Ümit Aktaş'a göre muhafazakâr iktidarlar

Ümit Aktaş, "Muhafazakâr iktidarlar, aslında bir yaşlılar iktidarıdır. Oysa doğru tutum, yaşa ve kuşağa bakmaksızın yetenek ve liyakate önem veren tutumdur." dedi.

ABONE OL
GİRİŞ 29.07.2010 10:23 GÜNCELLEME 29.07.2010 10:23 RÖPORTAJ
Ümit Aktaş'a göre muhafazakâr iktidarlar

Fahri Sarrafoğlu'nun haberi

Araştırmacı yazar Ümit Aktaş’la siyaset, diyanet, Türkiye’de kadın ve okumak üzerine söyleştik.

Sizce Türkiye'nin en büyük meselesi nedir? Ekonomi mi, yoksa toplumsal hayatta meydana gelen olumsuzluklar mı? Örf ve adetlerde olan değişiklikler mi?

Şu anda Türkiye’deki en önemli mesele, Kürt sorunu ve bunun etrafında ortaya çıkan toplumsal ve siyasal açmazlardır. Çünkü bu mesele, Türkiye’nin kuruluşu ve bu kuruluş ekseninde teşekkül etmiş olan yapısıyla ilgilidir. Ümmetçi bir bakıştan ulusalcı bir bakışa geçmek, sadece bir din tartışmasıyla sınırlı tutulamaz. Bu, aynı zamanda cihanşümul, çoğulcu, etnik ve dinî ayrımcılığı aşmış bir bakış açısından, etnisiteye dayalı, tekil, ulusçu ve laik bir bakış açısına dönüş anlamına gelir. O zaman da yüzlerce yıl içerisinde oluşmuş bir kültür, siyaset ve din anlayışı bir kenara bırakılarak oluşturulmaya çalışılan yeni yapılanmanın kan uyuşmazlığı, toplumda derin çalkantılara yol açmakta ve toplumsal barış bir türlü tesis edilememektedir. Beri yandan bu, dâhil olmaya çalıştığımız Avrupa Birliği’nin evrenselci bakış açısıyla da uyuşmazlıklar içerisindedir. Kısacası büyük ölçüde dünyaya entegre olmuş ve çevresinde etkinleşmeye çalışan bir Türkiye ile 1920’lerin mantığı arasında içten içe ciddi bir çatışma sürmekte ve bu çatışma tüm toplumun kimyasını bozmaktadır.

Türk gençliğini kısaca değerlendirebilir misiniz? Sizce gençliğimiz nereden gelip nasıl bir misyon taşıdığını biliyor mu? Yoksa batı tarzı ile doğu arasında gidip gelen bir çizgide mi duruyor?

Gençliği de yukarıda söz ettiğim mülahazanın dışında tutamayız. Orada da bu hesaplaşma ve arayışın izlerini görmek mümkün. Beri yandan yeni kuşaklar giderek daha konforlu ve iletişim ekseninde şekillenen bir dünyada yaşamaktalar. Bu ise yine eski kuşaklarca ve ulusalcı kaygılarla dizayn edilmiş bir eğitim müfredatıyla genç kuşak arasında bir uyuşmazlığa yol açmakta. Bir yanda daha sorumsuz ama özgürlüğüne daha düşkün bir kuşak var karşımızda. Öbür yanda ise artan konforun karşılanma mecburiyetine karşı iş alanları giderek daralan bir ülkede yaşamanın zorlukları. Yeni kuşak, özgürlüğünü, teknolojiye ve modernliğe karşı da bir özgürlük bağlamında düşünmemekte. Belki de düşünme alanlarının kısıtlanmışlığı, gençliği içinden çıkamadığı bir kısır döngüye düşürmekte ve onları modernizmin bir avı haline getirmektedir.

Türk gençliğine bakış "Sen kısa donla gezerken…" sözleri ile anlatılıyor. Yani bizim gençlerimiz hiç büyümeyecek mi? Ya da büyüklerin bu bakışını nasıl değiştirebiliriz?

Bu, en azından sadece günümüze münhasır bir mesele değil. Âdem’den beri gençlerle yaşlılar arasında hep bir kuşak çatışması olmuştur. Sonuçta da gençlerin özgürlük arayışları ve başkaldırıları nedeniyle, yaşlıların iddia ettikleri gibi kıyamet falan da kopmamıştır. Bu aslında bir dengeleme sistemi. Keşke sorunlar çatışmadan çözülebilse ve gençler daha anlayışa karşılanabilse. Bir yandan ise, insanın gerçek kazanımları ancak kendi çabası ve savaşımlarıyla elde ettiği kazanımlar olduğu için, gençlerin özgürlük arayışlarını çatışarak elde etmeleri de kaçınılmaz gibi gözükmekte. Çünkü bir emeğe ve gayrete mebni olmadan bahşedilen nimetlerin de pek kadri kıymeti bilinmez ve bu tip değerler genellikle heba edilir.

Türk gençliğin siyasete bakışı konusunda görüşleriniz nelerdir? Siyasetten uzak tepkisiz bir gençlik mi istiyoruz acaba?

Özellikle muhafazakâr toplumlarda gençlere karşı bariz bir güvensizlik ve gelenekçi bir eğilim vardır. Bu ise gençleri tüm karar alıcı ve eyleyici etkinliklerden uzak tutar.  Muhafazakâr iktidarlar, aslında bir yaşlılar iktidarıdır. Oysa doğru tutum, yaşa ve kuşağa bakmaksızın yetenek ve liyakate önem veren tutumdur. Bunun en güzel misali Peygamberimiz’in henüz 20 yaşındaki Üsame bin Zeyd’i ordu komutanı olarak atamasıdır. Onun bu kararı Ebubekir (r.a.) tarafından da, olanca muhalefete rağmen uygulanmıştır.

Ülkemizde gençlere hep bir engel çıkartılmış, değil mi?

Türkiye’de de, özellikle yetmişli yıllardaki terör olayları bahanesiyle gençlik hareketleri kuşkuyla karşılanmış ve gençlerin kendilerini ifade etmelerinde önlerine hep belli engeller çıkarılmıştır. Hatta gençlerin siyasetten uzaklaştırılması için belli mizansenler de hazırlanmış ve topluma, bu sanki bir erdemmiş gibi sunulmuştur. Zaten siyasi partilerde, özellikle gençler ve kadınların etkisizliği, salt göreneksel bir tutum olmaktan öte, ucu yasal düzenlemelere dek dayanan engellemelerin bir sonucudur. Çünkü özellikle gençler devrimci, özgürlükçü ve değişimden yana olan eğilimleriyle, statüko yanlıları açısından hep bir sorun kaynağı olarak görülmüşlerdir.

Türk gençliğinin yaptığı diğer komşu ülkelerin gençleri tarafından da örnek alınıyor. Bu bakımdan Türkiye'ye ağır sorumluluk düşüyor. Bu konuda, yazılı ve görsel medyanın da durumunu göz önünde bulundurursak, mevcut yapımız hiç de örnek alınacak gibi değil diyebilir miyiz?

Aslında Türkiye, küresel güçlerin bu coğrafya için hazırladıkları bir model olarak, bu dünyanın özellikle belli kültürel değerleri benimsemeleri, üretimsel ve tüketimsel kıstaslara angaje olmaları açısından dönüştürücü bir işlev görmekte. Tabii bu anlamda çok karamsar olmak da doğru değil. Çünkü bir yandan da Türkiye önemli bir birikime ve liderlik kültürüne sahip. Güzel ve olumlu örneklikler ortaya koyabilmek ise bizlerin ve de gençlerin gayretlerine bağlı.

Türk toplumunda anneye ve kadına bakış farklı farklı... Ama neden İslam’ın kadına bakışı anlatılamıyor? Kur’an’da Allah hiçbir zaman kadını ikinci plana atmadığı halde toplumumuzda kadın adeta ikinci planda tutuluyor. Bunun giderilmesi için kime ne görev düşüyor. Tabii başta Diyanet olmak üzere? Kadına pozitif ayırımcılık konusunda görüşleriniz nedir?

Osmanlı toplumu ve bu toplumun selefi olan toplumlar (Türk, Arap, Bizans) erkek egemen bir kültüre sahip oldukları için, Kur’an her ne kadar temel anlamda bu kültürün kadınlar lehine değişimini amaçlamışsa da, sonuçta geleneksel eğilimler ağır basarak, kadınların toplumsal ve insanî durumları erkek karşısında ikincilleştirilmiştir.

Bir kere temel anlamda şu kabul edilmelidir ki, hiç kimse kocasının ya da babasının kulu olmayıp, herkes doğrudan Allah’ın kuludur. Hiç kimse bu doğrudan kulluk ilişkisini kendi vesayeti altına alarak, Allah’ın kullarına karşı Rabb’leşemez. Elbette ki birbirimize karşı sorumluluklarımız vardır ve müminler birbirlerinin velisidirler. Ama bu bir sorumluluk ilişkisidir, bir yükümlülük ilişkisi değil. İnsanların kulluk yükümlülüğü Allah’a karşıdır ve din yalnızca onun içindir.

Aslında en fazla ayrımcılığı kim yapıyor ülkemizde?

Bu konuda en ayrımcı kesim de, örtülü kadınları ısrarla üniversitelerden uzak tutmaya çalışan kemalistlerdir. Bu temel sorun giderilinceye kadar toplumdaki tüm mustazaf kesimlere olduğu kadar, kadınlara da pozitif bir ayrımcılık uygulanabilir. Ama bu bir yasama sorunu olmaktan öte bir kültür, eğitim ve hoşgörü sorunudur.

Peki, Diyanet için ne diyebiliriz?

Diyanet İşleri’ne gelince; bu kurum topluma sadece bir din hizmetlisi sunma göreviyle kendisini sınırlı tutmaktadır. Bu, belki de kuruluş amacıyla ilgili bir sorundur. Ama toplumun birçok kesimi değişip gelişmeye, özgürlük alanı kadar kurumsal standartlarını da yükseltmeye çalışırken, Diyanet o hantal yapısını değiştirme ve kuruluşunda kendisine biçilmiş olan mevzuatın dışına çıkma cesaretini gösterememektedir. Bu konuda –belki kötü bir örnek olacak ama- kilisenin bile oldukça gerisindedir. İmamların toplumsal rolleri ise neredeyse sadece ölülere Kur’an ve mevlit okumakla sınırlıdır. Oysa becerebilseler, toplumsal alandaki birçok sorun, eksiklik ve yetersizlik, dahası insanlar, onların bu sorunlara el atmalarına ve her şeyden önce bu sorunların farkına varmalarına oldukça muhtaç bulunmaktadırlar.

Türkiye'de okur-yazar oranı yükseliyor ama acaba kitap okuma oranını sizce nasıl yükseltiriz? Müslümanların da genel sorunu bu. Az okuyoruz, bunu da biliyoruz ama çözüm? Acaba çözüm yazarlarımızın biraraya gelip farklı bir yöntem bulmaları olabilir mi?

Bu sorunun çözümü de, benzer birçok sorunda da olduğu gibi sihirli formüllere değil, sabır ve gayrete dayanmaktadır. Öncelikle toplumun, okuma ihtiyacının farkına varması, okumanın anlamını kavraması gerekir. Çünkü “okumak”, düz anlamda bir okur-yazarlık sorunu değildir. Mesela Peygamberimiz okur-yazar olmadığı halde okumakta iken, günümüz toplumundaki birçok kişi, okur-yazar oldukları halde, “okuma”yı bilmemektedirler.

Okumak bu anlamda dünyaya ve hayata bir bakma biçimi, yorumlama becerisi ve değiştirme arzusudur; bir uygarlaştırma (medenileşme) girişimidir. En azından kendisini bu düzeyde görme, bunun bir ihtiyaç olarak farkına varma ve fiilî olarak bu çabanın içerisinde olmaktır.

www.dunyabizim.com