Bican: 28 Şubat bir Çankaya darbesidir

Tansu Çiller'in hem basın danışmanı hem de en güvendiği dostu Mehmet Bican yazdığı "28 ŞUBAT'TA DEVRİLMEK" kitabıyla son dönemin en çok konuşulan ismi oldu.

ABONE OL
GİRİŞ 19.10.2012 20:01 GÜNCELLEME 20.10.2012 03:05 RÖPORTAJ
Bican: 28 Şubat bir Çankaya darbesidir

Gazeteciliğe 1963 yılında Vatan gazetesinde başladı. Ankara ve İstanbul'daki çeşitli gazete ve dergilerde üstlendiği o zorlu haber muhabirliğin ardından mücadelesine yılmadan devam ederek TRT, Anadolu Ajansı ve RTÜK gibi devletin en saygın kurumlarında üst düzeyde görev aldı. 1974 yılında Kıbrıs Barış Harekâtı ve 1982 yılında yaşanan Sovyetler Birliği'nin Afganistan'ı işgali sırasında 'Savaş Muhabiri' olarak görev yaptı.  "28 Şubat Süreci"ni dönemin Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı olan Tansu Çiller'in basın müşaviri olarak Başbakanlıkta yaşadı.

Haberpolitik.net'e konuştan Mehmet Bican, 28 Şubat'ın gerçek yüzünü 2 Temmuz'da Truva Yayınları'ndan çıkacak olan "28 Şubat'ta Devrilmek" adlı kitabında belgeleriyle açıklayacak. Bican ile 28 Şubat'ın perde arkasındaki tüm gizli kalmış gerçekleri, Tansu Çiller'e yapılan şantaj ve haksızlıkları, yalnızlaştırılmaya çalışılan bir kadın liderinin verdiği mücadelesi üzerine konuştuk. Mehmet Bican; "Çiller'in Başbakanlığı ve Başbakan Yardımcılığı döneminde ne o beni, ne de ben onu bırakabildim. Onun hep yanındaydım." diyor.

-Truva yayınevi, "28 Şubat'ta Devrilmek" adlı kitabınızı yayımladı. 28 Şubat'ta yaşananları yazdığınıza göre, o dönemde nerdeydiniz, konumunuz neydi?

Mehmet Bican: 28 Şubat döneminde, Başbakanlık Halkla İlişkiler Başkanlığı görevindeydim. Devlet memuruydum yani... Ayrıca, Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Tansu Çiller'in basın danışmanlığını yapıyordum. 28 Şubat sürecinde Başbakanlık'ta bulunmam dolayısıyla kendimi, o süreçte yaşananları en yakından izleyen bir bürokrat olarak görüyorum. Çünkü o dönemi, siyaset-ordu-medya üçgeninde rol alan kahramanlarıyla birlikte yaşadım. Türkiye'ye kapalı kapılar ardında kurulmak istenen tezgâhlara, tuzaklara, komplolara tanık oldum.

-Önce kahramanlardan söz edelim: O dönemim kahramanları kimlerdi?

Mehmet Bican: Tabii ki kahramanların en başındaki Cumhurbaşkanımız Sayın Süleyman Demirel'di. Sonra Çiller ve Erbakan ikilisi... O günün siyaset sahnesindeki rollerden biri de, ANAP lideri Mesut Yılmaz'a verilmişti. Sayın Çiller'le sürekli bir dalaşma içindeydi ve darbe çığırtkanlığı yapıyordu. Karşı cenahtaki bir başka politikacı ise, İşçi Partisi lideri Doğu Perinçek'ti. O da hep Özer Çiller rüyasına yatıyor, yalan-yanlış bilgilerle kamuoyu yaratmaya çalışıyordu. Askeri kanadın en başkahramanı Genelkurmay İkinci Başkanı Org. Çevik Bir'di. Öteki komutanların, Çevik Paşa'dan sonra geldiklerini düşünüyorum. Sonra medyanın anlı şanlı patronları Aydın Doğan ve Dinç Bilgin... Askerle işbirliği içinde çalışan, hatta Sabah'ın patronu Dinç Bilgin'in ifadesiyle, komutanları manşete çekeceği haberi soran gazeteciler... Kahramanlara bazı işadamlarını da katabilirsiniz.

-Peki, "Kapalı kapılar ardında kurulmak istenen tezgâhlara, tuzaklara, komplolara tanık oldum" dediniz; neydi bu tuzaklar, tezgâhlar, komplolar?

Mehmet Bican: DYP lideri Tansu Çiller'e yönelik, onu politikadan silmeye, yok etmeye yönelikti tümü... Tansu Çiller asılacak veya kafası giyotine uzatılacak veya iğneli kuyuda lime lime edilecek, ortadan kaldırılacaktı. Onu yok etmeye çalışanlar, Sayın Çiller'i ortadan kaldırmanın Türkiye'ye yarar yerine zarar getireceğini ne yazık ki bilememiş, sonuçlarını önceden kestirememiş ve onu anlayamamışlardı.

-Sayın Çiller neden hedef seçilmişti, neden onu yok etmek istediler?

Mehmet Bican: Tansu Çiller, 25 Haziran 1993 günü Başbakanlık koltuğuna oturduğunda, vizyonunu, "lâik Türkiye Cumhuriyeti'nin ve Atatürk sevgisinin nesilden nesile bir bayrak olarak aktarılması" olarak açıklamıştı. Atatürkçü, cumhuriyetçi ve lâik bir görüntü sergiliyordu. Bir bilim kadını olması, ekonomi konusundaki uzman kişiliği, çağdaş fiziki görünümü, sorunların üzerine cesaretle gitmesi onu çok özel kılıyordu. Zaman zaman sinirlenmesi, masalara-kürsülere yumruğunu indirerek, bağırıp-çağırması, onun erkek tarafını sergileyen önemli özellikleriydi. Ama o bir kadındı ve Türkiye, ilk kez bir kadın başbakanla tanışıyordu. Bu hem Türkiye, hem de Tansu Çiller için müthiş bir şans, muhteşem bir fırsattı. Ne yazık ki Türkiye bu ayrıcalıklı durumu değerlendiremedi. Çiller'in başbakanlığının ilk günlerinde açıkladığı, "Terörün Bask modeliyle sona erdirilmesi" yolundaki görüşlerinden daha sonra çark ederek, "Bir çakıl taşımızdan bile vazgeçmem" söylemlerine dönmesi, kimi dış mihraklarla yurtiçindeki işbirlikçilerini rahatsız etti. O koltukta oturmasını içine sindiremeyen kimi güçlerle kişiler, onu Yüce Divan korkutmacasıyla bilinçli olarak Refah Partisi'nin kucağına ittiler; yaşadıkları hayal kırıklığını bir Tansu Çiller linçine dönüştürdüler.

"Çiller'e Şantaj Yapıldı"

-Çiller, sadece cumhuriyetçi ve lâik görüntüsüyle, "Bir çakıl taşından bile vazgeçmem" gibi sözleri için mi hedef seçilmişti?

Mehmet Bican: Hayır, hayır... Gümrük Birliği uygulamaları, Türk insanına tenekeden otomobil satarak para kazananları rahatsız etti. Karşılıksız teşviklerin kaldırılması, devlet desteği musluklarının kesilmesi kimi patronların uykularını kaçırdı. Holdinglerinin yıkılmasından korktular. Üretmeden faiz geliriyle yan gelip yatmak hesabı içindeki büyük sermaye paniğe kapıldı. Banka sahibi olmak için yanıp tutuşan ve bu amaçla kafalarındaki isimleri iktidara taşımak isteyen kartel medyanın patronları da panikteydi. İşçi haklarını savunmak yerine, koltuklarını onlarca yıldır muhafaza eden sendika bezirgânlarıyla çiftçinin, esnafın nefesini faiz uygulamalarıyla kesmek isteyen mesleki kuruluşların yönetiminde görev alanların darbe çığırtkanlığına soyunmaları boşuna değildir. Hele kaybettikleri koltukları içine sindiremeyenlerin iktidar hesabı ise hiç bitmedi... Gerçek olmayan iddialarla karalayarak, çamura bulayarak, hakaret ederek, hiç akla gelmeyen komplolarla o koltuklara yeniden sahip olma hesabını güderek tanklarıyla, toplarıyla saldırdılar Tansu Çiller üzerine. Onu ve eşini 200 kişinin katili olarak tanıttılar. Utanarak ve üzülerek söylüyorum, gazetelerinde, televizyonlarında hırsız, hatta orospu tanımlamalarıyla yaftaladılar Sayın Çiller'i. Özer Çiller banka hortumcusu, uluslararası silah ve esrar kaçakçılığı şebekelerinin Türkiye temsilcisi oldu. Çocukları da bu kaçakçılık örgütünün elemanlarıydı. Şantaj mekanizmasını çalıştırdılar: Bir doktor muayenehanesinde gizlice çekilen yarı çıplak fotoğraflarını elden ele dolaştırdılar Tansu Hanım'ın. Evinde soyunurken, tül perde arkasından gizlice filme aldılar Sayın Çiller'i. Ayıp şeylerdi bunlar.

-Peki Tansu Hanım'ın bu tezgâhlar karşısında tavrı ne oldu?

Mehmet Bican: Şaşırdı, ne yapacağını bilemedi. Çünkü karşısında kellesini almaya gelenleri görüyordu hep. Yüce Divan'da yargılanacak, ceza alacak, hapse girecekti. Herkes bunu böyle söylüyordu. Gazeteler yazıyor, televizyonlar bangır bangır bağırıyordu. Yanlış kararlar vermeye başladı. Onu, âlâyı vâlâ ile Refah'ın kucağına ittiler önce... "Sonra da, neden Erbakan'la kol kola girdin?" diyerek dövmeye başladılar. Aynı kişilerdi bunlar... Şaşırdı dedim ya... Çevresindeki kimi kişilerin telkiniyle neredeyse örtünecekti Tansu Hanım. Başına taktığı başörtüsüyle cami ve türbelerde ellerini havaya açarak ettiği dualar, onu, kendisini kurtarıcı gibi gören kadınlardan, aydın kesimden ve de Atatürkçü yakın çevresi ile askerlerden hızla uzaklaştırdı. Tansu Çiller, kendisine bu aklı verenlerin; başına örtü takıp türbe, cami ve kabir ziyaretlerine göndererek lâik kesimde tepki almasına yol açanların kimler olduğunu çok geç fark edebildi. Siyasi tabanı dururken, başka partilerin oylarına göz dikmesi; üzerine atılan çamurları temizlemek yerine, o görüşlere esir olurcasına onlarla ortaklık kurma çabaları Tansu Çiller'in sonunu hazırladı.

"Bu Bir Çankaya Darbesidir"

-Sonra ne oldu?

Mehmet Bican: 28 Şubat yaşandı Türkiye'de...

-Yani bir darbe mi oldu?

Mehmet Bican: Herkes darbe çığırtkanlığı yapıyordu. Herkes darbeyi özlemle bekliyordu. "Asker darbe yapsa da..." diyen çoktu. Ama asker darbe yapmayacak, "silahlı kuvvetler" bu işi "silahsız kuvvetler"e bırakacaktı. Yani Erbakan-Çiller iktidarını mezara gömüp, özledikleri bir başka iktidarı Türkiye'nin kaderi olarak alınlarımıza damgalamak isteyenler... Yani, silahsız kuvvetler... Yani medyanın patronları, köşelerine kurulup Türkiye'yi yönetmeye çalışan gazeteciler, televizyon yorumcuları-yöneticileri, sivil toplum kuruluşlarının bilinen yöneticileri, kimi politikacılar, bürokratlar, yargı, üniversite... Bunlar idareyi ele aldılar.

-Komutanları kimdi?

Mehmet Bican: Tabii ki Çankaya'nın sahibi Demirel'di. Bir yandan DYP'li milletvekillerini Köşk'e çağırarak, "Darbe geliyor, kaçın!" demeye başladı. Öte yandan da, Erbakan-Çiller ikilisine, "Görevi bırakın yoksa darbe kapıda!" diyordu. Herkesi korkuttu. Milletvekilleri DYP'den gruplar halinde istifaya başladı. Bakanlar hükümetteki görevlerinden ayrıldılar.

-Sayın Çiller ne yaptı?

Mehmet Bican: O, "Darbe geliyor" diyenlere, "Darbe yok!" diyordu. Olursa da, darbe yapan askerlerin üzerine gitmeye kararlıydı? "Tanksa tank!" diyordu. Tankın üzerine çıkacak, darbecilere meydan okuyacaktı.

-28 Şubat'a gelirsek...

Mehmet Bican: Tansu Hanım, 28 Şubat MGK'sındaki kararlardan hiç rahatsızlık duymadı. Bunu bana açıkladı. Kitabımda da yazdım. Uzun bir süre Erbakan'la uğraştı. Çünkü o rahatsızdı. Rahatsızlığı MGK kararlarından kaynaklanıyordu. Onu ikna ettiği gün, her şey tepetaklak oldu. Erbakan başbakanlık görevinden ayrılacak, yerine Tansu Hanım geçecekti. DYP ve RP'de herkes hazırdı buna. Ancak işte asıl darbeyi o gün yediler. Çankaya Köşkü'nün sahibi "Olmaz!" dedi, gitti, yeni Hükümeti kurma görevini önce DYP'den olaylı şekilde ayrılan partisiz Yalım Erez'e, o da olmayınca TBMM'deki üçüncü partinin sahibi olan Mesut Yılmaz'a verdi. İşte, Tansu Çiller'in "Bu Bir Çankaya darbesidir" dediği, 28 Şubat darbesi budur. Silahlı kuvvetler sadece izlemiş, Başkomutan Demirel görevini yerine getirmiştir. İşte 28 Şubat'ta Tansu Çiller olmak böyle bir şeydi...

-Lâkin dönemin genelkurmay başkanı, "Darbe Köşk'ün kapısından dönmüştür" diye bir söylemi olmuştu...

Mehmet Bican: Sadece o değil, Cindoruk da aynı şeyi söylemiştir. Ama bir gerçek var: Darbe yoktur. Bir iktidarı komployla koltuğundan etme operasyonu vardır. Bu darbeyse, Tansu Çiller'in dediği gibi "Bu bir Çankaya darbesi"dir.

-Bugüne gelirsek?

Mehmet Bican: Görüyorsunuz, bugün "darbeci" diye başkaları yargılanıyor. Ne diyelim? Bu da demokrasimizin ve yargımızın gerçek yüzünü gösteren olgulardan sadece biri...

-Görüyorum ki, Tansu Çiller'i çok yakından tanıyorsunuz. Değerlendirmelerinizden bunu anlıyorum.

Mehmet Bican: Eee yani, Çiller'in Başbakanlığı ve Başbakan Yardımcılığı döneminde ne o beni, ne de ben onu bıraktım. Onun hep yanındaydım.

-Konuşmamız biterken, o görevde başınızdan geçen bir öyküyü bizimle paylaşır mısınız?

Mehmet Bican: Tabii ki... Moskova'da yaşanan bir olay geldi aklıma. Renkli ve ilginç bir olay... Tansu Hanım Dışişleri Bakanı. Rusya'yla sorunlarımız var. Birkaç günlüğüne Moskova'ya uçuyoruz. Resmi görüşmeler, açıklamalar, yemekler felan derken bu gece, Tansu Hanım'la eşini uyuttuktan sonra Akın İstanbullu, Resul Kalkan ve Namık Tan'la birlikte Metropol'den karlı Moskova gecelerine kaçıyoruz...

Akın Bey, Sayın Çiller'in Başbakanlık'taki, Namık Tan da Dışişleri Bakanlığı'ndaki özel kalem müdürleri. Namık Tan şu anda, Türkiye'nin ABD'dek büyükelçisi olarak Washington'da görevli. Resul Kalkan Koruma Müdürü...

Namık Tan, Moskova'yı avucunun içi gibi biliyor. Çünkü Dışişleri'nde ilk yurt dışı görev yeri olarak Moskova'ya gönderiliyor. Moskova'da, bir çevresi oluşuyor Tan'ın. O gece, bize, "Büyükelçilikten bir otomobil ayarladım, yemekten sonra biraz dolaşalım Moskova'yı" teklifini getiriyor. Hepimiz seviniyoruz. Namık Tan, Resul Bey ve Akın Bey'le sıkışıyoruz Moskova büyükelçiliğimizin CD plâkalı küçük otomobiline...

Namık Tan önde, şoförün yanında oturuyor. Biz de üçümüz, arka koltuktayız. Koruma Müdürü Resul Bey'in silahı yanında...

Önce bir barda vakit öldürüyoruz... İlginç hiçbir şey yok burada... Sadece, votka içip, Türkiye dedikodusu yapıyoruz. Hepimizin keyfi kaçık...

Namık Tan, "Hadi kalkalım, başka yere gidiyoruz" deyince, otomobilimiz ara sokaklara dalıyor. Moskova karlar altında, yerler buz ve de lâpâ lâpâ kar yağıyor... Harika bir manzara...

Sokağın ortasında, bir polis otomobilinin yanıp sönen kırmızı-mavi ışıkları dikkatimizi çekiyor. Bizi görünce, otomobilden sivil giyimli üç kişi inerek durmamızı işaret ediyor. Tan, Rusça biliyor ama şoförümüz iniyor Rus polislerle konuşmaya... Şoför, sivil polislerle tartışıyor, anlaşamayınca, Namık Tan'ı yanına çağırıyor. Ne olduğunu merak ediyoruz. Uzunca bir süre sonra Tan ve şoförümüz dönüyorlar...

İkisi de çok sinirli. Olay şu: Polisler, dört kişilik otomobile beş kişinin bindiğini gerekçe göstererek, bizi karakola götürmek istiyorlar. Tan, otomobilin Türkiye Büyükelçiliği'ne ait olduğunu, içindekilerin de Rusya'ya resmi bir ziyaret yapmakta olan Türkiye Cumhuriyeti Başbakan Yardımcısı'nın resmi heyetinden olduklarını söylüyor. Polisler dinlemiyorlar Tan'ı... Dertleri şu: Ya şu kadar doları hemen şimdi bize teslim edersiniz ya da sizi karakola götürürüz... Resul Bey'in yanında silahı var... Namık Tan, onu bildiği için polislerden kurtulmak istiyor. İstedikleri rüşveti veriyor ve bizim Moskova geceleri hayalimiz suya düşmüş bir vaziyette otele dönüyoruz.

-Teşekkürler Sayın Bican... Sizi fazla yormayalım, sonrasını "28 Şubat'ta Devrilmek" adlı kitabınızdan izleyelim.

Mehmet Bican: Tabii ki kitapta bu olaylar geniş şekilde yer alıyor. Ona bakmak gerekir.

Röportaj: haberpolitik.net, Metin SOYLU