Şahin: 28 Şubat karanlık cinayetlerle başladı

28 Şubat'ı ve Darbeleri Araştırma Komisyonu'nun işleyişini ve gündemini, Komisyonunun sözcüsü ve AK Parti Çankırı Milletvekili İdris Şahin anlattı. Şahin, 28 Şubat'ın düzmece olaylarla nasıl gerçekleştiğini şöyle anlattı:

ABONE OL
GİRİŞ 12.11.2012 13:33 GÜNCELLEME 12.11.2012 13:33 RÖPORTAJ
Şahin: 28 Şubat karanlık cinayetlerle başladı

Nil Gülsüm'ün röportajı

Şubat'ın mağdurları, diğer darbelerin mağdurlarından çok daha fazladır. 28 Şubat'ın Milli Güvenlik Kurulu'nda konuşulan gerekçeleri gazete haberleri, Fadime Şahin'ler, Müslüm Gündüz'ler, tarikatlar olmuştur. Bugün bu tür olayların düzmece olduğunu ve kurgular yapılmak sureti ile inanç değerlerinin istismar edildiğini görüyoruz.

Uzun seçim geçmişine rağmen demokratik gelenek konusunda çeşitli sorunları olan Türkiye siyaseti son 10 yıldır önemli bir mesafe katetti. İktidarının ilk yıllarında darbe girişimleriyle karşılaşan Ak Parti, darbe girişimlerini boşa çıkarmakla ve ülkeyi çeşitli reformlarla demokratikleşmekle kalmayıp, eski darbelerle hesaplaşmak yönünde de önemli bir adım attı. Bu noktada kamuoyunda Darbeleri Araştırma Komisyonu olarak bilinen komisyonun çalışmaları da bu adımın önemli bir parçası oldu. Türkiye tarihinde ilk kez sivillerin mecliste mercek altına aldığı darbeleri.

28 Şubat'ı ve Darbeleri Araştırma Komisyonu'nun işleyişini ve gündemini, Komisyonunun sözcüsü ve AK Parti Çankırı Milletvekili İdris Şahin ile konuştuk.

Yakın zamana kadar Türkiye'de belli aralıklarla darbeler yapılırdı. Yapılan bu darbelerin muhatabı kimlerdir?

Darbede mutlak surette mağdur olan kesim her zaman millet olmuştur. Darbenin mağdurları olarak tanımladığımız kesim, milletin içinde yer alan gruplardır. Bunların içerisinde sivil toplum örgütleri, siyasi partiler, bireysel olarak öğrenciler, üniversiteler ve diğer alanlar da olabilir. Darbelerin asıl faili, her zaman Silahlı Kuvvetler, mağduru da her zaman millet olmuştur.

Darbeler hangi ortamı seviyor, darbecilerin kolları sıvadıkları dönemlerin ortak özellikleri nelerdir?

Biz komisyon olarak çok sayıda ismi dinledik; dinlemeye de devam ediyoruz. Sadece 28 Şubat Alt Komisyonu olarak dinlediklerimizin sayısı yaklaşık 90'ın üzerinde. Bu çalışmalar esnasında ülkemizde demokrasiye yapılan her türlü müdahale, darbe, muhtıra ve bildirileri inceleme fırsatı bulduk. Görünen tablo şu; ülkede ekonomik istikrar, siyasi iktidar yoksa belirli gruplar kendi ekonomik çıkarları ve gelecekleri için bir yapılanma içerisine giriyor. Bu yapılanma ile birlikte Türkiye'de demokrasinin işleyişi askıya alınıyor.

'Belirli gruplar' ifadesini kullandınız. Kimler yer alıyor bu gruplarda?

Dış güçler tabi ki, belirli oranda bunları tetikliyor. Ama içeriden özellikle medya, üniversite, sivil toplum örgütleri ve siyasilerin bir kısmından destek almadan bu darbelerin gerçekleşmeyeceğini görüyoruz.

28 ŞUBAT KARANLIK CİNAYETLERLE BAŞLADI

Kaos'un payı ne şekilde ele alınabilir darbe öncesi dönemlerde?

12 Eylül'e giden süreçte, kolluğun ciddi anlamda ihmalleri sonrasında kardeş kavgasının doruk noktaya ulaştığı bir süreç yaşandı. Onun öncesinde Maraş, Çorum olayları var ve anarşi diz boyu. 28 Şubat'a gelince, biz 28 Şubat'ı 1990'lı yılların başındaki karanlık cinayetlerle başlatıyoruz.

28 Şubat'a giden süreçte neler vardı?

Milliyetçi Çalışma Partisi, Islahatçı Demokrasi Partisi ve Refah Partisi'nin ittifak halinde meclise girdiği 1991 tarihinden itibaren, muhafazakar kesimin güçlendiği ve belirli odaklara karşı sıkıntı yaratacağı noktasında bir kaygı duyulmaya başladı. 1994 yerel seçimlerinde Refah Partisi'nin büyük şehirleri alması, 1995'teki seçimlerde çok ciddi oranda bir oya ulaşmasıyla bu düşünce zirve noktasına yaklaştı. Tabi bu arada rahmetli Özal'ın ölümü, Sivas olayları, Başbağlar katliamı da tesadüfî hadiseler değil. Terörün ve çetelerin, o dönem içerisinde örgütlendiği ve maalesef ülkemizde faili meçhul cinayetlerin de zirveye ulaştığı dönemlerdi.

O dönem siyasete müdahale eden odakların işini ne kolaylaştırdı?

Tek başına iktidarların olmadığı, koalisyon hükümetlerinin olduğu, koalisyon hükümetlerinin de birbirlerine güvenmediği ve hepsinin 'ben diğerinden daha önce ne zaman başbakan olurum' saiki ile hareket ettiği bir süreç yaşanıyordu. Siyasi istikrar olmayınca, birileri asker erkini de kullanmak kaydı ile bir adım öne geçmek istedi.

İşin ekonomik boyutunu nasıl ele almak lazım?

Ekonomik istikrar yoktu. Gecelik faiz oranları alıp başını gitti bir dönemde. Anadolu'da güçlenen sermayenin varlığı, İstanbul iş çevrelerini rahatsız etti. Bu sermayenin güçlenmesini ve palazlanmasını istemiyorlardı.

MEDYA ASKERİN GÜCÜNÜ ARKASINA ALDI

Rahatsızlık önceden başlıyor yani...

Sürece baktığımızda o dönemin aktörlerinin, Refah-yol hükümetinin kurulması halinde önemli sıkıntılar çıkacağı noktasında uyarılarda bulunduğunu görüyoruz. Bu çevreler ısrarla Ana-yol hükümetinin kurulmasını istiyorlardı. Refah-yol hükümeti kurulunca, medya da kullanılarak askerin bu çevrelerin taleplerini yerine getirdiğini tespit etmekteyiz. Medya da, askerin gücünü arkasına alarak iktidarı yıpratmak adına bir kısım girişimlerde bulunuyordu.

Medyanın bu sürece etkisi hayli tartışmalı. Komisyonun yaptığı dinlemeler sonucunda o dönemde medyanın rolüne ilişkin ne gibi tespitlere ulaştınız?

Bugün dinlemelerden edindiğimiz kanaate göre; Sabah grubu Tansu Çiller ve ekibini, Doğan gurubu da Mesut Yılmaz ve ekibini iktidara getirmek için kendi arasında savaşıyor. Bu kavga belirli bir noktaya geldikten sonra İstanbul'daki iş çevreleri bunları yan yana getirmek sureti ile ortak bir havuzdan, bir kısım haberler yapmak sureti ile Refah-yol iktidarını zor duruma düşürdüler.

28 Şubat denilince 'irtica' gerekçesine değinmeden de olmaz...

O dönemde Milli Güvenlik siyaset belgesinde değişiklik yapıldı. 90'lı yıların ortalarına kadar terör birinci tehlike olarak görülürken, 90'lı yılların sonlarında irtica büyük bir tehlike olarak değerlendirildi ve birinci madde oldu.

Türkiye'de geçmiş dönemde askerin bu kadar darbe hevesli olmasını nasıl değerlendirmek lazım?

Buradaki sıkıntının temel sebebi, askeri okulların müfredatı ve harp okullarına giren herkesin bu ülkede mutlak surette büyük bir devlet adamı olacağı ve bu milleti zor duruma düşmesi halinde kurtaracağına dair bir inancın olmasıdır. Harp Okulu'ndan çıkan bir kurmay subay, Genelkurmay Başbakanlığı'ndan öte bir Cumhurbaşkanı olacağına dair bir inançla yetiştirilmekteydi. Eğitim politikası bu şekilde olunca ister istemez kendilerine devleti kollamak görevinin tevdi edildiğini düşünen asker, her daim sivilin itaatsiz olduğunu, sivilin düzgün yönetemediğini ve onların işi karıştırdığı zamanda işi düzeltmek üzere kendilerine bir görev düştüğü vehmine kapılmaktadır.

BANKALAR MEDYA PATRONLARININ İŞTAHINI KABARTTI

28 Şubat'ın ekonomik zararları ne oldu?

28 Şubat'ta asıl önemli olan alınan kararların uygulanması sonrasında çıkan sıkıntılardır. Ve 28 Şubat sonrasında gerçekleşen uygulamalarla Refah-yol hükümetinin başlatmış olduğu havuz uygulaması ve özelleştirmelerin bir kısmına engel konmasından sonraki aşamada, bankalar bir nevi medya patronlarının iştahını kabartmış ve pek çok medya patronu banka sahibi olmuştur. Onlar da düzgün işletemediği için gerek bankaların lisanslarının alımında, gerekse işletiminde ortaya çıkan yasal eksiklikler nedeni ile ülke çok ciddi anlamda maddi kayıplara uğramış ve gerçekten ülkemizin sırtında ciddi kambur olarak 2001 yıllarının başına kadar gelmiştir. O dönemde 24 tane banka batmış ve bunun maliyeti de bugün itibari ile Türk milletinin sırtına kalmıştır.

Bankalar deyince işin içine pek isim giriyor...

Buradaki temel yanlışlardan birisi de, bu bankaları alırken özellikle kimi emekli askerleri yönetim kurullarına getirmek sureti ile hayatta bankacılıktan anlamayan insanların bankaların başına geçmesi sağlanmıştır. Medyanın dışında başka bir işi olmayan her medya patronunun sanki bir bankası olacak algısıyla süreç işlemiştir. Bir kısım siyasiler de bu bankalara ortak olmuş, kirli ilişkilerin içerisinde bulunmuştur. O süreç içinde aydınlanamayan, ortaya çıkarılamayan pek çok ilişki olmuştur.

28 ŞUBAT'I DÜZMECE OLAYLARLA YAPTILAR

28 Şubat'ın oluşturduğu mağduriyet diğer darbelerle kıyaslayacak olursanız neler söylersiniz?

28 Şubat'ın mağdurları, diğer darbelerin mağdurlarından çok daha fazladır. 28 Şubat'ın Milli Güvenlik Kurulu'nda konuşulan gerekçeleri gazete haberleri, Fadime Şahin'ler, Müslüm Gündüz'ler, tarikatlar olmuştur. Bugün bu tür olayların düzmece olduğunu ve kurgular yapılmak sureti ile inanç değerlerinin istismar edildiğini görüyorsunuz. 28 Şubat sürecinde İmam Hatip Liseleri'nin, Meslek Liseleri'nin önüne engel konulması, şu anda ülkemizin yaşadığı en önemli sorunlardan birisidir.

Sizce 28 Şubat döneminin yaraları sarıldı mı?

28 Şubat sürecinde Milli Güvenlik Kurulu kararlarının ardından bir kısım uygulamalar başlatılmıştır. Bu uygulamalar uzunca süre devam etmiş ve zaman içinde bunların yaralarının bir kısmı sarılmıştır. Gerek yasal düzenlemelerle, gerek yönetmelik ve tüzük değişiklikleri ile toplumun iliklerine, kılcal damarlarına kadar nüfuz etmiş olan bu uygulamaların silindiğini görüyoruz. Bu uygulamalar da AK Parti'nin iktidara gelmesiyle başlamıştır. Uygulamaların son tortuları da bana göre 2010 yılındaki referandumla kaldırılmıştır.
Bir takım uygulamalar ve hukuki mevzuat açısından durum böyle. Peki bireysel mağduriyetler?
O dönemde mağdur olan kişilerin yaşadığı süreç ile alakalı yaşadıkları psikolojik davalar var. Çekilen işkenceler var ve haksız olarak mahkûmiyet kararı aldığını iddia eden insanlar mevcut. Bu anlamda yaraların bütünüyle sarıldığını ifade etmemiz mümkün değil.

DEMOKRASİ YOLUNDA HIZLI ADIMLAR ATILIYOR

İlk kez sivillerden oluşan bir komisyon darbelerle ilgili kapsamlı bir araştırma süreci yürütüyor. Türkiye'nin demokratikleşmesi bağlamında bu durumu nasıl değerlendirmek lazım?

Bu durumu özellikle ülkemiz ve demokrasimiz adına son derece memnuniyet verici bir gelişme olarak değerlendirmek gerekir. Bahsettiğiniz gibi ilk defa sivillerin kendilerine yapılan ve bütün milletimizi derinden etkileyen ve sonuçları itibari ile 75 milyon insanımıza büyük sıkıntılar yaşatan bu süreçler araştırılıyor. Mağdurlar, olayın failleri ile karşı karşıya getirip yüzleştiriyor. Toplumda demokrasinin gelişmesi ve bu ülkede bir daha darbe olmaması noktasında toplumsal hafıza oluşturuluyor. Bu sebeplerle ben bu komisyonun yaptıklarını son derece önemsiyorum. Demokrasi, kişilerin gelişimini ülkelerin gelişimi ile paralel olarak her daim değiştirecek ve dönüştürecek kurallar içeren bir sistemdir. Dolayısı ile şu an bazı şeylerin sorgulanıyor olması bile, yakın tarihimize baktığımız zaman Türkiye'nin ne kadar demokratikleştiğinin ve demokrasi yolunda ne kadar hızlı adımlar attığının bir göstergesidir.

BEYANLAR DELİL OLARAK KULLANILMAYACAK

Komisyon dinleme sürecinde elde edilen bilgiler yargı sürecinde kullanılacak mı?

Anayasanın 138. maddesine göre görülmekte olan davalarla alakalı yargı hâkimlerinin önünde bulunan soruşturmalara, yasama faaliyeti olarak hiçbir zaman müdahale etmek söz konusu değildir. Buradan elde edeceğimiz raporların ve dinlemekte olduğumuz konuklarımızın beyanlarının hiç birinin delil olarak görülmekte olan bir davada kullanılması söz konusu değildir. Zaten biz bu uyarıyı tüm konuklarımıza yapıyoruz.

Komisyonun hazırlayacağı rapor, içinde neleri barındıracak?

Toplumda bir daha darbelerin gerçekleşmemesi adına nasıl bir toplumsal bilincin yerleşebileceği noktasında ortaya çıkacak raporun çok önemli olduğunu düşünüyorum. Oluşturacağımız raporda, demokrasinin tam olarak yerleşmesi için, 1982 Anayasasından kalıntı antidemokratik ne kadar yasa varsa, bunların bir şekilde sonlandırılması için Meclis Genel Kuruluna bir takım tavsiyelerde bulunacağız. Amacımız kimseyi töhmet altında bırakmak ya da yargılamak değil. Yargı makamı bağımsız mahkemelerdir. Biz ise toplumda darbelere karşı bir hafıza oluşturmak için çaba sarf ediyoruz.

BAYKAL'IN AÇIKLAMASINA GÜLÜP GEÇİYORUM

Deniz Baykal komisyonu hukuksuzlukla suçladı. Siz aynı zamanda hukukçusunuz. Komisyonda hukuka mugayir bir durum söz konusu mu?

Ben Baykal'ın bu tanımlamasına gülüp geçiyorum. Aslında sadece ben de gülmüyorum. Çünkü bu komisyon mecliste gurubu bulunan 4 siyasi partinin ayrı ayrı önergelerinin birleştirmesi sureti ile oluşturulmuştur. Komisyon, çalışmalarını anayasa çerçevesi içerisinde 12 Mayıs'tan bugüne sürdürüyor. Ve o dönemden bu güne CHP'li vekiller de bizimle birlikte aynı komisyonda çalışıyorlar. Gerçekten hukuksuz ve yasal dayanağı olmayan bir komisyon çalışması ise, neden CHP'li milletvekilleri bu komisyonda aktif olarak çalışıyorlar?

BAYKAL'A EN GÜZEL CEVAP OKTAY EKŞİ'DEN GELDİ

Peki toplantıyı terk etmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Öncelikle şu algıyı oturtmak lazım; CHP adına söz söyleme yetkisi Sayın Baykal'da değildir. Sayın Baykal, 28 Şubat Alt Komisyonuna davetli değildi. 12 Eylül Alt Komisyonu kendisini davet etmiştir. Kendisi, bu komisyona katılmak suretiyle zaten komisyonun meşruluğunu ifade etmiştir. İddiası ile ilgili en güzel cevabı kendi partisinden Oktay Ekşi "Şimdiye dek aklın neredeydi?" diyerek vermiştir. Sayın Baykal, buradaki komisyonun popülaritesinden ve takip edilirliğinden istifade etmek sureti ile kendi partisinin içerisindeki bir kısım odaklara mesaj vermek adına bir şov yapmıştır. Toplantıyı terk etmesi ve toplantıya giriş ânı bakımından da Sayın Baykal Türk toplumuna yakışmayacak bir üslupla hareket etmiştir kanaatimce.

BAŞBAKAN'A RESMİ DAVETİMİZ SÖZ KONUSU DEĞİL

Başbakan'ın da komisyona davet edileceği yönünde haberler gündemde geniş yer tuttu. Davet fikri ortaya nasıl çıktı, somut bir davet oldu mu?

Komisyonun niyetinden ziyade Sayın Başbakanımızın, "İhtiyaç görülürse ve çağırılırsak, biz de görüşlerimizi komisyonda paylaşabiliriz" açıklamasına binaen CHP'li milletvekillerinin de yazılı talepleri olmuştur. Şu an itibari ile Sayın Başbakanımıza resmi bir davetimiz söz konusu değildir. Ancak eğer Sayın Başbakan uygun görür, komisyona bilgi vermek isterse, bunu kim istemez? Hangi komisyon, ülkenin Başbakanını komisyonunda misafir etmek istemez ki? Biz de bundan büyük onur ve gurur duyarız. Ancak şu an itibariyle kesinleşmiş bir karar ve bu hususta bir mutabakat söz konusu değil.

Geçtiğimiz günlerde Adil Serdar Saçan komisyona çağrıldı ve işkence yapılmadığı yönündeki beyanı bizzat işkence mağduru olan İstanbul milletvekili Harun Karaca tarafından nakzedildi. Bu olayı nasıl yorumlarsınız?

Tabi ki komisyondaki üyelerimizin hiç birinin karşıdaki kişinin iç dünyasını okumak ve tahlil etmek gibi bir imkanı yok. Ancak komisyona davet edilen misafirlerin hepsinin geçmişle alakalı yapmış olduğu açıklamalar, uzmanlarımız tarafından tetkik ediliyor, araştırılıyor. Söylenenlerin hepsi yüzde yüz doğru diyemeyiz ama biz söylenenlerin samimi olduğu ve doğru olduğu düşüncesi ile hareket ediyoruz ve bu şekilde kaydediyoruz. Konuklarımızın birbirleri hakkında söylediklerini, beyanlarını örtüştürmeye çalışıyoruz. Ve bu konuda net bilgilere ulaştığımızı da ifade etmek isterim. Bizim konukların dinlenmesinden ziyade, elde ettiğimiz bilgileri tüm kamu kurumlarından resmi belgeleri talep etmek sureti ile karşılaştırmaya tâbi tutuyoruz. Bizim tek arzumuz, bu ülkede darbelerin asla yaşanmaması ve darbe süreçlerinin bu ülkemizde hiçbir şekilde oluşmaması. Geçmiş kuşakların yaşadığı o sıkıntılı süreçleri, gelecekte Türkiye'nin yaşamamasını diliyoruz.

MİLLAT GAZETESİ