'Bir kızıl goncaya benzer dudağın' kime atfedildi

Bir Kızıl Goncaya Benzer Dudağın Bestesi kime yazıldı, kimin için, nasıl bestelendi? Atatürk'ün Türk Müziğini yasakladığı söylentisi nasıl çıktı? Atatürk, Osman Tamburacı'nın babasına niye kızdı?

ABONE OL
GİRİŞ 25.05.2010 14:00 GÜNCELLEME 25.05.2010 14:00 RÖPORTAJ
'Bir kızıl goncaya benzer dudağın' kime atfedildi

Nursel Tozkoporan'ın röportajı

Amir Ateş, Üsküdar Musiki Cemiyeti Başkanı, Bestekâr, Mevlithan...

Eğitimine hafızlıkla başlayan Amir Ateş, küçük yaşlarda İstanbul’a gelerek, zamanın ünlü bestekârlarından Sabahattin Volkan, Saadettin Kaynak, Kemal Batanay gibi büyüklerden dersler almış.

Şu anda yaşayan dört büyük (Alaaddin Yavaşça, Erol Sayan, Bilge Özgen) bestekârdan biri. “Bir Kızıl Goncaya Benzer Dudağın” “Ben seni Unutmak İçin Sevmedim, Seni Ben Unutmak İstemedim ki, Gurbet O kadar Acı ki Ne Varsa İçinde, Yaş Otuz beş Yolun Yarısı Eder” gibi sayıları 2000 i bulan bestesi bulunmaktadır.

Her bestenin bir anlamı ve gayesi olduğunu bu sohbeti okuyunca daha iyi anlayacaksınız.

Böylesine büyük ve değerli bestekâr ile sohbet etmek fırsatı bulduğum için kendimi şanslı görüyorum.

 “BİR KIZIL GONCAYA BENZER DUDAĞIN” ŞARKISI RESULULLAH EFENDİMİZE İTHAFDI 

> Amir ateş denilince eminim benim gibi birçok insanın aklına “Bir kızıl goncaya benzer dudağın” şarkısı gelir. Aynı şekilde bu parçayı dinleyenlerin de aklına ilk gelecek isim Amir Ateş’tir. Bu şarkının hikayesi nedir?

   “Bu şarkı Resulullah Efendimize ithaftır. Şarkının sözlerini yazan Melek Hiç Hanım, şiirlerinde O’na olan aşkını, sevdasını, ona olan minnet ve şükranını dile getiren sözler yazardı. O başkasına değil Ya Yüce Mevla’ya, ya Cenab-ı Pir’e, ya da Resulullah Efendimize yazardı. Ama siz bir kıza ya da herhangi bir delikanlıya yazdığını zannedersiniz” dediler.

> Yani bu şarkı Peygamber Efendimiz için mi yazılmış?

> Evet O’na ithafen yazılmış. Ben de, “Elhamdülillah abdestsiz beste yapmadım” dedim. O benim 5 dakikada yaptığım bir şarkıdır. Böyle bir şey olacağını ummamıştım. Bunda bir esrar var ama nedir? diye düşümdüm. Sonra bir gün televizyonda, “Amir Hocamızın o şarkıdan başka şarkı yapmasına gerek yok. Bu şarkı bin tane şarkıya bedel. Çünkü bunun Resulullah Efendimize ithaf bir şiir, güfte olduğunu biliyoruz” dediler.

MEHMET, ŞARKIYI BESTELEME VESİLE OLDU

Bu besteyi nasıl yaptınız?

Çok yakın bir ailenin yanında Kadıköy’de kalıyordum. Akşamları evime geldiğimde yemeğimi yer, çayımı, kahvemi içer, namazımı kılar ve bitişikteki daireme geçerdim. Yine bir akşam, yemek hazırlığı yapılırken, evin 7-8 yaşındaki oğlu Mehmet ile oyun oynuyordum. Işılar söndü, Mehmet korkmasın diye kucağıma aldım ve pencerenin yanına götürdüm. Yoldan geçen arabaları, yolu göstererek oyalıyordum “Mehmet bak” falan derken hemen yan tarafta bir piyano vardı. Çocuk ağlamasın diye piyanonun başına gittim ve “dım, dım, dım” diye çaldım. O zaman hemen Mehmet’in hali gözümün önünde o güfte ile özdeşleşiverdi.

   Bir kızıl goncaya benzer dudağın,
   Açılan tek gülüsün sen bu bağın,
   Kurulur kalplere sevda otağın,
   Kim bilir hangi gönüldür durağın.

   Her gören göğsüme taksam seni der,
   Kimi ateş gibi yaktın beni der,
   Kimi billur bakışından söz eder,
   Kim bilir hangi gönüldür durağın.

Anlayacağınız Mehmet “Bir kızıl goncaya benzer dudağın” şarkısını bestelememe vesile oldu. 

> Şarkının popüler olması nasıl oldu?

> Şarkıyı besteledikten kısa bir zaman geçtikten sonra TRT son yüzyılın şarkısı diye plaket verdi. Şaşırdım ve kendi kendime gülmeye başladım. Benim o kadar bestem, şarkım var ama bunun onlardan farkı ne ki? Oysa çok daha güzel bestelerimin vardı. Sonra şarkı meşhur oldu. Tahtını yaptık ama bahtını başkalarına bıraktık.  

> Bu sözler elinize nasıl ulaştı?

> Benim ilk tasavvufi ve musiki hocalarımdan Sabahattin Volkan’ın kızı tarafından yazılıp bana  verildi.

SANKİ GIRTLAĞINDA BÜLBÜL VAR

> Toplam besteniz kaç tane oldu?

> 2000 oldu.

> Bestelerinizin hepsinin hikâyesi var mı?

> Hepsinin böyle hikâyesi yok. Ama tabii hikâyesi olanlar da var.

> Mesela en çok okunan parçalardan “Ben seni unutmak için sevmedim”,“Seni ben unutmak istemedim ki”, Bunların hikayesi var mı?

> Tabii çoğunun var. Bir hüzzam makamında olan “Ben seni unutmak için sevmedim” şarkımın plakları çıktı. O zaman büyük şehirde memuriyetim devam ediyordu. Benin bir genel müdürüm vardı. Ona bir tane plağı “Sayın genel müdürüme saygılarımla” diye imzalayarak verdim. O dönemde yaklaşık 100 sanatçı o parçayı okudu. “Amirciğim senin bu şarkını falan sanatçı okudu mu?” diye sordu. “Kim efendim?” dedim. Kafasını karıştırmaya başladı. “ Ya bir ara mecmualarda okumuştum. Tülin Korman. Sanki gırtlağında bülbül var” dedi. Hakikaten de şu anda 80 küsur yaşında, dinlemeye tahammül edemezsiniz. Tabii O okumadı. Çayımızı içtik ve sohbetten sonra ben oradan çıktım. “Sanki gırtlağında bir bülbül var” sözü benim kafama takıldı. Elimde de bir güfte vardı. Güfte şuydu;

Bu nağmeler unutulur, sazdaki tellerde susar,
Hazan erer, güller solar, öten bülbüller de susar.
Yar olmaz kimseye felek öyle bir zaman olur ki,
Alev alev yanan gönül ve yorgun diller de susar” diye bu şarkıyı Tülin Korman Hanımefendiye ithafen besteledim.

Şimdi yine “Ben seni unutmak için sevmedim” şarkımdan ilham bir anekdot daha. Aslında bu benim için biraz daha önemli. Erenköy civarında birileri “Ah senin o şarkın yok mu! Ben seni unutmak için sevmedim ki” dediler. Yine oradan geçerken benim aklıma bu takıldı. Demek ki ben o sözü kafama yazmışım. Ben konuşmaya başladım ve onlara cevap veriyorum.

 

Bir şarkı var segahtan,
Bir türkü var dügahtan,
Bir nağme var yegahtan,
seni söyler hep seni, seni söyler hep seni.

Bu naçizane şarkımdan ziyade şiirimde azıcık iddialıyım. Hatta Bekir Sıtkı Erdoğan dedi ki; “Amirciğim bir daha benden şiir isteme. “Neden hocam?” diye sordum. “Ya senin kadar güzel şiir yazmıyorum ki, sen tutup bestelemeye kalkıyorsun” dedi. 

OLMADI BE HOCAM

> İlk yaptığınız besteyi hatırlıyor musunuz?

> Bir gün ikindi vaktinde Kadıköy’den 8 kişilik dolmuşlarla Üsküdar Musiki Cemiyeti’ne derse gidiyorum. O yıl da yönetim kuruluna ilk seçildiğim yıldı. Tam Selimiye Kışlası’na duvar dibine doğru dolmuşun geldiği bir esnada Münir Nurettin Selçuk’un “Endülüs’te Raks” şarkısı müziği çalıyordu. O saatte bana öyle bir duygu verdi ki… Münir Bey o şarkıya değil de ağır klasik bir şarkıya giriverdi. İçimden “Olmadı be hoca” dedim. Ben o romantik müzikten sonra romantik şarkı bekliyordum. Hocaya şu kelimeleri söyledim; "Ben bunu Selimiye Kışlası’ndan Üsküdar iskelesine gidene kadar besteledim. Üsküdar Camii’nin yan tarafına çömeldim, notaları unutmamak için söyleye söyleye yazdım. Cemiyete çıktım ve hemen masama oturdum. Notayı yazdım ve rahmetli hocam Emin Ongan’ın masasının üzerine koydum. Ancak altına şu notu koymuştum; “Değerli Üstat Münir Nurettin Selçuk Beyefendi Hazretlerine ithaftır.” Bu not da eski Türkçe yazılmış. O zamanlar notlarımın çoğunu öyle alırdım. Hoca da. gelir gelmez önündeki notu gördü. Zaten muhakkak önüne bir şey koyduğumu bilir. “Aferin, aferin evladım çok güzel” falan filan dedi. O ithaf yazısını görünce notayı tutup suratıma çarptı. “Münir Bey’e böyle bir saygısızlık yapılır mı?” dedi. Ben de orada;

Geçti ömrüm gelmez oldun,
Bekledim hep yollarını, 
Geçti yellelli yelelle ya… çağları…
Geldi aldık aşikare busileşmek anları,

Geçti yellelli yelela…. çağları…
Geçti ömrüm hep bekledim gelmez oldun,
Bekledim hep yolları diye devam ettim. 

Tabii bir şey diyemedi. Daha çocukluk çağındayız. Ancak yanımızda bulunan diğer bir arkadaşım bu notayı alıp cebine koydu. Notayı ertesi derste bana verdi ama sözlerini değiştirmiş. Bu benim radyolarda okunan ilk şarkımdır.

> Sözlerini yanınızdaki arkadaş mı yoksa Emin Hoca mı değiştirdi?

> O’nun değiştirdiğini şimdi okuyacağım. “Önce geçti ömrüm gelmez oldum hep bekledim yollarını”ydı. Şimdi de;

Gönlüm özler kaybolan manalı mahzun çehreni,
Ruhum ağlar, hep ürperir, kıskanır.
Gül yüzün hep aklımda her an yad ederken ben seni,
Güller açmış alem olmuş neşe denmez neyleyim.

"Bu ilk bestemdir. Rahmetli Hocam alıp cebine koydu. 'Taleben böyle bir şarkı bestelemiş. Seni kutlarız' Emin Bey demişler. Herkes tarafından tebrik edilmiş. Radyolarda ilk okunan şarkım budur"

Evet bu ilk bestemdir. Rahmetli Hocam alıp cebine koydu. “Taleben böyle bir şarkı bestelemiş. Seni kutlarız” Emin Bey demişler. Herkes tarafından tebrik edilmiş. Radyolarda ilk okunan şarkım budur. 

İLHAM, İÇİNE DOĞAN GÜZELLİKLERDİR

> Beste yapmak için ilham gelmesi gerekiyor mu?

> İnsanın halet-i ruhuyesi önemli. İnsan bazen neşeli olur adeta yerinde duramaz, uçacak kuş gibidir. O anda bir çok şey gelir. Bazen de o andaki kadar sevinçli, neşeli olamayabilirsin. O zaman da normal bir şekilde melodi duyguların galeyana gelir. O daha farklı olur. Bazen önceki ve sonraki andan da daha zinde, daha asude bir hal içerisindesindir ama canın hiç bir şey yapmak istemez. İşte az önce bahsettiğim hal içerisinde olduğun zaman melodileri kolaylıkla, rahatlıkla terennüm edebilme zamanını dile getirebiliyorsak ona ilham diyebiliriz. Oysaki ilham bir manada vahiyden sonra Peygambere mahsus olmak üzere gelen şey. Doğrudan doğruya Cebrail A.S vasıtasıyla olan şeye ilham diyoruz. Vahiyi alternatif olarak ona benzetsek de ilhamı içine doğan güzellikler diye tarif edebiliriz.

> Beste yapmak için nota bilmek gerekiyor mu?

> Hayır.

> İnsan enstrüman çalamasa da, beste yapabilir mi?

> Yapabilir.

BESTE YAPMAK İÇİN NOTA BİLMEK ŞART DEĞİL AMA MUSİKİ BİLMEK ŞART

> Siz enstrüman çalabiliyor musunuz?

> Şöyle böyle. Ama biraz ud, biraz ney çalarım. Enstrüman çalması, nota bilmesi şart değil ama musiki bilmesi şart. Bir insan kitap yazamaz ama yazılmış bir kitabı öyle okur ki, sanki o kitabı yazıyormuş gibi. Beste yaparken de nota bilmez ama musiki bilir, makam bilir.

> Müzik çalışmalarına ne zaman başladınız?

> Kendimi bildim bileli Kur’an-ı Kerim, Ezan-ı Muhammedi, müezzinlik, kamet v.s ile güzel sesin anlamını zaten bilmiş, görmüş, öğrenmiş olduk. O zamanlarda da  bu müziğe karşı bir heves vardı. Yani 5-6 yaşlarımı kastediyorum. Köyümüzün aşağılarındaki çobanlar kendiliklerinden bazen atmasyon, uydurmasyon türküler söylerlerdi. Bazen duydukları türküleri, şarkıları kendilerince söyleme gayreti içerisinde olmalarından esinlenerek onlar gibi bir şeyler yapma hevesinde oluyordum. Birkaç yaş daha büyüdükten sonra Kur’an-ı Kerim, Mevlid-i Şerif okumaya heveslendik. O günlerde meşhur şarkıları, türküleri büyüklerimiz duymadan gizli gizli söylerdik. Duydukları zaman da hemen utancımızdan kızarırdık Ondan sonra iş farklı olmaya başladı. Hafızlığa başladık. Tabii büyüklerimizden biraz uzakta, mektepte kuran kursunda olduğumuz zamanlarda platonik haller oluşmaya başladı. Takvim yapraklarının arkasında maniler alırdık ve beğendiklerimizi ezberlerdik. Ben size 55 sene önceki o takvim yaprağının arkasındaki manileri okuyabilirim.

O günlerde ;

O benim mor çiçeğim,
Sen doldur ben içeyim,
Ahdettim, yemin ettim,
Onunla öleceğim şarkısı çok hoşuma gitti. Takvim yaprağındaki bir dörtlükten;

Söyle kız mısın nesin?
Bir yıldız mısın nesin?
Çektin beni kendine,
Mıknatıs mısın nesin?

Şimdi uydurdum değil mi?

Sözleri bu melodiye uydu. İşte o gün ben bestekar oldum. 

Kaç yaşındaydınız?

13 veya 14 yaşındaydım. Platonik hisler çoğalmaya başladı. Benim de bestelerim, şarkılarım takvim yapraklarının arkasındaki maniler giderek çoğaldı. Mesela;

Amirim sahibimsin,
Saadet sevenimsin,
Eller ne derse desin,

Sen benim nasibimsin diye ayrı besteleri aynı melodi içinde çalardım. Hala bugün usta geçinen kişilerin düştükleri prozodi hataya düşmedim, düşmem de. Çünkü benim fıtratımda sözlerde prozodi hatası diye bir hata olmadı Cenab-ı Allah’ın izniyle.

"Mesela eve aç geliyorsunuz. Canınız çorba istiyor. Çorba sorduğunuzda eğer ters cevap alıyorsanız o bir menfi ilhama vesile oluyor. Fakat siz çorba istediğinizde garnitürlerle birlikte güzel bir sofrada sunuluyorsa o müspet bir ilhama vesile oluyor"

> Prozodi nedir?

> Prozodi söz güzelliğini doğru söylemektir

HERŞEYDE BOŞLUK VARDIR AMA AŞKTA YOKTUR

> Aşkı nasıl tarif edersiniz?

> Aşk öyle bir cevher-i hakikidir ki abdestsiz daha ağza alınmasının sakıncalı olduğu manevi bir kavramdır. Aşk boşluk değil doluluktur. Allah sevgisi, ilahi sevgi ile insan sevgisi, doğa sevgisi ve her hal içindeki sevgi ile dopdolu. Her şeyde boşluk vardır ama aşkta yoktur.

DÜNYEVİ AŞK  DİYE TARİF ETTİĞİMİZ ŞEY DE MANEVİ AŞKIN GÖLGESİDİR

> Yaptığınız bestelerde sizin de güfteleriniz var. Bunların hepsini ilahi aşkla mı yazarsınız? Dünyevi aşk yok mudur içinde?

> Bizim dünyevi aşk diye tarif ettiğimiz şey de manevi aşkın gölgesidir. O farklı bir şey değildir. O sevgiyi de ben böyle tamamen manevi bir atmosferin içinde olarak telakki ederim. Tamamen maddi zannedilen aşkın tutkudan, şuur eksikliğinden, aşksızlıktan başka hiçbir şey olmadığını söylemek derim.

> Eşiniz için beste yaptınız mı?

> Tabiî ki..Mesela oğlum için yeni doğduğu zaman bestelediğim şarkı;

Söyle hangi gülden aldın bu pembeyi dudağına,
Sanki ballar sürmüş Allah senin o gül yanağına.
Güzelden de güzelsin sen,
Dünyalara bedelsin sen,

Ümidime, sevincime ne güzel bir temelsin sen,
Semadan mı düştü söyle bu yıldızlar gül-ü şeney,
Kurban olsun canlar böyle güzel gelişine.

> Eşiniz için özel bir besteniz var mı?

> Bir tane, iki tane değil bir hayli...

> Eşinizin bu yönü var mı?

> Yok. Onlar iyi bir dinleyici…

> Eşiniz size  ilham veriyor mu?

> Onlardan alınan bazen müspet, bazen menfi ilhamlar oluyor. Mesela eve aç geliyorsunuz. Canınız çorba istiyor. Çorba sorduğunuzda eğer ters cevap alıyorsanız o bir menfi ilhama vesile oluyor. Fakat siz çorba istediğinizde garnitürlerle birlikte güzel bir sofrada sunuluyorsa o müspet bir ilhama vesile oluyor.

> Günümüzde yaşayan sizinle birlikte kaç bestekar var?

> Bestekar çok ancak böyle ön planda bestekar Ali, Mehmet denildiği zaman iş başkalaşıyor. Günümüz bestekârlarından ilk akla gelen Alaaddin Yavaşça,  Erol Sayan, Bilge Özgen var. Dün Avni Anıl, Yusuf Nalkesen vardı. Onlardan önce Yesari Asım Ersoy vardı. Saadettin kaynaklar, Selahattin Pınarlar. Onlar da apayrı bir musiki dehasıydılar. Bugün bir hayli yeni yetişen istidatlı bestekarlarımız var. Bunlardan belki de üç beş tanesi benim başkanı bulunduğum Üsküdar Musiki Cemiyeti’nde mevcut.

> Geçmişteki gibi bestekar yetişmiyor mu?

"Cumhuriyetle beraber sadece müzikte değil, yaşamda, giyim kuşamda, yeme içmede, gezip tozmada bazı hevesler ve bazı meraklar ortaya çıktı. Kendi öz müziğimiz dururken Batı müziğine temayül edercesine bir oluşum meydana geldi.

Oysa ki bu bizim dünyaya geldiğimiz, bizi dünyaya getiren anne babamızı kabullenmeyip, sanki bizim başka anne babadan gelmişiz anlamına gelir."

> Dün bir besteci eğer Çamlıca’da oturuyorsa Kadıköy'e inene kadar ruhundan dökülen dudaklarından terennüm edilen kelimeler Kadıköy'e hatta moda koyuna inene kadar susmazdı. Ama bugün Çamlıca'dan Acıbadem’e iner inmez kulağına yüzlerce ses gelmeye başlıyor. Gönlüne dökülen ruhundan süzülen o namelerden eser kalmıyor. Öyle layıkıyla nadide sesler, edebiyatımızın müstesna mısraları olsa buna da razıyız. Onlar da insana ilham verir. Öyle ağza alınmayan müstehcen sözlerle yazılmış bir müzik gürültüsü, patırtıdan ibaret ki o nedenle Allah muhafaza. O nedenle elbette ki eski güzellik ve özelliklere bugün çok az rastladığımızı söylersem haksız sayılmam.

BENİ ÇAMLICA’DAN DEĞİL KADIKÖY’E, ACIBADEM’E İNDİREMEZSİNİZ 

> İlham kaynakları yavaş yavaş körelmeye başladığı değil mi?

> Evet. Ama bizde istisnalar hiç bir zaman kaideyi bozmaz diye meşhur bir söz vardır. Mesela beni Çamlıca'dan değil Kadıköy'e, Acıbadem'e indiremezsiniz. Kirli sesleri, kirli sözleri duymamak için olduğum yerde dahi odamın pencerelerini adeta keçe sıkıştırarak kapatmanın özelliklerini öğrendim.

BENDE SANAT MÜZİĞİ AĞIR BASIYOR

> Siz hem sanat, hem tasavvuf müziği icra ediyorsunuz. Hangisi daha ağır basıyor?

> Sanat müziği adı üzerinde sanat gerektiren bir müzik. Dini müzik sanat gerektirmez. Çünkü onu okuyacağımız yerler, zeminler bellidir. Ya bir mevlit esnasında, ya bir camide ya da bir sohbet toplantısında icra edilir ki bunu TRT'nin mevcut kriterleri içinde bestelemeye çalışmanız gerekmez. Bende sanat müziği ağır basıyor.

> Türk müziğinin elit kesimin müziği olduğu, bu nedenle halk tarafından kabul görmediği söyleniyor? Saray müziği olarak nitelendiriliyor. Gerçekten saray müziği midir?

> Hayır. Bu çok yanlış. Biz bir manada sarayla ortamı düşündüğümüz zaman bunun avamla havası misal göstermemiz gerek. Bir halk tabakamız var. Çarşı pazar halkımız, bir memur tabakamız var. Biraz daha kültürlü bir tabakamız daha var ki daha üst seviyede. Sanat müziğimiz o üst seviyeden orta kesime doğru inebilen hatta en avam tabakasına dahi inebilen bir tarzdır. Buna saray müziği diyebilmek dahi marifettir. Saray, herkesin zor erişebileceği bir makam, bir mevkidir bir anlamda. Dolayısıyla saray müziği değerini ve kalitesini ifade ediyor.

BİZİM MUSİKİMİZ, KÜLTÜRÜMÜZÜN EN GÜZEL SÜSÜDÜR

> Cumhuriyetin ilk yıllarında sanat musikisinin yasaklandığı iddia ediliyor. Bu yanlış mı?

> Yanlış.

> Niçin böyle bir şey söyleniyor?

> Cumhuriyetle beraber sadece müzikte değil, yaşamda, giyim kuşamda, yeme içmede, gezip tozmada bazı hevesler ve bazı meraklar ortaya çıktı. Kendi öz müziğimiz dururken Batı müziğine temayül edercesine bir oluşum meydana geldi. Oysa ki bu bizim dünyaya geldiğimiz, bizi dünyaya getiren anne babamızı kabullenmeyip, sanki bizim başka anne babadan gelmişiz anlamına gelir. Milletler kültürleriyle yaşarlar. Bizim musikimiz ise kültürümüzün en güzel süsüdür. Musikimiz, edebiyatımız, dilimiz, dinimiz, Mevlanalarımız, Yunuslarımız, Hacı Bektaş-ı Velilerimiz, Fuzulilerimiz, Yahya Kemallerimiz, Mehmet Akiflerimiz bizim birer kültür dehalarımızdır. Musikimiz de bu kültürümüzün en müstesna bir dalıdır ve süsüdür. Bunlardan biri kesildiği zaman aynen insanın beş parmağından biri kesilmiş gibi olur.

"... Atatürk... saz heyetine, 'Hadi bana bir hicazkar faslı çalın' diyor. Ama çalamıyorlar. "Hadi bir şehnaz faslı çalın" diyor yine çalamıyorlar. O da, "Kaldırın bunu istemiyorum" diyor.

Deyiş bu deyiş. Ondan sonra Paşa yasakladı diye radyolarda çalmıyorlar.

ATAMIZIN HUZURUNDA HİÇBİR AKŞAM ÖZ MUSİKİMİZİN İCAR OLUNMADIĞI BİR AKŞAM BİLİNMEZ

> Atatürk'ün Türk müziğini yasakladığı dedikosu nasıl çıktı?

> Ulu önder Ata’mızın hiç bir akşam huzurunda bizim öz musikimizin icra olunmadığı bir akşam bilinmez. En güzel sazlar, sesler, besteler, en güzel hevesler ve nefesler orada mevcuttu. Onların o güzel eserlerle, sazlarla, seslerle mest-u handan oldukları bir gün; "Yaşayın be çocuklar size 3 gün izin veriyorum" diyor. Ama icra heyetinin onda sekizi İstanbullu. İçlerinden birçoğu bunda bir yanlışlık olduğunu düşünüyor. Nasıl oldu da bu heyeti böyle izine gönderdi... Huyunu bildikleri için nitekim bir tanesi veya iki tanesi kalıyor. Ertesi akşam oturuyor sofrasının başına. Birazcık rahatlamaya çalışırken, "Çağırın sanatçıları, ben musikisiz olamam” diyor. Biri geliyor, ikisi geliyor. Fasıl istiyor, fasıllar yok, saz istiyor saz yok. "Hemen bana bulun" diyor. Mahallelerden bizim Roman vatandaşlarımız başta olmak üzere, eline keman, ud alan kişileri toplayıp Paşa’nın huzuruna getiriyorlar. Ben bunu ikinci ağızdan dinlediğim için anlatıyorum.

> Kimden dinlediniz ?

> Ferit Tan. Riyaset-i Cumhur Fasıl Heyeti'nden emekli. Bundan 15 yıl önce kaybettik.

> Sonra…

> Sonra topladıkları saz heyetine, "Hadi bana bir hicazkar faslı çalın" diyor. Ama çalamıyorlar. "Hadi bir şehnaz faslı çalın" diyor yine çalamıyorlar. O da, "Kaldırın bunu istemiyorum" diyor. Deyiş bu deyiş. Ondan sonra Paşa yasakladı diye radyolarda çalmıyorlar. Nihayet yine hemen izine gönderdikleri şahısları kimisini telgrafla, kimisini telefonla çağırmak sureti ile bir haftaları 3 güne indiriliyor. Bir fasıl yapıyorlar ki; "Yaşayın be çocuklar, işte bu" diyor. Ama içlerinden bir ses; "Ah paşam ah " diyor. Ağzından bir defa çıkmış. Kimin haddine birisi Paşa'ya kızsın.

> ATATÜRK’E “AH PAŞAM AH” DİYEN OSMAN TAMBURACI’NIN BABASI

> ah çeken kim peki?

> Gazeteci Osman Tanburacı'nın babası. O da Riyaset-i Cumhur Fasıl Heyeti’nin sanatçılarından birisi.

> Niye Paşa’ya öfkeleniyor?

> Hem izin verdin hem de geri çağırdın diye. Radyolardan müziğin kaldırıldığından haberi yok. Rahmetli İsmet Paşa, kraldan çok kralcı kesilirdi. Paşa, Osman Pehlivan’a, "Ne demek istersin Pehlivan" diyor. O da; "Aman efendim estağfurullah" diyor. Paşa'da, "Söyle söyle, sen mert bir pehlivansın söyle bakalım" diyor. O da diyor ki, "Efendim siz musikimizin en nadide eserleri, sazları, sesleri ile her akşam burada musikimizi icra ettirirken insanlarımızın Rum, Arap radyolarından başka radyo dinlemediğinden malumatınız var mı efendim" diyor. Paşa da, "Nasıl olur? Hadi ben bir Kürdili hicazkâr faslı istiyorum. Gidin radyo evinden dinletin bana bu akşam" diyor. Onlar da gece yarısı Ankara Radyosu’na gidiyorlar. Gidiyorlar ama radyo müdürü, spiker, tonmayster hepsi bir kişi. Şimdiki gibi onlarca, yüzlerce personel yok. Bunları görünce, "Hayrola" diyor. Onlar da durumu anlatınca, "Aman ben kellemden olamam" sözüne sanatçılar cevap veriyor. "Senin bir tane kellen var. Biz buraya kaç kelle geldik. Bir kelle mi yoksa bu kadar kelle mi daha kıymetli" diyorlar. Latifeleşerek, şakalaşarak o akşam öyle bir fasıl yapılıyor ki oradan bütün Türkiye bayram ediyor. “Bunu kaldırın” denilmesinin sebeplerinden bir tanesi budur.

MUSİKİ ENGİN BİR DENİZ, İLAHİ BİR NUTUKTUR

> Siz aynı zamanda da hafızsınız. Müzik dinlemenin günah olduğunu söyleyenler var. Buna ne diyeceksiniz?

> Bu konuştuklarımızın yararsız, manasız kategorisine giren deyimlerden biri. Bunu söylemeden söylemeye, bilgilenmeden bilgilenmeye fark var. Mesela benim Ahmet dedem ve Hatice ninem şarkıyı, türküyü hoş karşılamıyor. Ama öbür taraftan falan amcam, falan ninem en güzel musikinin nedenini bilen kimselerden. Biz onlara itibar etmiyoruz da menfi görüşlere aldırıyoruz. Bu doğru değil. Her görüşe saygılı olmamız lazım. Onların da öyle olmaları gerekirdi. Musiki bir defa engin bir denizdir. İlahi bir nutuktur. Bestelerimden bir tanesi, bir şairimiz diyor ki fevkalade bir ayeti kerimenin de mealidir bu;

Gizli ahenk her şekil, her seste var,
Namelerden güller açmış beste var,
Bir ilahi musikidir kainat,
Ta ezelden bitmeyen bir beste var.

Tabiri caizse en büyük bestekar ancak ve ancak O’dur. O’ndan daha büyük bestekar yoktur, olamaz. Tabiri caizse Kuran-ı Kerim en güzel güftedir. Onu ben dinlerken kendimden geçemiyorsam bırakın manasını, mealini onu ben öyle manevi bir atmosferde dinleyemiyorsam yuh olsun bana. O benim Rabbimin şiiri. O benim Rabbimin sözü. Kuran-ı Kerim okuyan biri; “Ben Cenab-ı Hak ile konuştum” derse vallahi doğrudur.

Pek çok şarkıların bestekarı Sadi Işılay vardı. Gençliğinde kemana çok meraklıydı. Aksaray’da kendi kahvehaneleri vardır. Kahvehanenin müdavimleri merhum Mehmet Akif, Yahya Kemal, Hamdullah Suphiydi… Yine bir gün kahvehaneye Mehmet Akif gelir. Sadi Işılay'ın babası Mehmet Akif'e, "Üstad mazeretimi bağışlarsanız size bir şey sormak istiyorum" der. O da, "Söyle” der. O zaman, "Oğlumu tanıyorsunuz. 13-14 yaşlarında keman çalmak istiyor. Çok meraklı ama manevi bir mesuliyeti olduğunu düşünerek sizden bir şey almadan müsaade etmek istemiyorum" dedi. Mehmet Akif, "Gelsin bakalım" deyince, çocuk kemanını alır gelir. Mehmet Akif önündeki sigara tabakasının dışına şu dörtlüğü yazar;

Bütün eşya, gıdayı zikreden bir sırrı hikmettir,
Kemanın bigüman Allahü Ekber'den ibarettir,
Hulusunla seni tezid eylesem çok mu Sadi?
Tecelli eyleyen alet, elinde başka kudrettir.

Babası; "Oğlum arkandayım devam" der. Sadi Işılay gelmiş geçmiş en iyi kemanilerimizden biridir.

MUSİKİYE BİR İBADET DUYGUSU İLE SARILMALARINI TAVSİYE EDERİM

> Sanatseverlere, özellikle gençlere neler önerirsiniz?

> Gençlerimize musikimizi çok sevmelerini, kültürümüzün en müstesna bir süsü ve dalı olduğunu bilmelerini isterim.Musikiye bir ibadet duygusu ile sarılmalarını, en mukaddes değer olarak bilmelerini ve hiç kimseye musikimize laf söylemelerine müsaade etmemelerini tavsiye ediyorum. Çünkü kaza meydanlarında dahi bizi galeyana getiren, düşmanı çil yavrusu gibi dağıtmamıza vesile olan mehterimizle, serhat türkülerimizle adeta gururlu bir şekilde düşmanın karşısında dimdik yürümemize vesile olman musikimize leke sürdürtmemelerini ısrarla öneriyorum.

(Haber 7)