Türkiye'den Rumlar'a karşı ilk hamle

Rumlar, 1 Temmuz'da AB Dönem Başkanlığı koltuğuna oturuyor. 'Başkan olsan da seni tanımıyorum' tavrındaki Türkiye kritik 6 ayı planladı. Başmüzakereci Bağış ilk hamleyi açıkladı:

ABONE OL
GİRİŞ 25.06.2012 10:00 GÜNCELLEME 25.06.2012 14:54 RÖPORTAJ
Türkiye'den Rumlar'a karşı ilk hamle

Şenay Yıldız'ın röportajı

'Rumlar Başkan oldukları gün, Cumhurbaşkanı ile iki AB ülkesine gidiyoruz.'

'AB'nin artık Rumlara 'Oğlum bak, git!' demesi gerektiğini belirten Başmüzakereci Egemen Bağış, 'Bileğini bükecekler. Hırvatistan ile 28 üyeli olacak AB bir ülkenin tahakkümü altına giremez. Oybirliği mekanizmasından vazgeçebilirler. AB içindeki karar mekanizmaları değişebilir. Bu asıl onlara zarar veriyor' diyor

Satır arası...

Türkiye 2004 yılında AB ile müzakerelere başladığında herkesin beklentisi daha farklıydı elbette. Ama Avrupa Birliği Annan Planı'na 'hayır' diyerek çözümü engelleyen Rumları önce üyeliğe kabul etmekte, ardından da Türkiye'nin üyelik müzakerelerinin 8 başlıkta askıya alınmasında haksızlık görmedi. Rumlar 1 Temmuz'da AB Dönem Başkanı olacak ama Ankara'yı bu vesileyle kendilerini tanımak zorunda bırakma hesapları suya düştü.

Türkiye önümüzdeki 6 ay müzakere başlığı açmak için dahi dönem başkanı Rumlar ile muhatap olmayacağını ilan etti. Bu süreçte Türkiye kapalı kapılar ardında 'AB ile ilişkileri askıya almayı' dillendirince, birlik tarihinde hiç görülmemiş bir strateji geliştirildi: Pozitif Gündem. Buna göre, askıda olan 8 başlık oluşturulan çalışma gruplarında ele alınacak ve süreç ilerlemeye devam edecek. Böylece, mevcut siyasi tıkanıklık aşılınca, Türkiye zaman kaybetmeden yoluna devam edecek. Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış ile 1 Temmuz' un Türkiye için anlamını ve AB ile ilişkilerin geleceğini konuştuk.

AB Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış AKŞAM'a konuştu:

- AB'nin geleceği ile ilgili kriz senaryoları konuşulurken alternatif senaryolar geliştiriyor muyuz Türkiye olarak?

Biz nasıl doğru mali politikalarla istikrar ve güveni yakalayıp yaşadığımız krizleri geride bıraktıysak, AB de eninde sonunda bu ekonomik krizi geride bırakacak. AB bir ekonomik birlik değil ki bir ekonomik krizle çöksün. AB asırlarca birbirleriyle savaşmış olmalarına rağmen huzur ve barış içerisinde yaşamayı başarabilmiş ülkelerden oluşuyor. Bu bir barış projesi. AB'nin bu krizden bazı dersler çıkararak, karar mekanizmalarını değiştirmesi, birtakım kurumlarını gözden geçirmesi düşünülebilir.

- AB içindeki karar mekanizmaları nasıl değiştirilebilir?

Avrupa'nın içine düştüğü krizin asıl sebebi olarak gördüğüm oybirliği şartından vazgeçebilirler ve nitelikli çoğunlukla kararlar almaya başlayabilirler. Ama kavram olarak AB son bulmaz. Türkiye'nin AB süreci de kendi kendiyle barışma, ihtiyaç duyduğu reformları gerçekleştirme, demokratikleşme, şeffaflaşma, tabularını geride bırakma sürecidir. Bu yüzden durmak yok, reforma devam...

23 NİSAN KOLTUĞU

- Rumların AB Dönem Başkanlığı'nı devralması Türkiye'yi nasıl etkileyecek?

Rumların dönem başkanlığı takvimsel bir süreç. Nasıl 23 Nisan'da biz çocukları devlet büyüklerinin koltuklarına oturtuyorsak, Avrupalılar da takvimde sıra onlara geldiği için Rumları başkan koltuğuna oturtmak durumunda. Ama bu altı ay sonra bitecek. Avrupa ve Türkiye'nin çıkarları karşılıklı işbirliğinden geçiyor. Bu nedenle AB tarihinde olmayan bir şeyi icat ettik ve pozitif gündemi yürürlüğe soktuk. Pozitif gündem Rumlar da dahil, Avrupa'daki çarpık zihniyetli bazı siyasetçilerin engellerine rağmen Komisyon'un Türkiye'yle işbirliğini devam ettirebilmek için yarattığı yeni bir platform. Artık üye ülkelerin onayı olmadan, askıya alınmış 8 fasılda rahat çalışabilmeyi sağlayacak mekanizmaları kuruyoruz. Biz fasıl açtığımız zaman boyumuz uzamıyor. Önemli olan o faslın içeriğindeki kriterleri gerçekleştirmek.

- Pozitif gündem müzakereye nasıl yansıyacak?

Müzakere sürecinde yapılması gerekenleri yapabilmemiz için bir alternatif platformdur. Ama müzakere sürecinin alternatifi, müzakereleri by-pass yapan bir köprü değil; müzakere sürecine yeniden döndüğümüzde bizi kavuşturacak bir köprüdür. Fasılların üzerindeki engeller kalktığında bir günde açılıp kapanabilmelerini sağlayabilecek bir mekanizma.

- 1 Temmuz'da Rumlar AB Dönem Başkanı oluyor. Önümüzdeki 5-6-7 yıllık takvim nasıl işleyecek?

Aday ülkelerin dönem başkanıyla bir işi olmaz. Lizbon Anlaşması'ndan bu yana dönem başkanlıkları sembolik. Önemli olan Komisyon ve Konsey'dir. 6 ay böyle gidecek. Ondan sonra AB Dönem Başkanlığı İrlanda'ya geçecek ve biz de normal işimize bakacağız. Ben bu ayın otuzunda İrlanda'nın AB Bakanı'nı Ankara'da ağırlıyorum. 1 Temmuz'da Rumların dönem başkanlığı başlıyor. Biz o gün Sayın Cumhurbaşkanımız ile birlikte iki AB üyesi ülkeye, Letonya ve Litvanya'ya seyahate gidiyoruz. Bu sembolik açıdan da çok önemli bir ziyaret.

- Türkiye'yle ilgili hedefiniz nedir?

2013'te Almanya seçimleri var. 2013 sonundan itibaren süreç hızlanır. Avrupalılar da 600 bin nüfuslu Kıbrıs'ın 500 milyonluk Avrupa'nın çıkarlarını ipotek altına almasından bıktı. Artık 'Bak oğlum, git!' demenin vakti geldi.

- AB Kıbrıs konusunda ne yapacak sizce?

Bileğini bükecekler. Yani 28 üyeli Avrupa -Hırvatistan ile 28'e çıkıyorlar- bir ülkenin tahakkümü altına giremez. Onun için bu oybirliği mekanizmasından vazgeçebilirler. Karar mekanizmaları değişebilir. Bu asıl onlara zarar veriyor. Enerji faslının açılmaması bana bir zarar vermez. Ben Azerbaycan, Türkmenistan, İran, Irak, Lübnan, Mısır ile enerji konusundaki bağlantılarımı yapar, işime bakarım. Avrupa ondan sonra uğraşsın...

VATANDAŞ AVRUPA'YA KIZGIN

- AB Bakanlığı'nın yaptırdığı anketlere göre, Avrupa'nın 'Türkiye'yi istemeyiz' tavırları toplumda nasıl bir yansıma buluyor?

Anketler şunu ortaya koyuyor: Vatandaş AB'ye kızgın ama AB sürecinin Türkiye için yararlı bir süreç olduğunun da farkında. Diklenmeden, dik durduğumuz sürece AB sürecini destekliyor. Biz de zaten söylüyoruz: AB üyeliği bizim için olmazsa olmaz değil. Bizim için süreç, sonuçtan çok daha önemli. Türkiye'nin demokratikleşmesi, kalkınması, zenginleşmesi ve şeffaflaşması önemli. Bundan on yıl önceki Türkiye'deki asker-sivil ilişkileriyle bugünkünü karşılaştırınca AB sürecinin önemi ortaya çıkar.

BMGK modeli Sarkozy'nin hayaliydi

- Avrupa'nın büyük devletleri Türkiye ile müzakerelere başlarken 'ezebiliriz' hesabı mı yaptılar sizce?

Onlar evet, Türkiye'yi oyalayabileceklerini zannettiler ve Türkiye'nin de koşulsuz bir şekilde Avrupa'ya boyun eğeceğinin hesabını yaptılar. Bunu özel bir sohbette aslında itiraf ettiler. Fransa'nın Sarkozy dönemindeki Tarım Bakanı Bruno Le Maire daha evvel AB bakanıydı. Paris'te bir yemekte 'Egemen, AB'yi biz kurduk. Bu bizim bebeğimiz. Siz üye olduğunuz gün Almanya'dan sonra ikinci en güçlü ülke olacak ve önümüze geçeceksiniz. Sence bunu kabullenmemiz kolay mı?' diye sordu. Ben de 'Ne yapacaksın Bruno? BM Güvenlik Konseyi'ndeki gibi kendinize veto hakkı gibi bir şey mi almaya çalışacaksınız?' diyince, şöyle dedi: 'Teknik olarak bu mümkün olmadığı için sizin üyeliğinizi mümkün olduğunca geciktirmek zorundayız!' Sarkozy'nin son dönemde 'Euro bölgesinde Almanya, Fransa'nın veto hakkı olsun' demesi, aslında BMGK'daki gibi bir mekanizma çabasıydı. Ama Fransız halkı Sarkozy'yi balık tutmaya gönderdi.

- AB'ye BMGK modeli sadece Fransızların isteği miydi yoksa Almanlarla ortaklaşa yaptıkları bir proje mi?

Sarkozy-Merkel'in birlikte yürüttükleri bir süreçti. Ama Sarkozy'den sonra Merkel'in eskisi kadar sorun yaratacağına inanmıyorum. Merkel'in sonuçla ilgili alternatif önerileri hep oldu ama süreçte bir engel koymadı. Sarkozy ise bizzat süreci engellemek için çok çabalar sarf etti. Merkel Türkiye'ye defalarca geldi, günlerce kaldı. Ben kendisine mihmandarlık yaptım hatta... Sarkozy ise bir kere geldi, dört saat kaldı. Aradaki fark zaten çok açık.

Arkamda Başbakan ve hükümet var

- Kendinizi AB sürecinde yalnız bırakılmış hissediyor musunuz?

Hiçbir şekilde yalnız değilim. Arkamda kapı gibi duran bir Başbakan, kapı gibi duran bir hükümet var. Başbakan'ın beni bu göreve atarken verdiği bir talimat var: Diklenme ama dik dur. Ben o talimata uymaya çalıştım bugüne kadar. Bir de arkamda hep en iyiyi isteyen ve en iyiyi hak eden Türkiye var... Masaya arkamda 75 milyonla oturuyorum... Bana nasıl güç verdiğini anlatamam. On yıldır siyaset yapıyorum. En büyük başarıların nedir dersen...

- Nedir?

Bugüne dek defalarca Amerika'daki Ermeni soykırım tasarılarının reddedilmesinde payım oldu. Sayın Başbakan'ımızın talimatlarıyla İstanbul'a iki yeni müze kazandırılmasında bizzat çaba gösterdim. İstanbul Modern ve Santral müzelerinde çok emeğim var... Ama hiçbir yaptığım işte şu Hollandalı densize 'Bak oğlum git' dediğim zamanki kadar teşekkür, tebrik, ilgi alamadım. Bu millet kendisini temsil eden insanların ezik büzük olmasını istemiyor. Başbakan Erdoğan'la başlayan süreçte, dünyanın hiçbir yerinde 'Bu Türklere artık şamar oğlanı muamelesi yapamayız' inancını oturttuk.

Belki Norveç gibi üye olmak istemeyiz

- AB Bakanı olarak tam üyelik tarihi için hedefiniz ne?

Benim hedefim Türkiye'nin AB standartlarını yakalaması. En kısa sürede biz standartları yakalarız. Üye olup olmamak ikinci bir konu, çok da önemli değil. Belki biz de Norveç gibi oluruz. Üye olmadan AB standartlarının üstüne çıkmak. Atatürk'ün hedef gösterdiği yol bu zaten. Ama hukuki alt yapıyı oluşturmak gerekli, kanunları oluşturmak... Bir kere önce sivil bir anayasaya kavuşmamız lazım. 2013'ten itibaren çok hızlanacağımızı düşünmemin nedeni, o zaman sivil bir anayasaya geçmiş olacağımızı ümit ediyor olmam.

- Üyelik müzakerelerine başlarken de 'Belki Norveç gibi oluruz' diye düşünüyor muydunuz? Yoksa bu sürecin bizi götürdüğü yer mi?

Norveç örneği Cumhurbaşkanımızın üç yıldır dillendirdiği bir örnek. Ben illa üye olmayacağız da demiyorum. Ama tabii Türkiye'nin ekonomik performansı bizi bu süreçte daha 'tok satıcı' haline getirdi. 'Biz size muhtaç değiliz' diyebiliyorum. Eğer Türkiye 2002'deki gibi kişi başına düşen geliri 3 bin doları olan, dünyanın 16. değil de 27. en büyük ekonomisi olsaydı, bu kadar rahat bu tutumu sergileyemezdim. Arkamda Tayyip Erdoğan gibi bir başbakan olmasaydı ben Türkiye'ye diklenenlere hak ettikleri dilden cevap veremezdim. Yani bunu Allah rahmet eylesin ama 57'inci Hükümet'in kabinesinin bir üyesi olsaydım, o Hollandalı'ya o cevabı verirken 'Dönüşte acaba bana bir şey derler mi?' diye üç kere düşünmek zorunda olurdum.

PAPAZA KIZIP ORUÇ BOZMAYIZ

- Peki, tüm bunların ışığında 'Bu adamlar bizi zaten almak istemiyor' gibi bir his yaşamıyor musunuz? Çünkü bu da çok motivasyon kırıcı bir yandan...

'Bu adamlar bizi istemiyor' yanlış bir tanımlama olur. İşte o dediğin bizi hataya götürür. Avrupalıların içerisinde bizi istemeyen çarpık zihniyetli siyasiler var ama aklın yolu birdir. Bu ilişki Türkiye için yararlı olduğu kadar Avrupa için de yararlı. Bunu görebilecek çok berrak zihinler de var. Şimdi Sarkozy'ye kızıyoruz diye Cameron'un, Berlisconi'nin, Prodi'nin, Solana'nın, Verhaugen'in bütün o çabalarını da yok mu sayacağız? Papaza kızıp oruç mu bozacağız? Elma ile armudu karıştırmamak lazım. Evet, Avrupa'da Türkiye'ye karşı olduğunu söyleyenler var ama Türkiye için çok ciddi mücadele verenler de var.