. Diğer Naziler de mobilyaları ve pencereleri kırmaya başlamış. Annem de onlar gidince panjurları kapatıp, kapıyı kilitleyip teyzeme gelmiş. Şimdi anlıyordum ki, hâlâ sabahlığıyla durduğu için teyzemin kıyafetlerinden birini giymişti.

BABAMI SON KEZ GÖRDÜM…

Pencereden bakıyorduk, 16 yaşından büyük bütün Yahudi erkeklerinin tutuklanarak köy meydanına götürülüşünü izledik. Meydanı gören pencereden bakıyor ve tutuklananların bir an önce eve dönmelerini umuyorduk. Pencereden amcam, babam ve tanıdığımız pek çok Yahudi erkeğin içinde bulunduğu grubun Naziler eşliğinde meydana götürüldüğünü gördük. Annem pencereden babama “Hedy bizimle birlikte” diye seslendi ancak duyup duymadığını anlamadık. Gözden kaybolana kadar onları izledik. “Nereye gidiyorlardı, ne zaman eve döneceklerdi” hiçbir cevabımız yoktu.

AMERİKA GÜNLERİ

Bu dönemde annem benim için çok endişelendi ve beni Amerika’daki amcamın yanına göndermeye karar verdi. Amerika’ya ayak bastığımda 14 yaşındaydım. Ve ailemi bir daha hiç göremedim.

AİLEM AUSCHWITZ’DE ÖLDÜ

Amerika’ya ilk gittiğimde annem zaman zaman mektup yazıyordu. Kısa notlar şeklinde, bizi merak etme diyen mektuplardı. İki yıl sonunda bu mektuplar kesildi ve ben onların akibetini yıllar sonra Almanya’ya dönene kadar öğrenemedim. Annem ve babam, toplama kamplarında vahşi tıbbi deneylerde kullanılmış ve sonra gaz odalarında öldürülmüştü.

O gün, haksızlığa uğrayan kim olursa olsun O'nun yanında yer almak için kendi kendime söz verdim.

GAZZE DE BENZER DURUMDA

Aralık 2008-Ocak 2009 arası Gazze’de yaşananlar karşısında dehşete düştüm. Gazze’ye gitmek için üç kez girişimde bulundum ama gidemedim. Hâlâ bir gün içeri girebileceğim umudunu taşıyorum. Amacım dünyaya “Ben İsrail’in işlediği savaş suçlarını kendi gözlerimle gördüm” diye haykırabilmek.

İnsanlar 18 Ocak 2009 itibarıyla her şeyin bittiğini sanıyor ama hiçbir şey bitmiş değil. Her gün devam ediyor. İsrail daha geçen gün Gazze’deki pek çok noktayı vurdu. Kimse yaralanmadı belki ama çok büyük zararlar verildi. Peki dünya medyası, özellikle Amerikan ve İsrail medyası yayınladı mı? Hayır!

Bundan dolayı da insanlar orada tam olarak neler yaşandığından habersiz. Son 6 yılda beş defa Batı Şeria’da bulundum. Karşılaştığım Filistinlilerin çoğu bana, “Amerika halkı gerçekte neler olduğunu bilmiyor çünkü medya aktarmıyor. Bu yüzden, lütfen döndüğümüz zaman ABD halkına gördüklerinizi ve deneyimlerinizi anlatın” dediler. Ben de bu isteği yerine getireceğime söz verdim ve sadece ABD’de değil, gittiğim her yerde dile getirdim. Avrupa’ya gittiğimde gördüm ki, onlar da olan bitenden habersiz. Avrupa medyası daha özgür olsa da, onlar da yayınlarında gerçeğe tam olarak yer vermiyorlar. Gazze’ye gidip gelebilirsem ben yine aynısını yapacağım, gördüklerimi tüm dünyaya anlatacağım.

GAZZE ÖZGÜRLÜK YÜRÜYÜŞÜ

42 ülkeden “Gazze Özgürlük Yürüyüşü”ne katılmak için Mısır’a gelen 1400 kişiden biriyim….

Bu yılın başında görüşmelere başladık Mısır Hükümeti’yle. Eylül ayından bu yana da izinler alınmaya çalışılıyor bu yürüyüşü gerçekleştirebilmek için. Mısır Hükümeti yürüyüş isteğimizi reddettiği zaman, yani 21 Aralık’ta insanların çoğu yola çıkmıştı bile…

Sonuç olarak 1400 kişiden 100 kişinin yürüyüşüne izin verildi. Ben de Gazze’ye girmesine izin verilenlerden biriydim. Benim için gidip gitmemeye karar vermek çok zor oldu. Gazze’ye gitmek için yaptığım üçüncü girişimdi bu ve gitmek istiyordum. Fakat Mısır Hükümeti’nin bu tavrı nedeniyle “gitmemeye” karar verdim. 100 kişiye yakın yürüyüşçü Gazze’ye gitti ve döndüklerinde içerideki durumu bize rapor ettiler. Onlardan; karşılaştıkları insanlar, yaşanan acılar, onlarla paylaşılanlar üzerine yürek burkan hikâyeler dinledim. Onları evlerine davet etmişler, sahip oldukları çok çok az imkânları özgürlük yürüyüşçüleriyle paylaşmakta ne kadar cömert davrandıklarını anlattılar. Ayrıca arkadaşlarımız İsrail’in, Gazze’de tünellerin bulunduğu sınır bölgelerini bombaladığını, bombaları gördüklerini, seslerini duyduklarını anlattılar.

AMBARGOYU ANLAMAKTA GÜÇLÜK ÇEKİYORUM

Mısır çok yanlış bir hareketin daha içinde ki, yeni ve çok derin bir “duvar” daha inşa ediyor. Bu duvar Amerikan hükümetinin destek ve yardımıyla yapılıyor. Amerikalı, vergisini ödeyen vatandaşların paralarıyla yapılıyor. Söyleyecek söz, öfkemi ve duygularımı ifade edecek kelime bulamıyorum. Bunu yapanların kalpleri yok mu, ruhları yok mu? Neden hemen yanı başlarındaki insanları incitmek, onlara zarar vermek istiyorlar?

Neden mi?
Çünkü Mısır’ın üzerinde İsrail ve Amerika hükümetlerinin giderek artan baskısı var. Oysa Mısır bağımsız bir devlet, kendi kararlarını verebilir ve vermeli. Amerika ve İsrail de baskılarına son vermeli elbette. Sanırım bunun arkasında “dolar gücü” yatıyor. Mısır her yıl milyonlarca dolar yardım alıyor. Eğer Sam Amca’nın sözünü dinlemezse para gelmeyecek. Bu nedenle de, şimdi bu çelik duvarı inşa ediyorlar.

Yine anlamakta güçlük çektiğim diğer bir durum da, dünyanın sessizliği. Uluslararası toplum nerede? İsrail’in her çeşit savaş suçu işlemesine, her tür insan hakkı ihlali yapmasına nasıl izin veriliyor. Ve onlar neden sessiz?
Belki de sessizliklerinin sebebi antisemitizmle suçlanma korkusudur. Peki bunda bu kadar kötü ne var?
Antisiyonizm ile antisemitizmi birbirinden ayırmalıyız. Bazen bu iki kavramın eş anlamlı gibi kullanıldığını görüyoruz. İnsanların “Siyonizmin” ne olduğunu gerçekten anlamadığını düşünüyorum.

Aslında İsraillilerle Filistinliler kuzendir, genetik olarak benzerdir. Bunların ikisi de “semitik” kavimlerdir.

SİYONİST YAHUDİLER ÇOK KAN DÖKTÜ!

Hıristiyanlar, Yahudiler ve Müslümanların birlikte barış içinde yaşadığı zamanlar vardı. Fakat İsrail 1947’de, henüz devlet haline gelmeden önce Filistinde yaşayan Yahudiler pek çok Filistin köyünü yok etmiş, yüzlerce Filistinliyi öldürmüşlerdir.

SADECE BARIŞ VE ADALET İSTİYORUM

Bugün 1948’den yıllar sonra pek çok Filistinli mülteci kamplarda yaşıyor. 1947 veya 1967’de sürülen insanlar, onların çocukları ve torunları. Bu insanlar onurlu, huzurlu bir hayat sürme hakkından yoksunlar. Normal bir yaşam onların da hakkı.

Bütün acı ve zorlukların sona ermesini istiyorum. İstisnasız herkes için “barış ve adalet” istiyorum."
KAYNAK : Haber 7