Giritlioğlu: AGB ölçümlerine inanmıyorum
Yönetmen ve Senaryo Yazarı Tomris Giritlioloğlu, televizyon seyircisine inancını kaybetmiş durumda ve AGB ölçümlerine de inanmıyor...
ABONE OLZuhal Aytolun'un röportajı
Tomris Giritlioğlu, 22 yıldır bu sektörde. Gerek televizyona yaptığı işler gerekse sinema filmleri çok ses getiriyor, farklılık yaratıyor. Genç ve yetenekli yönetmen, oyuncu ya da yazarları da keşfetmesiyle meşhur. Hakkında bilinmeyeni bilineninden çok. Kendini ve ismini sadece yaptığı işlerle ortaya koyuyor. Çok fazla da röportaj vermiyor. Kendinden bahsetmek, kendini anlatmak onun için çok da önemli değil. Çünkü eleştiriyi sevdiği kadar sevmiyor övgüyü. Şimdilerde izlediğimiz, 1940’ları anlatan ve bir dönem dizisi olan Her Şeye Rağmen onun imzasını taşıyor. Biz de diziyi fırsat bilip, röportaj istiyoruz. Hem bilinmeyenlerini, hem de yeni üretimlerini konuşmak için. Ancak tarih almamız zaman alıyor. Hatta öyle ki röportaj için ofisinde buluşuyoruz ama trafiğe takıldığı için röportaja telefonda başlamayı teklif ediyor, önce telefonda başlıyor, sonra karşılıklı devam ediyoruz. Hızlı bir koşturmacanın içinde. Zaten onu hayata bağlayan da bu üretim. Kafasında dönen hikâyeleri, kurduğu hayalleri, inandığı projeleri hayata geçiriyor. Biz ise röportaja çok daha gerilerden, çocukluğundan başlıyoruz.
- Nasıl bir aileden geliyorsunuz?
- Birbirine çok âşık olup evlenmiş bir adamla kadının çocuğuyum ben. O yüzden anılarımda mutlu bir çocukluk var. Özellikle son 13 yıldır da çocukluğumu çok özlüyorum. Çünkü anne ve babamı kaybettim. Kaç yaşında olursanız olun insanın annesi babası ölünce büyümesi duruyor, içindeki çocuk da ölüyor.
- Peki sizi ne bağladı tekrar yaşama?
- Ölümleri arasında 12 yıl var. İşle yoğruldum, o dönemde çok yoğun çalıştım. İş nedeniyle Ankara’dan İstanbul’a geldiğimde ise annemden ayrılmış oldum. Ayrı geçen yıllar içinde çok acı çektim.
- Daha çok annenize mi benzersiniz babanıza mı?
- Aslında anne babamın güzel bir karışımıyım ben. Babam romantik ve duygusaldır. Ayrıca iyi de bir hukukçu. Adalet duygumu ve duygusallığımı ondan, anarşist ruhumu da annemden almışımdır. Babam yargıçtı, çocukluğum Adana Ceyhan’da geçti. Seyrettiğim Türk filmlerini hatırlıyorum. O zamanlar sinema bir şölendi. Benim hayalimde de yazarlık vardı. Sonra babam Ankara’ya Yargıtay’a seçildi, çok gençken, 40 yaşındaydı.
- Kardeşiniz nasıl bir alana yöneldi, sinemayla ilgilendi mi?
- Aslında biz çok zıt iki kişiliğiz. Ayrıca, o benim hayatımda tanıdığım en iyi insandır. Ekonomi mezunu, yönetici. Ama benim yaptığım şeyleri de dikkatle izler ve eleştirir.
- Peki mesleğe başladığınızda neydi sizi motive eden?
- Bu alan, aslında bütün ilgi duyduğum sanat dallarını içinde barındırıyor, resim, müzik, edebiyat. Üniversite okurken aslında beş ay gibi kısa bir sürede karar verdim. TRT sınavına girdim ve serüven başladı. Gerçek bir okul oldu orası benim için.
- Özellikle arayışınız nedir? Neyi görmek istiyor ve ne için çabalıyorsunuz?
- Toplumla ilişki kurma arayışı, geçmişle ve bugünle doğru bir ilişki kurabilme isteği bu. Yaz Yağmuru dışında bütün filmlerim siyasidir. Başarılarım da oldu yenilgilerim de. Şunu söyleyebilirim: TRT’de drama atağının başına geçince seyirciyle tanıştım ve yüzleştim. Televizyona da sinemaya da iş yaptım. Bu süreçte de hep seyirciyi çok önemsedim. Ama bu yolda çok zedelendim.
- Nasıl bir zedelenme bu?
- İlk filmimi 24 yaşında çektim, Suyun Öte Yanı. İmkânları ve desteği TRT sağlamıştı. İkincisi de Yaz Yağmuru'ydu. Kendimi beğendiğim tek filmim odur. Sinemaya izlemeye gittiğimde, salonda dört kişi vardı. Sonra da yurtdışından sekiz kişilik bir ekip geldi, yaptıkları çalışma sonucunda en iyi 20 filmden biri olarak seçti. Hayal kırıklığım sevincimden büyüktü. O gece bu seyirci meselesini halletmeye karar verdim. Sonra diğer filmlerim geldi. Gerçek sinema isteğimle beraber de ihanetlerim başladı. TRT dışında yaptığım işlerde Türk sineması kurallarıyla yüzleştim, yapımcıya sorumlulukla tanıştım.
Seyirciye inancımı kaybettim
- Yaptığınız işlerde tam bir doyum yaşayabiliyor musunuz? İçinize sinerek son noktayı koymak mümkün mü?
- Hayır, asla “tamam oldu” dediğim bir filmim olmadı. Aralarında bir tek Güz Sancısı ne yazık ki kendime en uzak hissettiğim proje oldu. Yüksek bir bütçeydi, dokuz yıllık bir emeğin ürünüydü. Ama kısa sürede çektik ve senaryoyu çok daralttık. Daha iyi yapabilirdik onu. Zaten montajını bitirdikten sonra bir daha sinemada izleyemem filmlerimi. Perde öyle bir şey ki hataları affetmiyor.
- Hayal kırıklıklarınız oldu mu? Vaktinden önce biten dizi ya da yeterince anlaşılamayan bir film gibi?
- Özellikle “Kasaba” ve “Bu Kalp Seni Unutur mu?”dan sonra uzun bir süre kendi kendime bir hesaplaşma dönemi yaşadım. Çünkü seyirciye inancımı kaybettim. Ben her koşulda heyecan duyar, anlatacak yeni şeyleri kurgulardım. Ama bu kez ciddi bir yıkım oldu. Şimdilerde, yeni yeni toparlanıp mesleğimle hesaplaşmaya çalışıyorum.
AGB ölçümlerine inanmıyorum
- İşiniz hayatınızın ne kadarını kapsıyor?
- Çok fazla. Her günüm ve anım dolu. Önümüzdeki yıla üç proje geliştirmeye çalışıyorum. Bu zamanlar benim için önemli. Ben proje üretmeyi çok seviyorum.
- Yetişebiliyor musunuz o kadar şeye? Zamanınız o kadar dar ki, röportaja dahi telefonda başladık.
- Yetişmeye çalışıyorum ama eskisi kadar şevkle, sınırsız bir yorgunlukla çalışmıyorum artık. Çünkü dediğim gibi seyirciye inancımı kaybettim.
- Peki ya diğer kriterlere? Örnekse, izlenme oranları nasıl bir çarkın içine itiyor üretenleri?
- Bu yıl dizileri takip ediyorum. Ulaşamadığım bir seyirci grubunun talebi ne, onu kavramaya çalışıyorum. AGB doğru bir ölçüm yapmıyor. Seyircinin verdiği tepkiyle, AGB ölçümleri arasında çelişki var. Mesela, bu yıl favori dizim Behzat Ç. Ama Behzat Ç.’nin yarattığı aura ile reytingler arasında ciddi bir çelişki var. Şu anda dizilere dayalı yürütülen yayın politikası, kültürel yozlaşmayı da beraberinde getiriyor. Hükümet, Kültür Bakanlığı ve RTÜK mutlaka AGB meselesini masaya yatırmalı.
Genç yazar arayışındayım
- Gençlerle ilişkiniz nasıl? Çok proje geliyor mu, değerlendirebiliyor musunuz?
- Gençlerle aram iyidir. Aslında genç yazar arayışındayım. Ama okuyacak vaktim olmuyor. Ben rüyalarına sadık, çalışkan biriyim. Ama hiçbir zaman kendimi yetenekli görmedim. Benim için önemli olan bir şeyi hayal etmek ve onu gerçekleştirmek. O konuda daha başarılıyım. Ne yazık ki genç yazarların ürünleriyle çok sık tanışma imkânım olmuyor. İlk nefes aldığımda dört yazar keşfettim kendimce, onların romanlarını okumak istiyorum.
- Yakın dönemde bir sinema filmi var mı?
- Nilgün Öneş’in hazırlamakta olduğu bir proje var, onu çekmeyi çok istiyorum.
- Yeni diziniz Her Şeye Rağmen’in yeri nedir sizde?
- Anlatılmamış bir dönemi çekiyoruz. Tek partinin son yılları ve Demokrat Parti’nin yükselişi. Projenin sloganı güzel özetliyor: “Her şeye rağmen adalet, her şeye rağmen aşk, her şeye rağmen umut.” Yine dünü anlatırken bugünü anlatıyoruz.
İçimdeki kadınlar
- Rekabet hissi taşır mısınız?
- Hiç yoktur, bende en olmayan şey o. Kendimde tek sevdiğim özelliğim de.
- Ne tür işleri kıskanırsınız?
- Kıskançlık değil ama Yağmurdan Önce filmini ilk izlediğimde 15 dakika o koltuktan kalkamamıştım. Keşke böyle bir film çekebilsem dedim. Keşke ben de bu kadar yetenekli olsam duygusunu o kadar sık yaşıyorum ki...
- Egonuz yüksek midir?
- Herkes yüksek bir egom olduğunu düşünür. Çalışırken evet, ama bu o işi iyi yapma çabasından kaynaklanıyor. Kişisel hayatımda egom sıfırdır.
- Sert ve yanına yaklaşılamaz hissi veriyorsunuz.
- İş hayatındaki kadınla özel hayatındaki kadın birbirine tamamıyla zıt. Bu iki kadın bir türlü uyum sağlayamıyor, uzlaşamıyor. Çünkü işte olağanüstü titizim. Çok gaddarlaştığım, vicdansızlaştığım anlar olabiliyor. Ama özel hayatta tam tersi fedakâr ve duygusalım. Bu içsel çelişki yorucu geliyor artık.
- Sektörde kadın olmanın zorluğu oldu mu?
- Ankara‘da yaşamak ve TRT’de çalışmak beni çok koruyormuş, bunlar benim sığınaklarımmış. İstanbul'da çok sert ve haşin bir dünya var. Kendimi de kapalı bir dünyada yaşayarak ve çok az insanla görüşerek korumaya alıyorum.
- Ne tür işlerde imzanız olmaz, asla yapmam dersiniz?
- Şirkete milyarlar kazandıracağını bilsem bile inanmadığım yöntemleri asla kullanmıyorum. Bu yüzden şirketi çok zarara uğrattığım dönemler oldu. Benim için samimiyet çok önemli. Kendimin ve oğlumun seyretmek istemeyeceği hiçbir şeyi yapmak istemem.
Gençliğimde oyunculuk teklifleri aldım
- Mesleğin farklı bir tarafını da denediniz mi? Örnekse kamera önü?
- Gençliğimde çok oyunculuk teklifi aldım. Ama yok, kamera önü benim becerebileceğim bir şey değil. Üniversite yıllarına kadar tiyatro oyunlarında başroller oynadım. Ama kamera başka. Orada başarılı olabileceğime hiçbir zaman inanmadım. Arkası çok daha güvenli bir yer.
- Oğlunuz da bu mesleğin içinde. Peki o nasıl yöneldi sinemaya? Sizin etkiniz oldu mu?
- Oğlum Ilgaz yönetmen, 29 yaşında. Doğduğundan beri setlerdeydi. İlk filmimi çekerken onu şaryo üzerinde uyuturduk. Onunla tensel temasımı hiç kesmedim, aramızda müthiş bir bağ var. Bu işi, her aşamasıyla öğrendi. Kendisine söylemiyorum ama çok yetenekli.
- Bir dönem reddettiği oldu mu? Annemin gölgesinde kalırım hissi taşıdığı?
- Ilgaz, parmağını emerken DVD’yi gösterip, koy bunu işareti yapardı. Sinema okudu. Asis Yapım'da Bahadır Atay’la Ilgaz Giritlioğlu’nun yönetiminde gidiyor işler. Çok isteyerek başladı. Çok bağımsız bir ruha sahip. Başlangıçta Tomris Giritlioğlu isminden kurtulmak istedi. Sonra kendi çekmeye başladığı zaman bir uzlaşma oldu galiba. Hatta yaptığı bir proje tasarımında onun gerisinde kaldığımı hissettim. Bu bana büyük bir mutluluk verdi.
- Sizden hangi özelliğinizi almış?
- İnat. Yarışız inat konusunda. Ama o çok sakin. Ben sette ne kadar öfke duyulan biriysem o da o kadar sevilen biri. Onun gibi olmayı becerebilmeyi çok isterim.