'AK Parti başkanlık sistemini 2001'de açıklamıştı'
Başkanlık sistemi hangi tarihten beri Türkiye'nin gündeminde? Bu sistem Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın koltuğunu ve elini güçlendirmek için ortaya atılan bir tartışma mı? Peki, Türkiye için en uygun hükümet modeli ne? Bu konuları aynı zamanda siyaset bilimci olan, Gençlik ve Spor Bakan Yardımcısı Doç. Dr. Yusuf Tekin'le konuştuk.
ABONE OLNursel Tozkoparan'ın röportajı
AK PARTİ KURULURKEN “BAŞKANLIK SİSTEMİ” TERCİHİNİ DEKLARE ETMİŞTİ
Hocam, özellikle son zamanlarda Başbakan Erdoğan “Başkanlık Sistemi” konusunda ısrarlı olduğunu, gönlünden geçen sistemin başkanlık sistemi olduğunu daha sık dile getirmeye başladı. Sizce Başbakan neden “Başkanlık Sistemi”nde bu kadar ısrar ediyor?
Öncelikle bir hususun altını iyice çizerek başlamam gerekiyor. O da şu, Başbakan Erdoğan'ın “Başkanlık Sistemi”ne ilişkin talebi de, gönlünden geçenin bu sistem olduğunu dile getirmesi de yeni bir söylem değil. Başbakan 2001'de Ak Partiyi kurduğunda Türkiye için gerekli sistemin “Başkanlık Sistemi” olduğuna inanıyordu, bugün de buna inanıyor. AK Parti kurulurken bu yöndeki tercihini zaten deklare etmişti, şimdi bu yöndeki söylemini daha net ifade ediyor. Yani bu tartışmalar konjonktürel tartışmalar falan değil.
Yani başkanlık sistemi tercihi Ak Parti'nin baştan beri gündemiydi diyorsunuz?
Evet öyle. 2001'de Ak Parti kurulduğunda deklare edilen metinde hükümet sistemi tercihlerinin başkanlık sistemi olduğu ve öncelikle bu sistemin kamuoyunda yeterince tartışılmasını arzu ettiklerinin altını çizmişlerdi zaten. Ama Ak Parti'nin anayasayı değiştirecek çoğunluğa ulaşabileceği tahmin edilmediğinden üzerinde fazla durulmadı belki de, bilemiyorum. Üzerinden 10 yılı aşkın süre geçti ve belirli aralıklarla başkanlık sistemi tartışmaları Türkiye'de hararetlendi. AK Parti sanırım bu tartışmaları yeterli bulmuş olacak ki, 30 Eylül'deki kongrede dağıtılan 2023 Vizyon Belgesi'nde başkanlık sistemini yeni dönemde somut olarak gündeme getireceklerini ilan ettiler. Geçtiğimiz hafta Anayasa Uzlaşma Komisyonu tartışmalarından Ak Parti'nin bu yöndeki teklifinin realize edildiğini duyduk.
Olayın hikayesi kısaca böyle yani…
Evet olayın hikayesi böyle. Ancak bu tartışma bugüne değin yanlış yürütüldü ve hala aynı yanlışlarla devam ediyor. Sanki Türkiye'de hükümet sistemi ilk kez tartışılıyormuş gibi, Recep Tayyip Erdoğan'ın şahsi sorunuymuş gibi, başkanlık sistemini önerince federalizm öneriliyormuş gibi bilinçli yanlış yönlendirmeler yapılıyor.
Peki hükümet sistemi tartışmaları yeni değil mi? Başkanlık sistemi hangi tarihten beri Türkiye'nin gündeminde?
1850'lerden beri hükümet sistemimizi tartışıyoruz. Yeni Osmanlılar'ın İngiliz tecrübesinden hareketle gündemimize taşıdıkları parlamenter hükümet sistemi o gün bugündür tartışılmakta. 1876 Kanun-i Esasi yapılıp yürürlüğe girdikten sonra padişahın yetkilerinin çokluğu tartışma konusu olmuş. 1908'de yeniden ilan edilen meşrutiyet sonrasında ise İttihat ve Terakki diktasına sebebiyet verdiği için hükümet sistemi tartışılmış. 1924 Anayasası döneminde de özellikle çok partili hayata geçiş sürecinde cumhurbaşkanı-hükümet ilişkileri, 1961 Anayasası döneminde ise istikrarsız hükümetler ve vesayetin kurumsallaşması üzerinden tartışılmış. Ve 1982 Anayasası yapıldıktan sonra da yaklaşık 30 yıldır hemen hemen aynı argümanlarla tartışıyoruz.
PARLAMENTER HÜKÜMET SİSTEMLERİ, MONARŞİLER İÇİM ÜRETİLMİŞ MODELDİR
Neden kurumsallaşamadı peki, kurumsallaşması istenmedi mi?
Yok hayır, istenmez olur mu parlamenter yapının kurumsallaşmasını devlet olarak, millet olarak istedik ve yaklaşık 150 yıldır çaba sarf ettik ama olmadı. Artık zorlamaya gerek yok. Hükümet sistemi fetişizmine ise hiç gerek yok. Dünyada üretilmiş yegane sistem, parlamenter model değil. Parlamenter hükümet sistemleri monarşiler için üretilmiş bir modeldir. Eğer kurumsallaşmış bir monarşiniz ve onu sınırlandırmaya yönelik bir çabanız yoksa, parlamenter sisteme de ihtiyacınız yok demektir. Nitekim bizde de monarşiyi sınırlandırmak için tercih edilmiştir. Eğer sınırlandıracak bir monarşiniz yoksa parlamenter bir sistem sizin için işlevsel değil demektir, aynı şekilde yürütmenin sorumsuz kanadı siyasetin içinden süzülerek geliyorsa zaten parlamenter hükümetin en güçlü argümanı olan partiler üstü ve tarafsız bir cumhurbaşkanınız olamayacağı için parlamenter hükümet sistemini yerleştirmeniz mümkün değildir.
Neden?
E çünkü burada aslolan güncel siyasal tartışmalara dahil olmayan, yıpranmayan ve siyasi açıdan taraf olmayan bir sorumsuz kanattır. Bizdeki model ile bunu sağlamak çok güçtür. Hele şimdi, yani halkın seçeceği, genel oyla seçilecek bir cumhurbaşkanının olduğu ortamda bunu temin etmek imkansızdır. Halktan oy isteyecek cumhurbaşkanının seçim kampanyalarının finansmanından, seçim mitinglerinde tarafsız ve partiler üstü bir isim olarak yapacağı propagandaya kadar ve hatta seçim sonrası hükümetle ilişkilere kadar çok sayıda ciddi sorun gündeme gelecektir.
BAŞBAKAN, OTORİTER BİR YÖNETİM OLUŞTURACAKSA, BUNU PARLAMENTER SİSTEMDE DE YAPABİLİR
Ya, “Başkanlık Sistemi”ne karşı çıkanların ortaya koydukları “Başbakan Erdoğan kendi gücüne güç katmak için istiyor” argümanı nasıl açıklıyorsunuz? Başkanlık sistemi ya böyle bir sonuç getirirse?
Halkın iradesine güvenmeyen, demokrasiyi içselleştirememiş insanların ürettiği saçma sapan bir önerme bu. Eğer bu halk otoriter bir rejime izin verecekse ya da Başbakan Erdoğan otoriter bir yönetim oluşturacaksa bunu parlamenter sistemde de yapabilir. Dünyada başkanlık sistemi modellerinde de parlamenter hükümet modellerinde de otoriter uygulamalar mevcuttur. Bu bir sapma halidir ve bunun hükümet sistemi tercihi ile hiçbir ilgisi yoktur. Bu önermeyi dile getirenler halk iradesine olan güvensizliklerini bir kez daha ortaya koymuş oluyorlar. En hafifinden şunu söyleyeyim, ya cahiller bilmiyorlar, ya da kamuoyunda bilinçli bir şekilde dezenformasyon oluşturuyorlar. En iyimser tanımlamayla cehalet kokan bir iddia bu.
Ama ısrarla Başbakan'ın giderek otoriterleşme eğiliminde olduğu dile getiriliyor, bunu nasıl açıklayacağız?
Evet haklısınız, bu eleştiriler yoğun olarak yapılıyor. Ama bu eleştirileri yapanların samimi olduklarına dair şüphelerim var. Gereksiz bir parlamenter sistem fanatizmine kapılarak hareket ediyorlar. Sebepleri çok farklı tabi. Demokratik hukuk devletlerinde asıl korunması gereken şeyin ne olduğuna karar vermek gerek. Parlamenter hükümet modeli midir korunması gereken şey, yoksa demokratik hukuk devleti prensibi mi? Çok net ve açık bir biçimde mevcut sistemin demokratikliğinin de hukuk devleti prensibi ile uyumunun da sıkıntılı olduğu ortada. O zaman bunu temin etmeye çalışmak lazım. Bu tartışmayı alevlendirenler anlamsız bir hükümet sistemi fanatizmi yapıyorlar. Buna gerek yok.
TÜRKİYE'NİN GERÇEKTEN BİR SİSTEM PROBLEMİ VAR
Israrla hükümet sistemi konusundaki tartışmaların sağlıksız yürüdüğünü söylüyorsunuz..
Evet. Hatta bir adım daha öteye gidiyorum ve bu tartışmaların bilinçli bir manipülasyon çabasının ürünü olarak yanlış bir mecraya çekildiğini düşünüyorum. Hükümet sistemi tartışmaları çok açık ve net bir biçimde Erdoğan ve Ak Parti karşıtlığı üzerinden yürüyor. Herkes bu iş Erdoğan'ın lehine mi olur, aleyhine mi diye sorup tavır alıyor. Şu anda da böyle bir tartışma ortamının içindeyiz. Bir kısım parlamenter sistem savunucuları da, ki burada kastım CHP, bir sistem değişikliği sonrası yani başkanlık sistemi uygulamasında gerekli olan yüzde 50 +1 oy oranını asla yakalayamayacakları endişesi ile hareket ediyorlar. Şimdi iyi kötü en azından bir koalisyon ortaklığı elde edebilmekteler, yeni durumda koalisyon söz konusu olamayacağı için itiraz ediyorlar diye düşünüyorum.
Ve bunu da Erdoğan'ın hırsları söylemiyle mi kapatıyorlar?
Aynen öyle. Türkiye'nin hiç gündeminde olmayan bir mevzuyu tartışıyormuşuz havası veriyorlar. Oysa bu son derece yanlış. Sorun Erdoğan'ın kişisel hırsları falan değil. Türkiye'nin gerçekten bir sistem problemi var.
YAKLAŞIK YÜZELLİ YILDIR PARLAMENTER SİSTEMİ OTURTMAYA ÇALIŞIYORUZ VE HALA OTURTAMADIK
Peki, Türkiye için en uygun hükümet modeli ne?
Bir kere öncelikle model tercihinin ne olduğundan ziyade korumamız gereken temel prensibin ne olduğunu tespit etmek gerek. Korunması gerekenler yukarıda söylediğim gibi demokratik devlet, hukuk devleti ve siyasal anlamda istikrarın sağlandığı bir model. Tüm bu ilkeler açısından baktığımızda evrensel kriterlere uygun bir parlamenter model de seçilebilir. Başkanlık sistemi de seçilebilir. Ama kuşa çevirmemek kaydıyla. Benim kişisel görüşüm her ülke kendi koşullarına göre bir modeli tercih etmeli. Bizde yapılacak şey basit. Ya bir anayasa değişikliği ile sistemi parlamenter yapı ile uyumlu hale getireceğiz. Başta cumhurbaşkanının konumu, yetkileri sınırlandırılması ve sorumluluğu olmak üzere tabi. Ya da sistemi topyekün değiştirip başkanlık modelini tercih edeceğiz. Genel kanı Türkiye'de parlamenter sistemin yerleştiği, o yüzden de revizyonlarla devam edilmesi yönünde. Ama ben öyle düşünmüyorum.
Neden?
Çünkü yaklaşık yüzelli yıldır parlamenter sistemi oturtmaya çalışıyoruz ve hala oturtamadık. Hala sistem tartışmaları devam ediyor. Dağılan Demirperde ülkelerinden ayrılan devletler bile 10 yıl içerisinde kendi gelenekleriyle uyumlu bir hükümet modeli kurdular ve işletiyorlar. Biz yaklaşık 150 yıldır tartışıyoruz, parlamenter model sağlıklı bir biçimde işler hale gelemedi. Demek ki bu modelin Türk siyasal hayatı, gelenekleri ve kültürü açısından bizimle bir uyumsuzluğu var. Fazla ısrara gerek yok. Tarihsel alt yapımıza baktığımızda tek kişinin yetkili ve sorumlu olup hesap verdiği bir sistem bize daha uygun.
Yani sizce Türkiye için en uygun model başkanlık sistemi öyle mi?
Şöyle Nursel Hanım, aslında her ülke kendi siyasal, toplumsal, ekonomik, kültürel ve tarihsel birikiminden hareketle kendisi için en uygun olan hükümet sistemini seçebilir, seçmeli, bundan daha doğalı yok. Temel ilkeler korunmak koşuluyla tabi. Bu temel ilkeler ise, demokrasi ve hukuk devleti. Bu iki ilke korunmak koşuluyla tercih edilen sistemin ne olduğunun çok önemi yok öncelikle bunun altını çizelim. Demokratik yapının kurumsallaşması ve korunması için halkın seçtiği kişi/kişilerin yetkili ve sorumlu olması şart, bu kişilerin demokratik yapıya zarar verecek davranışlarının önlenmesi lazım bir de tabi. Hukuk devleti ilkesi açısından da en temel prensibimiz kendisine yetki verdiğimiz kişilerin hesap vermesinin sağlanması. Bu iki prensibi maksimum düzeyde gerçekleştirecek bir hükümet modeli tercih etmek gerek. Hem parlamenter modellerde hem de başkanlık sistemlerinde bu iki ilkenin korunması, otoriter yapıların kurulmaması için tedbirler getirilmiş durumda. Parlamenter sistemde bu tedbir yürütmeye ilave bir sorumsuz ve yetkisiz isim ilave edilerek sağlanmış. Başkanlık sisteminde ise buna farklı anayasal güvenceler getirilmiş durumda. Aslında her iki yapıda da yürütme erki tek bir kişide toplamıştır özü itibariyle. Parlamenter sistem sadece temel değerlerin korunması ve otoriterleşmeyi önleyecek tedbir olarak sorumsuz ve yetkisiz kanat oluşturmuş, yoksa yürütmeye ilişkin görevler anlamında bir iki başlılık asla oluşturmamıştır, böyle bir çabası da yoktur. Ama bizdeki statüko taraftarları bu tedbiri sanki yetki itibariyle yürütme iki başlı olarak oluşturulmuş gibi lanse ediyor. Tabi bilinçli bir yanıltma bu da. Vesayetin devamı için halkın belirlediği hükümetin üzerinde böyle bir kuruma ihtiyaç duyuyorlar.
Bu bilinçli bir tercih mi?
Bilinçli bir tercih, özü itibariyle yürütmenin kaç başlı olacağı değil, sadece bir şey hedeflenmiş: halkı seçtiği ismin üzerine bir vesayet müessesesini kurumsallaştırmak. Ve bu da bize 1961 Anayasasının bir kazığı. Bakın 1924 Anayasası şeklen yürütmeyi iki başlı yapmış, ama acaba iki başlı bir yürütme var mı diye bir bakmak lazım. Atatürk, İnönü ve Menderes dönemi deriz hemen. Sonrasındaki kaos yıllarına bakın. 1961 Anayasası bu yapıyı bozmuştur işte. Halkın seçtiği kişilere güvenmeyen darbecilerin sistemin içine vesayet kurumlarını enjekte ettiği bir dönem başlar. 1982 Anayasası da bunu devam ettirir. Özü itibariyle kaygı yürütmeyi iki başlı hale getirmek falan değildir, dünyadaki hiçbir modelle uyumlu olmayan, vesayetin ağır bastığı bir yapı. Dolayısıyla aslında tüm bu tartışmalara, vesayetin ortadan kaldırılması ve sistemin normalleşmesi olarak bakmak lazım. Böyle baktığımızda ilginçtir 12 Eylül 2010 referandumuna karşı çıkan grupların tamamının sistem tartışmalarında korumacı davrandığını, statükodan dolayısıyla vesayetçi yapının devamından yana tutum aldıklarını görürsünüz.
Yani bu kesimlerin en çok dile getirdikleri husus olan başkanlık sistemi ülkeyi böler, federalizmi getirir endişeleri haksız mı? Bu kesimler sadece statükonun devamı için mi parlamenter sistemi savunuyorlar?
Evet aynen öyle. Sistem tartışmalarının en ciddi manipülatif argümanı bu. Şu tezi ileri sürüyorlar “ABD'de başkanlık sistemi var, ülke eyaletlere bölünmüş durumda. Türkiye'de de başkanlık sistemi gelirse ülke eyaletlere bölünecek.” Tek başına bu önerme bile, başkanlık sistemi karşıtlarının gayri ciddiliğini göstermeye yeterli. Federal ya da üniter devlet tercihi başka bir konudur, hükümet sistemi tercihi başka bir konu. Dünyada başkanlık sistemini benimseyen ama federal yapıya sahip olmayan ülkeler olduğu gibi tam tersine, parlamenter sistem ile yani bizdeki hükümet sistemi ile yönetilen ama federal bir yapıya sahip olan ülkeler de var. Yani bu iki tercih birbiriyle tamamen ilintisiz kavramlar. Bölünme tezini ileri sürenler, halkın bu konudaki hassasiyetini resmen kullanıp, adeta duygularıyla oynuyorlar. Bu kötü bir oyun, bundan acilen vazgeçilmeli.
BAŞKANLIK SİSTEMİ İLE YÖNETİLEN ÜLKELERDE AZINLIĞIN HAKLARI GÖZETİLMİYOR MU?
Ya Kemal Derviş'in “demokrasi kazananın hepsini aldığı bir sistem değildir” sözü…
Bu bakış açısı da sakat. Başkanlık sistemi ile yönetilen ülkelerde azınlığın hakları gözetilmiyor mu yani. Esasında sorun kimin neyi aldığı değil, sorun nasıl yönetildiğimiz zaten. Demokratik ilkeler açısından halkın sürece en çok katkı sağladığı, hukuk devleti ilkesinin güçlü bir biçimde korunduğu bir yapı oluşturulmalı. Sonuçta bu ilkeler hayata geçtiğinde Derviş'in de söylediği yapı ortaya çıkmış olacaktır.
Mevcut sistemle devam mı edilecek sizce?
Bu konuda bir anayasa değişikliğini hayata geçirebilecek bir ortam yok gibi. Ama bence bugün Türkiye'nin önündeki en önemli sorunlardan bir tanesi bu. Böyle devam ederse kaos üretmeye hazır bir yapı söz konusu. Evren-Özal, Özal-Demirel, Demirel-Erbakan, Sezer-Ecevit, Sezer-Erdoğan cumhurbaşkanı-başbakan ilişkileri örneğinde olduğu gibi ortaya çıkabilecek sorunlar ekonomiden demokratikleşmeye, iç politikadan dış politikaya tepeden tırnağa her şeyi alt üst edebilecek bir ilişki gündeme gelecektir. Ve tabiri caizse bütün kazanımların kaybedilebileceği bir durum karşımıza çıkacaktır.
HANGİ CUMHURBAŞKANIMIZIN TARAFSIZ OLDUĞUNU İDDİA EDEBİLİRİZ?
Peki ya taraflı/tarafsız cumhurbaşkanı meselesi?
Siyasetin içinden gelmiş isimlerin cumhurbaşkanı olduğu bir yapının içinde yaşıyoruz. Böyle bir ortamda cumhurbaşkanlarının tarafsız olduğunu iddia etmek birbirimizi kandırmaktan öteye geçmez. Hangi cumhurbaşkanımızın tarafsız olduğunu iddia edebiliriz. Atatürk mü partiler üstü idi? Böyle ise Terakkiperver Fırka ve Serbest Cumhuriyet Fırka örneklerini nasıl açıklayacağız? İnönü mü tarafsızdı? Nuri Demirağ'ın kurduğu Milli Kalkınma Partisi'nin başına gelenleri hatırlatmak isterim. Ya da İnönü'nün Demokrat Parti ile ilişkilerinin neresi tarafsızlık ile açıklanabilir?
Hakeza 1983 seçimlerinde emekli bir paşanın partisi için oy isteyen Evren mi tarafsızdı? ANAP'ın kurucusu Özal partiden istifa edince birden tarafsız mı oluyor? Eğer öyle ise Özal-Akbulut ilişkilerini, Özal ailesinin başta ANAP kongresi olmak üzere siyasetin içindeki davranışlarını nereye oturtacağız? Aynı şekilde Süleyman Demirel'in tarafsız bir cumhurbaşkanı olduğunu kim iddia edebilir? Eğer öyle ise Refah Partisi'nin 1995 seçimlerinde aldığı yüzde 22'lik oya karşın bir muhalefet partisi lideri gibi çıkıp “ama halkın yüzde 78'i Refah Partisi'ne karşı” açıklamasını nasıl tarafsızlık ilkesi içinde açıklayabiliriz? Aynı şekilde hükümeti kurma görevi verirken bir parti lideri gibi davranıp Erbakan'a hükümeti kurma görevini vermekten imtina etmesini nasıl açıklayabiliriz?
Yine Ahmet Necdet Sezer'in tarafsız bir cumhurbaşkanı olduğunu kim söyleyebilir? Tüm bunları alt alta koyduğumuzda tarafsız cumhurbaşkanı beklentisinin Türkiye şartlarında mümkün olmadığı açıktır. Kaldı ki yeni dönemde artık cumhurbaşkanını halk seçecek, bu seçimlerin finansmanından koordinasyonuna kadar bir dizi yeni durum ortaya çıkacak, bunları da göz önüne aldığımızda cumhurbaşkanının tarafsızlığı beklentisinin çok rasyonel olmadığı gözükecektir.
PARTİLİ CUMHURBAŞKANLIĞI FORMÜLÜ, BİR NEVİ MALUMUN İLANI NİTELİĞİNDE
Peki o zaman Başbakanın söylediği partili cumhurbaşkanlığı formülü mü kalıyor elimizde?
Aslında bu formül arzulanan bir durum değil. Ama mevcut şartlarda daha iyisi çok mümkün gözükmüyor. Partili cumhurbaşkanlığı denen formül de zaten halen yürürlükte olan düzenden farklı bir şey getirmiyor. Sadece bir nevi malumun ilanı niteliğinde. Daha doğrusu adı konulmamış yarı başkanlık yapısının resmen ilanı anlamına geliyor. Bir nevi Fransa örneğinde olduğu gibi, cumhurbaşkanının parti kimliğini devam ettireceği bir yapı. Bu da yanlış değerlendiriliyor. Cumhurbaşkanı bir partinin genel başkanlığını yürütmeye devam etmeyecek, sadece partisi ile ilişiğini resmen de kesmeyecek. Yani birbirimizi kandırmaktan vazgeçeceğiz bir anlamda.
HÜKÜMET SİSTEMİ TARTIŞMALARI, TÜRKİYE İÇİN BİR LÜKS DEĞİL, ACİLİYET GEREKTİREN BİR ZORUNLULUKTUR
Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Şunun altını bir kez daha çizmek gerek, hükümet sistemi tartışmaları Türkiye için bir lüks değil tam tersine aciliyet gerektiren bir zorunluluktur. Ve gerçekten çözülmesi gereken en önemli sorunlardan bir tanesidir. Bir fantezi olarak görmek son derece yanlıştır.
Haber7.com